- 1701 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Masalsı Güzellikler Diyarı Amasra
Bir liman kenti… Tarihi Sesamos, Amastris, Amasra…
Sabah saat 8’de başlıyor yolculuğumuz. Heyecanla doluşuyoruz otobüse, sonra ver elini Amasra… Araba dağların, tepelerin ardından ilerlerken Karadeniz’in kendine has doğasına kavuşuyoruz; her yer yemyeşil… Kentin girişinde rehberimiz otobüsü durdurup aşağıya inmemizi söylüyor. Sol tarafta dağ çileği satan köylüleri görüyorum otobüsün merdivenlerinden inerken. İlk nefeste kentin havası büyülüyor beni, ardından Fatih Sultan Mehmet’in “Lala lala Çeşm-i Cihan bu mu ola?” diye lalasına sorduğu “Dünya’nın Gözü” denilen küçük denizle karşılaşıyorum. Türkiye’deki en eski dalgakıranla çevrilmiş olan deniz içinde ikinci bir deniz görünümünde olan Çeşm-i Cihan bizi ilk anda etkisi altına alıyor.
Deniz havası hemen acıktırıyor insanı, aldığımız güzel balık kokularının izini sürerek mükemmel bir balık lokantasına giriyoruz. Güleryüzle bizi karşılayan lokanta sahibi baş köşeye oturtuyor bizi, burada bize verilen hizmeti tanımlayacak söz bulamıyorum. İnsan kendinin değerli olduğunu hissediyor böyle bir ilgi karşısında… Tavşan adası manzarasına karşı yemeğe dahi kıyamadığımız salata tüm renkleri içinde barındırıyor… Balıkların da tadına diyecek yok!
Evlerin neredeyse tamamı tarihi motiflerle döşenmiş. Uğradığımız cami Bizanslılar tarafından yaptırılan kiliseymiş zamanında! Osmanlı döneminde kilise camiye dönüştürülüyor ve ortaya iki kültürün karışımı bir yapı çıkıyor. Ardından kendimizi birden ahşapçılar çarşısında buluyoruz. O kadar güzel ahşap oymaları ben o güne kadar gördüğümü hatırlamıyorum. Esnaf o kadar candan, o kadar tatlı dilli ki; gördüğüm her oymaya elimi atıp hiç düşünmeden satın alasım geliyor. Baktığımız her şey olağanüstü el emeği, alın teri taşıyor ve bir o kadar da ucuz… Halk yerli turiste çok alışık, hemen bize hangi okulda, hangi bölümde okuduğumuzu soruyorlar. Tam bir misafir havasındayız, bize ikram edilen şekerlerden birer tane alıyoruz…
Amasra kalesi tarih üstüne tarih izi taşıyor. Her gelen uygarlık bir öncekinin üzerini çizip kendi adını kazımış adeta… İlk kez Romalılar tarafından inşaa edilen kalenin surları daha sonra gelen Bizanslılar tarafından yaptırılmış. M.S. 14. ve 15. yy’lar arasında kenti bölgenin ticarete en elverişli yeri olarak tanımlayan Cenovalılar da Amasra’yı sahiplenip hiç kimseye kaptırmak istemediklerini kalenin ön duvar ve kapılarını yaptırıp savunma merkezi haline getirerek bize anlatıyor. Bugün kaleyi ele geçirmek isteyen düşmanlar yok ama onun hala bir koruyucusu var: adı Hasan… Hasan beş yaşında ya var ya yok; ama son derece çevik… Arkadaşlarının attığı plastik futbol topuna karşı kalesini korumaya devam ediyor. Bir fotoğrafını çekmek istiyorum Hasan’ın, gülüyor hemen de topunu koltuk altına alıp poz veriyor gülümser edayla…
Tatlı bir tarih kokusunu içime çekerek Amasra Müzesinin içine atıyorum kendimi… Tarih yolculuğu hemen sağ kapıdan içine çekiyor bizi. Önce Büyük İskender’in Helenist havası çarpıyor yüzümüze ardından Augustus’un Roma’sı ve Konstantin’in Bizans’ı… Teşhir salonlarında kentin çağımıza ulaşana kadar yaşadığı tüm dönemler kronolojik sıra ile sıralanmış. Hiçbir ayrıntıyı atlamadan yavaş yavaş ilerlerken gördüğüm gözyaşı şişeleri beni derinden etkiliyor, muhtemelen bir mezarın içinden çıkarılan gözyaşı şişesi ölünün ardından dökülen gözyaşlarını içeriyor. Gözyaşlarıyla somutlaşan özlem duygusunun akıp gitmesi yerine ``şişelenerek`` ölüyle bırakılması ölüye saygının bir başka boyutu…
Ve son durak Osmanlı… Müzenin bu kapısından girerken içim bir hoş oluyor; çünkü aradan belki asırlar geçmiş olmasına rağmen halen Anadolu kadınımızın kullanmakta olduğu bizim şu an yöresel diye adlandırdığımız ama o dönemlerde günlük olan kıyafetler önümde durmakta. Loş ışıklar içinde bir düğün kıyafeti bana yakın zamanda okuduğum Safiye Sultan romanını hatırlatıyor! Osmanlı Dönemi’nden kalma kın içinde değerli taşlarla süslü hançerler, saray haremindeki genç kızların ve zengin soyluların boyunlarını süsleyen gerdanlıklar, cariyelerin uzun küpeleri birer zenginlik belirtisi Osmanlı’nın. El yazması Kuran-ı Kerimler süslüyor sonraki odayı… Müzeden çıkıp Barış Akarsu’nun taze mezarını ziyarete gidiyoruz. Ellerimizi açıp mezarına dua ederken birden içimiz burkuluyor…
Yakamozlu bir gecede sonlanıyor misafirliğimiz, hafif de bir meltem yüzümüzü okşuyor bize “Hoşça kalın, yine gelin…” dercesine! Konuksever kent sahipleri sanki rüzgara da öğretmiş konukseverliği. İçimize sinen mutlulukla ayrılıyoruz Amasra’dan. Denizden dalgalar vururken sahile ayaklarımızı ıslatan köpükler arkamızdan su döküyor sahip olduğu suyun tamamını bize vermek istercesine. “Gideceğiniz yere tez varın, hayırlı yolculuklar!” dediğini duyuyoruz sadece doğanın ve biz doğa severlerin anlayabileceği dilde… Suya dalmış bakarken yüzümde bir serinlik hissediyorum, benim gözümden mi aktı o yaş yoksa denizden sıçrayan damlalar mı öpücük kondurdu yanağıma anlamadan ayrılıyorum bu rüyalar kentinden…
Düşleriniz mürekkep iziniz olsun, Hoşça Kalın!
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.