aslında aslı olmayan asılsız bir yalnızlık...
Yok adı varlığının…
Sevgilim; yok adı varlığının. Seni çok eskide bırakmış gibiyim. Hüzünlü bir gölge gibi sesindeki sarhoşluk… Bir boşluk kadar derin taşıttığın mecburi izler. Sadece yok ol; demeli sana, terk et bende ki bütünlüğünü ve parçalarını bulamamak acıtmasın içimdeki veryansın memuresini. Kölen miyim senin; her saatini bedenime hapsederek seni hissedeyim?!
Ah benim sevdası kor, gözleri kör, elleri tutsak yüreğim. Bu ne aptallık! Sade bir hayat neyine yetmedi de isyan ettin asilikte başrol bedenine. Köleliği kökten reddeden sen, nasıl oluyor da bir fahri yürek elçisine köle oluyorsun. Gözyaşı nehirlerine taş, bir yanardağa krater, bir içki masasına meze ediyorsun kendini. İçtiğin her duble de unutmak isterken o’nu; bunun ne büyük kandırmaca olduğunu unutuyorsun. Verdiğin onca sözün, ettiğin onca yeminin ve o’nun ardından savurduğun onca ah’ın hatırına ne oldu?
Ey benim her işime nane aklım; karışma bana. Ben bir aciz yürek, köle olsam kime ne fayda… Belli ki sana biraz hüzün tat verdim; ancak bunu becerebildim ya işte. Verdiğim bunca sözü unutmuş değilim fakat tutmak elde mi sanki! Yok olsam sana ne fayda. Bensiz yaşayabilir misin sen sanki bu dünya da! Yazık sana da; ezdirmeden geldin bu yaşına, ezilmeden. Hep anarşi duvarlarını boyayıp durdun da ne oldu? Kim hak verdi senin sessiz direnişine… Bazen durup senin de yerine biraz olsun düşüneyim diyorum; olmuyor. Senin kadar katı olamıyorum ben kimseye karşı!
Kırıyorlar beni, üzüyorlar soluksuz; o, beni öldürmek için elinden geleni yapıyor. Ne var ki; sende biliyorsun; ne yaparsa yasın vazgeçilmiyor. Her bakışta o’nu görmek nasılda sızlatıyor beni. Nasıl titretiyor, hızlandırıyor bir an bile bitmeyen koşularımı. Yalan değil, kölesiyim ben sende ki; asılsız sevginin. Kendine bile itiraf etmediğin bir sevdayı taşıyorum. İşte bak; bir asi olmak bile seni kurtarmıyor bu direnişten. Öyle güçlüsün ki; bu sevdaya bile kendince bend koyuyor, yok ediyorsun ha! Aptalsın, kendini kandırıyorsun…
Yüreğim! Bana haksızlık ediyorsun; mantıksız bir insan adım atabilir mi? Sadece mantıklı davranmaya çalışıyorum. Görüyorum ki; o, bizden el ayak çekmiş. Unutmuş bizli günleri; iki gözü karaya, iki asparagas gülüşe satmış onda ki esas yüreği… Beklesek ne fayda ki? Ben; bu bedene sahip, bu bedene hükmeden ben; demir gibi sağlam olmalıyım. Yok olmamalı benden geriye kalan seslenişler…
Ve sonunda yüreğim ve aklım hem fikir… Sesleniyorlar o’na!
Ey kalpsiz sevgili!
Bana ettiğin bunca ezadan sonra sana hiçbir sitemim kalmadı. Ne desem yalan gelir olmuş kulağına, ne söylesem masal. Camdan pabuçlar eski de kaldı; yepyeni masallar, hayaller ve yepyeni serüvenler var artık kitaplarda. Ne seni anlatabilirim sonraki seveceklere, ne de benden eser kalır bu harabeyle. Çığır açtın vefasızlığında. Gören seni; diplomat sanır. Ne komik değil mi söylediklerim? Senden ne diplomat, ne bir seven, ne de bir yürek çıkar artık. Taşlaşmış bir beden gibisin. Çevrendekilere asılı kalmış bir dilek paçavrası gibi sahipsiz ve batıl…
Görmeni ne çok isterdim etrafındakilerin örümcek ağı tutmuş düşüncelerini. Kırk akıl, kırk fikir derler ya; o misal. Kısaca kırk tilki var onlarda bir de birbirine değmeyen kuyrukları. Seni bir çeşme gibi kullanarak soluksuz bırakıyorlar ve bu eylemleri sürecek. Sende biteceksin yavaşça. Acı hissetmeyerek, sinerek. Nasıl ki; gözlerindeki o ışıltı yok artık, nasıl ki eskisinden daha az gülümsüyor gözlerin, işte böyle bilmeden, farkında olmadan biteceksin.
Sevgilim; başın sağ olsun sen de artık bir ölüsün!!!
fmü