- 367 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İnançların Tarihsel Rolü 8
8-İnsanlığın, ittifaklar girişmesiyle ortaklaşa olanın paylaşım bağcı olan tutumları; ortaklaşa olanın ilişkin düzenlenmesi de, yavaş yavaş ortadan kalkıyordu. Bu ortaklaşa paylaşım şekli, herkes için (o sosyal birliğin üyelerine dek); hayatın idamesi içindi. Şimdiki (ittifaklar dönemi ve sonrası) paylaşımlarsa, ortaklaşa olanın paylaşımına hiç benzemiyordu.
Araya zaman mekân süreci girmiş, ilişkiler değişmişti. Değişen ilişkiler ortaklaşa olanın paylaşımını da zorunlu değiştirmişti. Değişen ilişkinin zorunlu yansıması da yine bir paylaşımdı. Şimdiki paylaşım: eski paylaşım gibi sırf aitti üye olmanın paylaşımı değildi. Yine tüm klanın, bir totem kardeşler olmasının da paylaşımı değildi. Ha keza, tüm sosyal birliğin tek bir aile olmasının da paylaşımı değildi. Böylece sosyal birlikti ortak güç olmanın da bir paylaşımı olmayıp, aksine; “muhtaçlığın yardım almasıydı”.
Şimdiki paylaşım, tek yanlı bir yardım belirmesi içindeydi. Şimdiki paylaşım yardım alanlar hayatını sürdürsün diye değil de, muhtaçlığın boyun eğişiyle; hırs olacak eğimin kontrol edilen bir paylaşımdı.
Şimdiki paylaşım, mal edinenden; malı olmayana doğru eğimle; bir inayetti. Üstelik malı olmayanın, malı olana doğru eğimleşecek olan haset, garez, kin, çapul, darp, hırsızlık ve öfkesinden korunmak için de olan; şimdiki çelişkili yapıyı biraz frenlemenin paylaşımıydılar! Yani sosyal ve toplumsal çarpıktı huzursuzluğun tedricen indirgenmesiydi.
Buna bir de dinlerin paylaşımı veya dinlerin manen yardımı zorlayan imleri eklenince, bu paylaşımın toplumsal olan yanı görülmeyip; yokluğun, yoksulluğun bir doğaüstü güç takdiri olduğunu anlama ve anlayışı algılatılmıştı. Ve bu algılayış içinde yine bu gücün, insanlar arası yardımlaşmaya dek seslenir olması; yardım olan paylaşmayı neredeyse zorlar olan yapılaşması da ortaya çıkmıştır. Bir anlamda dinler, ezen-ezilen tarafların uzlaşmalarını ortaya koymaya çalışan bir emniyet supabıydı. Tabii ki dinlerin işlevine baktığınız yere göre anlam çıkarabilirsiniz de. Ama tarihi süreci böyledir.
Söz gelimi mülkiyetçi ilişki durumuna göre dinlerin doğaüstü güce değin şu kanısı; "Rızklar eşitsizle dağıtılmış, dilediğine dilediği kadar olacakla, verilmiştir" derken hem mala dek aitliklerin, zenginler gönlüne göre olması konuşulmuştur; hem de eşitsizliğin sindirilir olan bir onanması yapılmıştır. Bu bir doğru, ya da yanlış olabilir uzlaşmadır. Ama sonuçta ezen ezilen ikilemesi karşısında olup bitenlere bigâne kalınmayan, üçüncü bir uzlaştırır taraftır dinler. Bu güçlü-güçsüz ikiliğine dayanan dinlerin üçüncü taraf olması; insanların; emek gücünü bilip, üretimden gelen gücünü meşrulaştırana değin sürecekti.
Dinler çok yüzlü bir işlev girişmedirler. Şimdi burada biz, dinlerin uzlaştıran yüzüne emek ve sömürüyü o çağların gelişme ve üretim ilişkileri düzlemine göre nesneldi ekonomik girişmelerin insanlarca bilinip uygulanamayan yönlerine, ancak böyle olabilirdi, kargaşayı böylesine bir gayretle indirger olan bir sindirten uzlaştırma girişmesidir diyeceğiz. Tabii ki bu bir yönü ile böyledir. Tüm yönü kuşkusuz ki böyle değildir. Unutmayınız ki o günlerin anlayışları, bizim bugünkü anladığımız anlamda, bir anlayış olmanın bilinç zemini içinde hiç değildiler.
Aklınızın ermediği, ayırdımı dahi fark edilmemiş, bir sosyal zeminle, bir toplumsal zemin; sizden önce nasıl yapılaşmışsa, yapılaşmıştı. İşte sizler, böylesi bir yapıyı benimsemiş, kabullenmiş oluşunuzun davranışlarıyla yapıyı devir almıştınız. Bilmezlikti zorunlu olacakla siz, o ilişkiyi sağlasan sürdürümler içinde olacaktınız. Adaletiniz de, alınan bu devir içinde, korunan yapının sürdürülmesi doğrultusunda gelişecekti. Bunda da şaşacak bir şey yoktu.
Ancak üretim ilişkisindeki bir yeni gelişme ve düzenlenme ile bunların akıl edilecek birikmelerini sizden sonraya aktarabilecek ve aktarılanların da adaletli olur anlamalarıyla; yavaş yavaş bunun düzenletilmesini yapacaktınız.
Yine aynı dini kaynak bu kez de yoksulların (mülksüzlerin) isteğine göre konuşmuştur; "Elinizin altında bulunan malınızdan bir miktarı fakirler için takdir kıldık" ya da "fakiri zengine mirasçı kıldık" veya “sadaka malı artırır” gibi söyleyişleri zengine; fakirlerin ağzından söyletmiştir.
Bunlar o günkü sosyo ekonomik toplumsa yapının, birbirine hitaben konuşulmasını bizim için yansıtan bir bilgilenmeyle sağduyu olama sürecidirler. Mülksüzlerin tüm isteği bu mudur? Derseniz elbette bu olamazdı. Ama güçsüz olacakla boyun bükmenin bir uzlaşısı da ancak bu şekilde dolambaçlı olurdu.
Görüldüğü gibi dinler, bir yanı ile insanın kendisine yabancılaşmasını sağladıkları gibi hiç değilse de mücadele edemeyen ve mücadele veremeyen sesiz olan, bastırılmış kitlelere, o günün sağlasan koşullarına göre; epey sosyal adalet ilkesi de olabilmiştirler. İnsanı yabancılaştırma içinde çıkılmaz gibi karmaşıklaşıyordu. Bir yüzüyle şimdiden sonra dinler, devam ede gelen muhtaçtı ayrışmalı bulunuşun garabeti içindiler. Diğer yüzüyle, garabeti yumuşatan, bir parça zenginden alıp, fakire veren görünmez bir güçtüler.
Sosyal birlikti etnik komün yapıya cari pek çok ortaklaşa paylaşım ilişkilerine dek olan değerleri yitip gidecekti. Yerine yenileri konacaktı. Vatan sevgisi, verginin kutsallığı, sadakat, namus, şeref gibi akıl almaz denli her eşitsizleşirler noktanın, kendisine özgü ifadeler içeren ahlaki sözcükleri yapının; yeni ve yükselen değerleri olacaktı.
Bu yapının ulaşılmazları bağlamında fetişler daha bir çoğalacaktı. Mülklü güçlülerin, mal fetişizmi olacaktı. Güce tapma fetişizmi. Fakirin de bu konuları hayal eden, takıntı fetişizmi olacaktı. Fetişizm nerede ise ve adeta takıntı olmakla zirve eşecekti.
Dinler bir yüzüyle tüm bunların ihyası üzerine bir eksenleşmeyi de içereceklerdi. Cinsel fetişizm içinde: saç fetişizmi, el tutma ve el tutmama fetişizmini dayatacaktı. Yine kadını kafese koymayla ve kadını örtme fetişizmi ile kadının sesinin duyulması fetişizmi, namahremdik fetişizmdi. Aynı hal kadın sesinin duyulmasıyla tahrik olma fetişizmi vs. gibilerle bunlar; yüzlerce örneklerin, fetişti eksenleşilişin sadece birkaçıdırlar.
Dinlerin, öznel anlaşılmayla, ilahi oluşu söylenebilir. Ancak somut olurluyla, dinler kendi tarihselliği içinde; bir gelenek ve gelenekleşme, yaptırımıdırlar. Bu nedenledir ki, kadının kafese sokulmasına dek anlayışsa fetişizmi; dini tarihselliğin bir gelenekleşmesidirler. Bunu, "aslında dinler öyle değildiler de, cahil insanların kendi dinlerini yanlış anlayan bilmezdi olan sapık yönüdür" demenizle de, bu durumun mazurluğu söylenemez.
17.09.2011
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.