- 790 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
SELMA,NUR,AHMET,ZEYNEP ORTAK ÖYKÜ 20. VE 21. BÖLÜM YAZARI : AYHAN SARIKAYA
Yıllar sonra…
Nur ve Mesut, Ankara Gençlik parkının içerisindeki kafeteryada oturmuşlar, sıcacık çaylarını yudumluyorlardı…
Her ikisi de bugün okula gitmediler. Nasıl olsa vizeler bitmiş, okulların tatil olmasına sayılı günler kalmıştı. Bir ay sonra ayrılık görünüyordu ufukta. Gönüllerince bir gün geçirmek; içindeki aşklarını, doya doya yaşamak istiyorlardı.Her ikisinin de okul kitapları masanın üzerinde;elleri birbiriyle kenetli,kah bakışıyorlar, kah da yeni restore edilen gençlik parkının güzelliğini seyrediyorlardı…
Mesut, Ziraat Fakültesi sonda, çizdiği karizmatik bir görünümüyle kızların hemen dikkatini çekiyordu. Sarışın,siyah gözlü,atletik bir yapıya sahipti.Okuldaki arkadaşları bazen takılırlardı:
-Sende lazlık var mı?
- Sen, olsan olsan Arnavut’sundur…
- Yok canım aynen göçmenleri andırıyor tipin…
Mesut, arkadaşlarının yorumlarını gülerek geçiştirirken de ince bir alayla yanıtlardı onları:
-Arkadaşlar, ben bu ülkenin mozaiğim…Ne güzel değil mi…
Mesut, bir zamanlar arkadaşları gibi merak etmişti soyağacını. Babası Kadir’den dinlediği kadarıyla;dedeleri, bin dokuz yüz yirmi beşte Selanik’ten gelmişler,Anadolu’nun tarımsal potansiyeli yüksek bir bölgesine yerleştirilmişler.Dedesi çırpınıp dururken;babası okuyup aradan sıyrılmış ve polislik mesleğine kapağı atmıştı.
Babası da, memurluk yaptığı doğu bölgesinde evlenmiş, annesi kürttü. Annesinin kürtlüğünden de gurur duyuyordu. Bu yaşına gelmesine rağmen babası ile aralarında en ufak bir sert tartışma olmamış, mutlu bir şekilde geçinip gitmişlerdi. Şimdi;çıkarılan bu kaosun ;kürt toplumunun dış güçlerinin oyununa geldiğini düşünüyor ve boş bir direniş olduğunu kabulleniyordu…Onun tek kabul ettiği gerçek;bu ülke bir mozaiktir ve Türklük her zaman baki kalacaktır.İnsanın içerisine evrensel duygular yerleşmeli diyordu arkadaşlarına…
Nur, Mesut’un Gençlik parkının yukarıya doğru fışkıran gölün suyuna bakışlarının odaklandığının farkına vardı…
- Yine daldın sevgilim…
Mesut, Nur’un sorusuyla irkildi.
- Evet, maziye daldım…Ama güzel şeyleri anımsayarak daldım.Her neyse aklıma ne geldi biliyor musun,sevgilim?
- İnşallah ben gelmişimdir, Mesut. Yoksa kırılırım sana,ha…
- Evet, sen geldin.Zaten sürekli yan yanayız…Bak okullarımız bir ay sonra bitecek.Sen, Hukuku bitireceksin,ben ise Ziraat’ı.Benim şansım, sana göre oldukça az.Memleket diplomalı ziraatçılarla kaynıyor,hepsi de işsiz…Arazimde yok ki ekip biçeyim.Ama sen avukat olur,paçayı kurtarırsın…
- Düşündüğün şeye bak be Mesut. Bir avukatlık bürosu açarım. Birlikte çalışırız…
Kafeteryadan parkın içerisine çıktılar… Kolları birbirine kenetlenmiş,vücutlarının sıcaklıkları;yörüngesinde duramayan elektronlar gibi kayıp gidiyor,birbirlerininkiyle kaynaşıyorlardı…
Mesut, yarım kalan konuşmasını tamamlamaya çalıştı:
- Dört yıldır birlikteyiz. Ve deli gibi seviyoruz bir birimizi…Ölümsüz bir aşkımız var…Her ne kadar ailelerimiz de birbirini tanıyorlar.Aileni çok severim bilirsin.Okullar tatil olur olmaz bize gidelim. Sonra da büyüdüğümüz yere.Hem çocukluğumuzda bizlere kucak açan eski ev sahibimiz Cemal Rüstem dedeyi de görmüş oluruz. Yaşıyorsa tabii ki.
Nur, derin bir iç geçirdi:
- Sorma sevgilim, çocukluğumdan kalan derin izleri var,o güzel insanların…Hem onlara da sürpriz yapmış oluruz…Bakalım seni tanıyacaklar mı?...Gerçi,çocukluk yıllarımızda Edremit’te komşuyduk.Ben kardeşim Zeynep ile birlikte Ankarada’ki Üniversiteleri kazanınca oradan koptuk…Ama zaman zaman evde hala oraların hatıraları anlatılır…
- Desene gerçekten sürpriz olacak aileniz için. Beni gördüklerinde şaşıracaklar belki de…Sahi ya unutuyordum…Ahmet amca ile Selma teyzeler ne yapıyorlar…
- Ne yapsınlar, emekliliğin tadını çıkarıyorlar…Annem son zamanlarda Edebiyat Defteri sitesi diye bir siteye dadandı…Bu yaştan sonra yazar olacam diye tutturdu.Gözleri bizleri görmüyor valla.Maos elinde sabahlara kadar bilgisayarın başında.Kah yazılarım,günün yazısı seçildi diyor,kah beni niye seçmediler,benim diğerlerinden ne farkım var,ben de kurdela isterim diye tutturuyor…Hatta geçen aylarda İzmir Foça’daki toplantıya bile katıldı.Orada yazmış olduğu “ihanet” şiirini ezbere okudum diye böbürleniyordu…
-Ha ha ha!...
Mesut:
Haftaya Pazar günü değerli yazarım Selma teyzenin elini öpmeye gelecem o zaman…Bakalım aşk şiirleri de yazmış mı?...
İki sevgili,gençlik parkından ayrıldıklarında zaman hayli ilerlemişti.Birbirlerinin dudaklarına,sokağın kalabalığına aldırmadan ateşli buselerini gönderip ayrıldılar..
Nur, ailesinin oturduğu Batıkent’e gitmek için halk otobüslerine binerken, Mesut da yurda gitmek için kalabalığın arasında yürümeye başladı…
Bugün bir Nisan…doğa,yavaş yavaş uyanmaya başlıyordu.Artık ilkbaharın ikinci ayına merhaba deniliyordu.Uzun ve sıkıcı bir kış mevsimini geride bırakmak,aşıklar için daha bir anlam kazanıyordu.Yürekleri cıvıl cıvıl,kanları delicesine akıyordu…
Mesut, iki gündür Nur’u görememiş, kampüsde de rastlamamış, doğrusu merak etmeye başlamıştı.
Bu hafta sonu ailesiyle tanışmak için onlara gidecekti ama…
Telefonla “ aşkım, seni merak ediyorum” diye mesaj çekmiş olmasına rağmen; mesaj başarısız görünüyordu ekranda. İki günlük hasret bile yüreğinin sızlanmasına yetip de artıyordu… Sahiplenme duygusundan öte ; kendisini onunla özdeşleşmiş hissediyor,onsuz aldığı havanın anlamsız kalacağı duygusu,yüreğinin taa derinliklerinde kıvranıp duruyordu…
Kendine ait özellerinin kendisinde kalmasına özen gösterir, en yakın sınıf arkadaşına dahi sırrını açıklamamaya çalışırdı. Hele de bu Nur’a beslemiş olduğu aşk olunca; her şeylerini, kendi hapishanesinde saklı tutuyordu.
Yurtta; yemek saatinden sonra salona geçip biraz kitap okumak istedi. Bugün, dost kitapevinde dikkatini çeken bir yazarın Aşk Özgürlük ve Tek Başınalık romanı dikkatini çekmiş,beş lira verip almıştı.Kitabın sayfalarını parmak ucuyla seri bir şekilde karıştırdı.Birinci sahifesindeki İçindekileri yazılı kısmı yukardan aşağıya göz ucuyla tarama yaptı…İçerik yönünden güzel bulmuştu.Aşk üzerine soru cevap şeklinde açıklamalar yer alıyordu.
Bir soruya karşılık verilen yanıta odaklandı:
“Aşk öğrenilemez, saksıda yetiştirilemez. Yetiştirilen aşk, gerçek aşk değildir. Vazodaki gerçek gül değil, plastik bir çiçektir.Bir şeyi öğrendiğinde bu sana dışarıdan gelir;içsel bir gelişim neticesinde elde edemezsin.Ve eğer gerçek olacaksa aşkın senin içinden gelmesi gerekir.
Aşk bir öğreti değil bir gelişimdir.
Aşk, asla kıskançlık nedir, bilmez. Tıpkı güneşin karanlığı tanımadığı gibi aşk da kıskançlığı tanımaz…”
Kitaba öyle kendisini kaptırmıştı ki; arkadaşı Ayhan’ın yanına geldiğini bile farkına varamadı. Ayhan, çok farklı birisiydi. Olmadık zaman da olmadık şakalar yapardı Mesut’a…Dört yıldır da arkadaşlıkları devam ediyordu.Okulları ayrı olsa da fark etmiyordu.Ayhan,Nur’un sınıfındaydı.O da Nur gibi avukat olacaktı.Nur ile ilişkisini biliyordu zaten…Bugün Ayhan da çok ciddi görünüyordu.Mesut’un yanına yaklaşır yaklaşmaz yanındaki sandalyeye oturdu.Kısa bir hoş sohbetten sonra;elinde daktilo ile yazılmış olan kağıdı Mesut’a uzattı.Arkadaşına ne bu dercesine bakışlarını yönelttiğinde;Ayhan sadece susmuştu.
Biraz sonra Mesut’un yüzü sapsarıydı. Okuduklarını bir daha okudu.
“Mesut, aşkımız son buldu. Yolun açık olsun.Beni unut…
NUR. “
Ayhan, çok kısa bir açıklamada bulundu:
- Arkadaşım, içinde ne yazılı bilemiyorum ama bunu, bana; Nur, sana vermem için gönderdi.
Bir an kafasından kaynar suların döküldüğünü hissetti. Demek iki gündür gözlerden uzak olmasının nedeni bu olmalıydı…
Ayhan:
- Ne oldu kardeşim, böyle yüzün sararıp soldu birden? Hadi söyle…
- Yok bir şey.
Aslında Ayhan, kurnazca hazırladığı oyunun karşısında Mesut’un tepkisini ölçmeye çalışıyordu. Nasıl olsa bugün bir Nisandı. Bir muziplik yapmasa çatlar ölürdü… Biraz köşeye sıkıştırmaya çalışıyordu Mesut’u…
Mesut’un birkaç saati nasıl geçti, bilemiyordu. Deliye dönmüştü. Dört yıllık aşkı bir kağıtla son bulmuştu ha. Ama neden, neden bir kağıda yazma ihtiyacı duysundu.Kendisi söyleyemez miydi?Dostça ayrıldık diyemezler miydi?
Yatakhanede yatma saati geldi. Herkes yatağına kıvranmış çoğunluğu uyumuştu bile…
Yan ranzada yatan Ayhan, sinsice arkadaşı Mesut’u izliyordu… İçindeki gizemi açıklayayım da şu çocuk kafayı yemesin bari diye gülümsemeye başladı kendi kendine…
Mesut’un ranzasına gidip kenarına oturdu.
- Uyku tutmuyor gözlerini de mi?
- Evet aynen öyle.
Ben, sana şimdi tek kelimelik bir reçete yazayım da hastalığın iyi olsun. Olmaz mı?
Mesut, hala işin muzipliğini anlayamamış, boş gözlerle ona bakıyordu…
- Offf be arkadaşım!!!.. Bu aşk senin gözlerini kör etmiş be…
-Reçeten nedir Ayhan? Beni merakta bırakma…Hadi söyle…
-Bugün günlerden ne? Bir Nisan değil mi, ha? Bir Nisan olunca senin aklına ne gelir?...
Nihayet Mesut’un jeton düşmüştü… Başladılar gülmeye…
- Ha ha ha
- Ha ha ha..
-Ulan sen var ya çok şeytan birisin.Böyle uyanık olmasaydın,hiç avukatlık mesleğini seçer miydin?...
- Ha ha ha ha ha…
Hadi uyuyalım. Yoksa yarın kalkamayız. Yalnız yarın bir porsiyon tatlımı isterim…
- Tamam Ayhan, sana iki porsiyon tatlı feda olsun…
ayhansarıkaya - 02 Nisan 2010 Cuma