- 2243 Okunma
- 7 Yorum
- 0 Beğeni
NEDEN DOYUMSUZUZ?
------------------------------------------------------------------------------Dünde kalan köşe yazılarım/4
- Ayşe teyze dere kenarına kurduğu kazanının altına çalı-çırpı atıp suyu ısıttıktan sonra, içerisindeki çamaşırların arasına iki topak kil atmıştı," diye dünlerden anlatmaya kalksak bugünün gençliği anlayabilir mi?
Binbir marka deterjan, bir o kadar yumuşatıcı, ful otomatik veya merdaneli çamaşır makineleri ile medeniyet, ne kadar dişli gözüküyor.....
"- Dedem, dirsekleri yamalı ceketi, süvarilik geçirilmiş pantolonuyla bize yaklaşırken çok uzun boylu gözüküyordu," diye dünlerden anlatmaya kalksak, modası geçti diye ceket, pantolon, gömlek, bluz, etek, elbise yığınlarına sahip veya çöpe atmaya hazır genç delikanlılarımız, genç kızımız o dünleri gözlerinin önüne getirebilir mi?
"- Hasta eşini köye taşıyacak bir atarabası bile bulamayınca, onu sırtına aldı ve boş midesiyle, yağan yağmurdan çamur deryasına dönmüş köy yoluna cızlavat lastikleriyle daldı," diye dünlerden anlatmaya kalksak, evine gitmek için terminale gidip bilet alacağı vasıtanın marka ve modelini soran vatandaş anlar mı*?
"- Otuz sene önce biz, siyah-beyaz televizyondaki tek kanal programlarını ekrandaki silemediğimiz karlar arasından seyretmeye çalışıyorduk," diye dünlerden anlatmaya kalksak, elindeki telekontrolle doksandokuz kanal arasında, renkli televizyonumuzda geçgeç yapan ve oradakileri çıldırtan çocuğumuz anlar mı?
Medeniyet bu kadar dişli gözükürken ve bizler bundan bugün olabildiğince yararlanırken, neden içimizde hep bir boşluk var? Doyumsuzluklardan doğan mutsuzluğumuz gün geçtikçe büyüyor, daha da doyumsuzlaşıyoruz.
Şairin, ”Tek dişi kalmış canavar.” diye tanımladığı medeniyet mi canavar olan?
Canavar olan medeniyet değil de biz isek, yetiştirilmemizde bir yanlışlık olmalı. Beynimizin bir yanı birşeylere aç; ama açlık duyduğu şeyin ne olduğunu kimse bilmiyor.
Kafamızın tahtası mı eksik ne?
..........................................................................................15.09.1994
YORUMLAR
insan oğlu yaratılış gereği olsa gerek,ben duygusu yok olmadığı sürece doyumsuzluğu yaşıycaktır..bu duygunun yok olmasıda mümkün değil ..bu duygu, sadece peygamberlerde ve mevlana gibi engin yürek sahibi insanlarda olmaz..keramet sahibidirler ve kanaat sahibidirler ve bunun islamın şartı olduğunu bilirler..ellerini dünya menfaatlerinden çekmişlerdir...şimdi diyeceksinizki, veya şöyle diyeyim bu yorumumu okuyanlar diyecek ki o zaman öyleydi..bu zaman farklı..zaman ve mekan kutsal insanlar için geçerli olamaz..biz dünyaya sımsıkı sarılan hiç ölmüyecekmişiz gibi davranan biz kullar için geçerli.. bir dahamı geleceğiz bu dünyaya diyerek ihtiyacımızdan fazlasıyla yaşamayı kendimize düstür eyledik..ama sonucunda manevi değerler kalbimizden kaybolduğunda, kalp huzur evi olmaktan çıkıp hapishaneye dönüşür buda kişinin doyumsuz ve uç noktalara erişmesine neden olur..battıkça batar..bataklık kuşundan beter olur ...hiç olmazsa onun kanadı vardır.
kaleminiz daim olsun.. bir demet ışık idi yazınız benim için..esen kalınız..
zAMAN VE MEKAN NEKADAR DEĞİŞİRSE DEĞİŞSİN KORUNASI İNSANİ DEĞERLER HEP AYNIDIR.DOYUMSUZLUĞU YAŞARKEN DE ASLINDA VİCDAN İNSANA BİR ŞEYLERİN YANLIŞ GİTTİĞİNİ HEP HAYKIRIR.AMA SİZİN DE DEĞİNDİĞİNİZ GİBİ BENCİL VE BANANECİ BİR ZAMANDA YAŞIYORUZ.vİCDANA DA SANANE DİYOR İNSAN.YİNEDE ÜMİTSİZ OLMAMAK LAZIM.SAYGILAR
İnsanda isteme arzusu hiç bir zaman azalmaz...A.Maslow İhtiyaçlar Hiyararşisini sayarken en başa "temel ihtiyaçlar olan "açlık,susuzluk, barınma vb. koymuş...Fakat bundan kastedilen "zaruri"olanlarıdır, yeter miktarda...Oysa günümüzde her ihtiyacın yedeklemesi, bu da yetmiyormuş gibi,zevk için alış veriş modası çıkmış...Üretenler elbette tüketimi körükleyeceklerdir.Önemli olan insanın prensipli, sade,doğal, normal bir hayat idame ettirmesi olmalıdır...Kıymeti bilinmeyen nimet bir gün elden çıkar...Dayım zahirecilik yapardı.kamyondan etrafa saçılan uğday tanelerini eliyle toplarken birisi "cimri" diye sataşmıştı...Oysa hiç alakası yoktu,bu bir yaşam felsefesidir.Nehirde yıkanırken bile suyu israf etmeyiniz diye bir laf vardır...
Çok anlamı bir konuyu ele almışsınız çok tebrik ediyorum efendi...saygılar...
Her şey yerli yerinde olunca, tamamlanması gereken bir şeyler olmayınca, didişmeler başlıyor.
Bu günün insanlarına bakıyorum, evlenmeden her şey tam teşkilat alınıyor, eksik olan bir şey yok, sudan sebepler kavga ve ayrılma bahanesi oluyor.
Paylaşıma tebrikler, teşekkürler, selam ve saygılar.
hayır eksik olan tahta değil malesef
bizim gençliğimizde ne vardı ki eksiklerimizi almak için bir çabamız bir nedenimiz vardı bu ay maaşımızdan kalırsa şu eksiği alabilirmiyiz diye düşünürdük
şimdiki gençlikte eksik yokki her gün yeni alınıyor eskinin hiç değeri yok eskimiyor bile at gitsin çöpe deniyor
gençlik çok doyumsuz ve bu yüzdende geçimsiz saygıyı sevgiyi bilmiyorlar
çok güzel dile getirmiş ve güzel anlatmışsınız
saygılarım size
Geçenlerde tam bu konuyla alakalı bir yazı okumuştum. Yazarını hatırlayamayacağım ama özet olarak şöyleydi:
"teknoloji ve hız ilerledikçe beden ve ruh birbirinden uzaklaşıyor.
İlkel sayılan bir kabile ile yürüyüş yapan yazar bir süre sonra kabilenin yere oturup yürümediğini fark eder ve nedenini sorunca, çok hızlı yürüdükleri için ruhlarını geride kaldığını, onun için durduklarını söylerler. Evet telefon hızlıydı, ama mektubun bir ruhu vardı."
Gerçekten ruhlarımız bu hızlı hayatın gerisinde mi kaldı:)
tebrikler bu güzel yazıya, saygı ile
Yaşadıgımız her yeni durum ruhumuzdaki açlıgı tetikliyor.Hep daha fazlasını istiyoruz.Önce ruhumuzun dinginlige ulaşması lazım ki medeniyetin getirdiklerini dogru algılayıp hayatımızda gerektiği gibi kullanalım.Bu da kimin için ne kadar mümkündür bilemiyorum.Çünkü doyumsuzluğumuzun sınırına, yazınızı yazdıgınız günden beri ulaşamamışız.Daha ne kadar sürer bilinmez.Belki de artık mutlu olmayı bile hızla tüketiyoruz ki açlığımız kabus gibi büyüyor.
Yazıldıgı zamanı aşmış tespitleriniz, bu gün bile güncelliğini korumakta.Kaleminize saglık.Saygılarımla...