41
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2976
Okunma


/Teneffüs zamanları hüznün duldasında güneşe gebe kalacak ruhumuzun doğum zamanıdır!…/
Çan sesi geliyordu çamların kökünü yalayan toprağın kahverengi teninden. Atlasın göğsünde günü müjdeleyen kuşlar meşk ederken ruhumla; ay ile toprağın üşümüş koynundan firar ediyordu bir buğday tanesi. Gövdesi küflenmiş duvarın dibinde buluyordu kendini sarı bereketin gölgesi. Karıncanın ona yaklaşan adımları kaderinin ağındaki felsefi çığlığı sarıyordu bedenine sessiz sessiz...
" Hadi minik buğday tanesi kaderine sarıl yalnızlığın ninnisinde büyütecek seni yaşam!"
diyen karıncanın beni düşündüren fısıltında kalmıştı aklım. Sanki hüzün yazmalı kadınların dudaklarındaki toprak kokusuna banmıştı karıncanın buğdaya serpiştirdiği repliğin sesi!…
Yaşamın her sabah koynuma bıraktığı sorgu dergâhında arındırırken içimdeki kırıntıları, güne başlamanın hoş hırkasını da giymek iyi geliyordu ruhumun çıplak duvarına. Bugünün programını yapmıştık arkadaşımla. Eşinin görev yaptığı okula gidecekti ve dilersem benimde gelebileceğimi söylemişti. Bilirsiniz edebiyatın kaynağı gözlem, empati ve birikimin kişiye kattığı zenginlikle beslenir. Bende bu tür ortamlarda bulunmanın avantajını yaşamak adına, mutlaka sosyal çevrelerde ruhumu dinlendirme yoluna giderim. Ve elbette ki arkadaşım nazik davetinin karşısında verdiğim cevap “ tabii ki gelirim ” oldu.
Okula girişim ile okuldan ayrılış anımdaki o sonsuz huzur ve zenginliği belki kalemim tam olarak anlatamayacak! Çünkü kalem, yüreğimizin ve ruhumuzun bize izin verdiği harita doğrultusunda kelimelere elçilik eder. Ama hislerimiz, yaşadıklarımızı kalemin elçiliğinde kağıda hiçbir zaman tam olarak yansıtmamıza izin vermez. Mutlaka yama gerektiren bir üşümüşlük bırakır ki kalemin bize daima yolu düşsün! Sanırım bu da yaşamın gizli bölmelerindeki çekmecelerde saklı olan özet olsa gerek!
Okulun bahçesinden içeri girdiğim ilk andan itibaren bu okulu diğer okullardan ayıran bir şeyin olduğunu hissetmiştim… Çocukların gözlerinde yaşamın taaa içinden gelen gerçekleri hiç düşünmeden okuyabiliyordum. Öğretmen öğrenci ilişkisindeki saygının yanında; anaç tavırların bereketi ise bir başka hoşluktu aklımda kalan. Disiplinin içine şefkatin eklenebilir olduğunu kanıtlayan anları gözlemlemek bana umut veriyordu gelecek adına…
İlk dikkatimi çeken okulun perdeleri oldu. Okulun perdelerinin mavi zılgıtını içimdeki sessizliğe sararken, kimseye hissettirmedim! Zira harika bir onarımdı kırık yanlarım için bu renk desteği. Usumdaki devinimin yerini derse giriş zilinin çalmasıyla bir sakinlik aldı.
Koridorda koşturan geleceğin fidanları ve bilgilerini öğrencilerine aktaracak olan kutsi melekler, tatlı bir koşturmanın duvağını işliyorlardı en canlı renklerle. Hayata konuşlanan bu huzur ordusunun yaşama akışına şahitlik ederken şaşkın yüreğim, bir el tuttu ellerimden…
“dersimize sizde konuk öğrenci olarak katılmak istemez misiniz?” gülümsedim ve içimden kendime dönerek “kocaman bir öğrenciyim tabi tabi!” dedim…
Derse girecek öğretmenin hoşgörüsüne sığınarak biraz çekingen biraz heyecanlı halimle oturdum özlediğim o tahta sıraların çocukluğumu saklayan kucağına. Öğretmen dersi anlatıyor, onu dinleyen geleceğin fidanları ağızları açık, alacakları her bilgiyi en coşkulu misafirperverlikle karşılıyorlardı. Okulun meslek lisesi olmasının avantajı sanırım gerçek hayata daha katılımlı kıpırdanışlara yakın olmasıydı. Uygulamalı bir ders oluşu ise onları yakından gözlemlemek için bana bulunmadık bir fırsat doğurmuştu!...
İşledikleri dersin konusu pamuktu. Pamuk bir şairin dilinde lâl masalların soyut sertliğidir belki! Ya da imgelerine kan arayan, kanamalı bir duygunun imdadına yetişen bir beyaz yolculuktur ! Ama burada pamuk; gerçeğin avuçlarında o körpe öğrencilere kendini ispat etmek için bekleyen koskoca bir anlamdı… Hatta ilk defa bir pamuğu dalında görmenin tatlı heyecanını bile yaşadım açıkçası. İlerleyen dakikalarda öğretmenin “pamuğun lifini ayırın ve inceleyin” uyarısından hemen sonra öğrencilerin gözlerindeki feri, öğrenme kaygılarına ekmelerindeki coşku görülmeye değerdi.
Bazen açık olan pencerenin arasından rüzgâr kaçak ziyaretlerde bulunup sınıfın beni cezbeden mavi perdelerini havalandırıyordu. Sanki ortama katılmak isteyen haylaz bir ziyaretçi gibiydi… Rüzgârın öğretmen masasındaki çiçeklerin dallarını yalayıp, duvara yansıyan gölgeler ile dans edişindeki endam, yaşanılan âna katkı sağlayan artılardı. Hatta bir ara rüzgâr kulağıma yaslanıp,
“Bak bu fidanlar geleceğe dallarını verecek bilgi tohumları. Onların yeni yetme düşlerini emziriyor şu an yaşamın umut kozaları… Bilgi öğrenmek için acıkan yanlarındaki seyyah pencerelerini görüyor musun!? İşte o pencereleri kırmadan yolculuklarını yapmak için, şimdiyi yarın ile besleyecekler...”
Birden ürperdim rüzgârın kulağıma fısıldadığı bu cümlenin etkisiyle…
Güldane, Esma, Nidâ, Tuğba, Huriye, Melek, Cennet, Gamze ve Bahar bir saatliğine arkadaşım olmuşlardı bu yaşlı yaşamın yargılı yüzünde! Arkamda oturan Esma’nın sert tavrının arkasına sakladığı gül bahçesini görmemek, oradaki küskün çiçeklerini koklamamak içten değildi. Esma’nın hayata kabuğundaki zırh ile karşı koyma çabasını anlayabiliyordum. Ama gözlerindeki kaçamak bakışlar, yufka yürekli duygu desenini benden elbette kaçıramamıştı. Bahar’a ne demeli. İsminin hakkını veriyordu sanki. Baharın her rengini kirpiklerinde taşıyor gibiydi. Cennet, sanki cehennemine bir düş düeti kuran peri gibi firari bakışlarını savuruyordu çekingen tavrıyla. Ama en çok da en ön sırada oturan kırlangıç kanatlı minik kız dikkatimi çekti. Adını hatırlamıyorum tek hatırladığım öğretmenin her sorusuna parmak kaldıran cesaretiydi. Ah güzel çocuk! Yaşama hep böyle hazırlıklı ol inşallah…
Teneffüs zilinin çalmasıyla sınıftaki tılsımın yerini öğrencilerin telaşa koşan sesleri almıştı. Onlar koşarken iç dünyalarındaki yaşam ormanına, ben ruhumun kırık penceresinde bekleyen gölgeye el sallıyordum sessizce…
Aklımda bu okula gelmeden önce sabahın çiğ doğuran saatinde, karıncanın buğdayın tenine yağdırdığı replik geldi
" Hadi minik buğday tanesi, kaderine sarıl yalnızlığın ninnisinde büyütecek seni yaşam!"
Yok yok! Yalnızlığın ninnisinde büyümemeliydi evrendeki hiçbir ses…
Bu okulda aldığım umut zerrelerini, gerçeğin düşsel kurgusuna ekip yarınımın saçlarını taramaya devam etmeliydim!…
Sessiz ol yaşam!...
Birazdan kuyumun duvarlarında ki Züleyhâ ağıtını öteleyecek ruhum… Çünkü ben bugün, yaşamın yarın bayrağını gamzelerinde saklayan bir sürü öğrencinin duldasında teneffüste olacağım!
Mehtap ALTAN
17.10.2011
Not: Adı geçen Okul Niğde 75. Yıl Mehmet Göker Anadolu Tekstil Meslek Lisesidir…