- 844 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
“En...”
Halit Kıvanç’ın, BBC radyosunun Türkçe yayınlarında kısa bir dönem, “spiker”liği olmuş. Oradaki günlerini anlatmıştı (tarihini hatırlayamayacağım) bir televizyon programında. “Dil” üzerine bir sohbette. Öylesine söyleyivermişti. Ama aslında üzerinde önemle durulması gereken bir ayrıntıydı: Türkçe haberler okuyormuş. Tabii, eline tutuşturulan metni okumak zorundaymış: “Bir türlü sadık kalamıyordum. Bana ters gelen kelimeleri daha uygunlarıyla değiştiriyordum. Uzun süre dayanamadılar bana. Kovuldum!..” demişti.
Dilini iyi bilen ve onu kendi kuralları içinde özgürce kullanan biri için klişelere hapsedilmek kadar katlanılmaz ne olabilir? Türkçeyi yıllarca, stadyumlarda futbolcularla koşturan bir Halit Kıvanç’ın, BBC’nin görevlisi tarafından hazırlanan şablon metne sadık kalabilmesi zaten beklenemezdi. Kendisine yakışanı yapmış Kıvanç.
Türkçe, kendisini konuşan milletin hareketliliğine ayak uydurabilmek için yüzyıllardır koşuyor. İklimler, coğrafyalar aşıyor. Atmosferine girdiği her topluluğun, her kültürün rengine bürünmek zorunda kalıyor. O yüzden, bin şu kadar yıldan beri durup bir nefeslenememenin, kendine kalıcı bir yatak oluşturamamanın, makyaj yapamamanın ve artık durmuş oturmuş bir kimlik sergileyememenin sıkıntısını yaşıyor. Yorgun. Dağınık. Bakımsız. Hırpalanmış, örselenmiş... İçeriden ve dışarıdan (Keçecizâde Fuat nurda yatsın!) öylesine saldırılara uğruyor ki, ordular dayanmaz. Üstelik bu dilin gerekli biçimde teçhiz edilmiş orduları da yok. Var mı?!.
Türkçeye saldıranların da, bu dili -sözüm ona- savunanların da odaklandıkları tek şey var: Kelime. Kimileri “sözcük”, kimileri “kelime”de ısrar eder. Biri der ki: “Kelime” Arapça; “sözcük” diyeceksin! Öbürü, yok efendim, “sözcük” uydurmaca; “kelime” demen gerekir... Oysa biri yüzyıllardır kullandığımız, Arapçanın olduğu kadar Türkçenin de bir güzide evlâdı olmuş; diğeri ise kurallarına göre türetilmiş bir başka yavru. Kelime “kelâm”ın, sözcük ise “söz”ün küçüğü değil mi? Birini sevip okşarken ötekini niye horlarlar? Evlatlık aldığı yavruyu büyütürken kendi evladını doğuran ananın, öncekini sokağa atmasından farkı var mı bunun?
Milletler, birbirinden kan bile alıyor; kelime alış verişi ne diye yadırgansın!..
Kelimelerin doğru kullanımı, yerli ya da yabancı olduğundan çok daha önemlidir. Yeni türetilen, belki medlûlü (karşıladığı kavram) ile veya telaffuzuyla henüz alışılmadık sözcükler bir yana, çok sık kullandığımız, anlamını bilmeyenlerin asla bulunmayacağını düşündüğümüz nice sözcüğün hem de kimler tarafından günde kaç defa kirletilerek harcandığını görüyor, kahroluyoruz.
Bir kelime var ki, ne zaman duysam cinlerim tepeme çıkıyor. Üstelik bu kelime ne eski zamanların anlaşılmaz olmuş “arkaik” bir kelimesi, ne de “âhir zaman” ürünü!..
John Ruskin’i düşünüyor ve.. o titizlikte sorumlular bizde ne zaman çıkacak, diye soruyorum kendi kendime. Diyor ki adam:
“Baylar, Avam Kamarası’nda bir üye kürsüye gelir de konuşması sırasında yabancı bir kelimeyi yanlış anlamda kullanırsa ona gülebilirsiniz. Ama aynı üye İngilizce bir kelimeyi yanlış telaffuz ederse bütün üyelerin kaşları çatılmalıdır.”
Düşünüyorum da, bir lisan, böyle bir şuurla dünya dili olabilir ancak. O dilin sahipleri dilini, diliyle birlikte kültürünü ihraç ederek milyonlarca sterlinlik girdi sağlar ülkesine.
Ortaokulda okuduğum yıllarda İngilizce öğretmenim, o dilde 120 000 kelime olduğunu söylemişti. Ellili yaşlarımı yaşadığım şu günlerde 600-700 000 kelimeden söz ediliyor. Yahu bu İngilizler kelime fabrikası mı kurdular ki?..
Bu yazının konusu İngilizce değil, Türkçe. Türkçenin de bütün kelimeleri değil, sadece biri: EN.
Bu “zarf”ın kullanımı belli kurallara bağlıdır. Gerek şair ve yazarlarımızdan, gerekse medyanın ünlü-ünsüz, yazar-konuşurlarından, pek azı onu kuralına uygun kullanabiliyor. Politikacılardan mı? Onlardan, doğru kullanabileni hiç yok!.. (Azıcık abarttım mı?)
“En”, eşitlik ve üstünlük zarflarının sonrasında yerini bulabilecek “âzamî” ya da “asgarî” değeri ifade eder. Bir niteliği pekiştirir, bir niceliğin uc sınırını vurgularken kullandığımız, müstesna bir zarftır. Kategorisindeki “emsalsiz”i işaret eder. Bunun içindir ki, pekiştirdiği niteleme sıfatıyla birlikte, “herhangi” anlamlı belgisiz sıfat (bir) kullanılmaz. En’le pekiştirilmiş (ya da sınırlanmış) sıfatın nitelediği (veya belirttiği) isim, çoğul yapılmaz.
“İyi bir kitap”, “berbat bir gün”... gibi tamlamalardaki bir, bu tamlamaların başına en gelirse düşer; “en iyi kitap, en berbat gün...” olur.
“Kalabalık bir düğün töreni”, “az bir iş”, “uzak bir mesafe”... gibi, nitelikten çok nicelik çağrıştıran kullanımlarda da rastladığımız “en”li örneklerse şöyle olmalıdır: “en kalabalık düğün töreni”, “en az iş”, “en uzak mesafe...” Eğer “bir”den vazgeçilemeyecekse; “çok kalabalık bir düğün”, “az bir iş”, “hayli uzak bir mesafe...” denmelidir. “En” ve “bir”, bir araya ge-le-mez; gelmemelidir.
Şimdi bazı örnekler okuyalım:
“ÖSS ve ÖYS’de en çok sorulan soruların başında ‘anlatım bozukluğu’ soruları gelmektedir.” (Piyasaya, “Fen Lisesi öğretmenlerince hazırlanmış” reklamıyla bir gazete tarafından sunulan “SİSTEM 2000” adlı test kitabının Anlatım Bozuklukları başlığı altında)
“Osmanlı hânedânının en renkli ve o ölçüde de talihsiz kişilerinden biri de Cem Sultan’dır.” (Bir gazeteden)
Osmanlı Sarayı’nda en renkli ve talihsiz, bir yığın insan vardı demek! Bir kategoride birden fazla “en” olamaz.
“Enflasyon, önümüzde en büyük bir sorun olarak dururken...” (Harcıâlem bir örnek)
En büyüklerin “herhangi biri...” (Piyasada o kadar çok “en”gücünde sorun var ki!..)
“Bence büyüklük ve tecrübenin en önemli göstergelerinden bir tanesi, belki de birincisi, hata yaptığında onu gönül rahatlığıyla ifade edebilmektir.”
Birçok en önemli gösterge olabilir mi? ...bunlardan bir tanesi... (Bu göstergelerin karpuz gibi bir şey olduğu -“tane” meselesi- ayrıca dikkat edilmesi gereken bir pürüz.) “En önemli” yetmemiş, bir de “birincisi” ile vurgulanmış. Vay bana!..
Eskiler, “İnsanlar taaddüt edilmez.” derlermiş. Bugün biz, insanları da soyut kavramları da taaddüt ediyoruz. (adetlendiriyoruz.)
“Bana en çok sorulan bir soru da şudur: ...”
Bu, ya “en çok sorulan soru”dur; ya da “çok sorulan bir soru”dur. “en çok sorulan bir soru” olmaz.
Edebiyatımızın son yıllarda en fazla tartışılan ismi –belki de en başta geleni- Ahmet Altan. (E dergisi;15. Sayı. A. Altan’la Söyleşi)
“Bir sanat eseri savaşa sıkılmış en büyük bir kurşundur.”
Birden çok en büyük kurşun olmaz.
“Ressam Bedri Baykam, en son olarak çizdiği tablosuna Tablo Gibi Kadın adını taktı.”
Bir şeyin sadece bir “son”u olur; “en son” galat-ı meşhûruna ne gerek vardı? (Adam haklı, “ilk önce” oluyorsa “en son” da olur, diye düşündü zahir...)
“Ülkemizde son elli yıldır benim elime geçen sanat ve edebiyat dergilerinin içinde, eğer yayın süresi de uzun sürerse, en özgün ve özgür olanlardan biri sayılabilir E Dergisi.” (Melisa Gürpınar; E dergisi; sayı - 13)
Birçok anne babanın en büyük kaygılarından biri çocuklarının kitap okumamasıdır.
Aşağıdakiler, yazılarını sürekli okuduğum, haklarında yorumu zâit bulduğum, eğer bu yazı gözlerine çarparsa (Henüz hayatta olanlarının tabii) kendilerine gücendiğimi anlamalarını umduğum şair ya da yazarlarımıza ait örneklerdir:
Kazan, 1552’den sonra hızla Ruslaştırıldı ve Rus kültürünün en önemli merkezlerinden biri haline getirildi. (B. Ayvazoğlu, ZAMAN, 13 Haz. 2001)
1804 yılında kurulan Kazan Devlet Üniversitesi hâlâ Rusya Federasyonu’nun en önemli üniversitelerinden biridir. (B. Ayv. Agy.)
(Sayın Ayvazoğlu, aslında bu yanlışa hiç düşmüyor, diye biliyordum. Görünce çok şaşırdım.)
“Jack London’ı hatırlıyor musunuz? Yaşadığı dönemde Amerika’nın en ünlü yazarlarından biri, belki de en ünlüsüydü.” (Ahmet Altan, Yeni Yüzyıl: 1.5.98)
“O, günümüz yazı dilinin tekâmülünde en birinci âmillerden biridir.” (İskender Pala; Şairlerin... 191. S)
Hangi yazar, Avrupa’da, Amerika’da editörün en küçük bir şekilde müdahalesi olmaksızın yayımlanmıştır? (Hilmi Yavuz; E dergisi, ags)
“Hayattaki en iyi arkadaşlarımdan biri, belki de birincisi, dünya insanı, dünya dostu Mehmet Bari’yi gencecik yaşında o sabah kaybetmiştim.” (H. Uluç) (Bu cümlenin sahibi konusunda yanılıyor olabilirim.)
Kim ne derse desin, İstanbul Büyükşehir Belediyesi kendi tarihinin en başarılı dönemlerinden birini, hatta birincisini yaşıyor. (Yavuz Bülent Bakiler, Türkiye; 28 7 2001)
“20. yüzyılın son çeyreğinde en çok tartışılan olguların başında disiplin kavramı gelir.”
(H. Bülent Kahraman; Varlık; sayı 1126)
“... o erken dönemlerin en ilginç çalışmalarından birisi, M. Behçet Yazar’ın birtakım incelemeler ve anlama kaygılarıyla hazırladığı, konulara göre oluşmuş yapıtı, Genç Şairlerimiz ve Eserleri’dir.” (HBK, agy)
Unutmadan kaydetmeliyim: Avrupa, davulu Osmanlı mehterinde görüp almış ve orkestranın en önemli sazlarından biri haline getirmiştir. (Beşir Ayvazoğlu. Zaman; 18 Kasım 2001 Pazar)
Yahya Kemal’in yanlışını, “Sessiz Gemi”de olduğu gibi, “ölçü zarureti”ne mi vereceğiz?
O mutlu devrede Itrî’ye en yakın bir dost
Işıklı danteleler bestekârı Hâfız Post
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.