- 1307 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Reklam Terörü Ne Zaman Bitecek!..
Düşüncelerini insanlarla paylaşarak fikrini söyleme ihtiyacını hisseden insanlar namuslu adamlardır.
Beğenirsiniz, beğenmezsiniz ama onlara ihtiyacımız vardır.
O yüzden yazanları çok okuyorum, gelişiyorum, öğreniyorum.
O kadar fazla ki bu çabalarım anlatsam “yalan diyorsun” diye bir düşünce geçecek aklınızdan, biliyorum.
Namuslu adam olmak için kalem kağıda sarılalı çok oldu.
Okuduklarımı, öğrendiklerimi “daha güzele gidelim” diye makaleler halinde çeşitli platformlarda insanlarla paylaştım.
İlgi görüp görmediğini tam olarak test etme imkanım yok.
Ama yazılan yorumlardan, aldığım eleştirilerden, gelen maillerden, edilen telefonlardan şunu anladım ki yazmak zorundayım.
Türkiye’nin her yanından onlarca insan tarafından takip edilmek tarif edilemeyen bir duygu.
Sorumluk bazen kanımı döndürüyor.
Yazsan bir türlü, yazmasan vicdanınız paramparça.
Çok ağır bir yük, ama toplumun üzerine inen tarif edilemez ağırlıktaki presi kaldırmanın başak bir yolu da yok.
Simsiyah perdeleri aralamak, orada saklı acıları, hüzünleri topluma göstermek, insanları hatalarından döndürmek ve daha yaşanabilir bir çevre, kent oluşturmak kolay değildir. Bedeli vardır. Bu zor göreve soyunmak beraberinde çok ağır bedel ödemeyi gerektirse de vicdanı ile cüzdanı arasında tercihi vicdandan yana kullanmak zorunda olduğumu anladığım günden beri yazıyorum.
Bu bahsi kapatalım, çünkü çok derdim var. Konu güme gitmesin.
Bugün değineceğim konu bakalım sizde nasıl bir duygu uyandıracak?
Gerçekten içinize bir yara gibi duran bir meselemizi size bütün boyutları ile aktarabilecek miyim?
İlk uygulamaları büyük şehirlerde başlayan ve bir anda ülkenin bütün sokaklarını işgal eden bilboardlar…
Reklam panoları yolumu şaşırttığında ve beni istemediğim bir dünyaya sürüklediği gün aslında isyan bayrağını açmıştım.
Bir çok makalemin satır aralarında, beni istemediğim binalara, kurumlara, raflara götüren bu beladan kurtulmamız gerektiğini yazdım. Spor programlarında, dizilerin en heyecanlı yerlerinde, ard arda, dakikalarca süren reklamların, ruh yapımızda meydana getirdiği göçükleri zamanında görmüştüm ama, yeterince üzerine gidememiştim.
Çünkü “ ne güzel işte duvarlar kurtuldu, bunu bile eleştiriyorsun” diyenleri ikna edecek enstrümanlarım fazla değildi. Yani dünyanın bir başka yerinde veya ülkemde bir başka toplum veya vilayet buna isyan etmeden derdimi anlatma şansım yoktu.
Sekreterli, danışmanlı köşe yazarı olsam mesele yoktu.
Kolay değil bu konuda halkı dinleme zahmeti, temayülleri gözlemlemek tek başına, hiç kolay değil.
Her sohbetime bir cümlelik bir olta attım ve dinledim. Vahamet, bütün çıplaklığı ile yüzüme çarptı.
Tabi dinlediklerim arasında en çarpıcı olanı bulmadan siz değerli okurlarıma konuyu açmadım.
O beğenmediğimiz, çarıklı erkan dediğimiz halkımız, meseleyi o kadar güzel ortaya koymuş ki, şaşarsınız.
İşte size birkaç örnek…
- İşe gidiyorum. Aklımda çok sevdiğim patronuma derdimi anlatmak ve izin almak vardı. Ama metroya adımımı atmadan karşıma orta okul yıllarda yanında çalıştığım ve gereksiz yere beni tokatlayan insanın ürettiği bir marka çıktı. Ogün gücüm yoktu ama bugün patronumu en küçük bir ters hareketinde vurabilirim.
-Beni kendimden uzaklaştıran, olmak istediğim yerden bir başka adreslere götüren bu aşağılık reklam panolarını görmek istemiyorum. Artık önüme dikilen koltuk altları bana güzel parfüm kokularını değil, milletin canına malına kast etmiş vurguncuları hatırlatıyor.
-Dolmuşların kısa yolculuklarına beynimi zonklatan telefon numaraları, renk renk iç-dış mekanlar günümü zehir ediyor. Alacak param yok. Belki bugün avare bir şekilde dolaşacağım, rast geldiğim bir güzelliğe takılıp kalacağım ama olmuyor .Dolmuştan yüzümden düşen bin parça bir şekilde indim.Birde ne göreyim? Bir adam ağzı kulaklarına gözümün içine bakıyor. Başka sokağa saptım, yine karşımda, alabildiğine bir şeyler demek geçti içimden, günahkar olacağım, başka bir tarafa yöneldim, koşar adımlarla uzaklaşıyordum o surattan. Ne mümkün? Yine bir sokak başından önüme dikilince tekrar başka bir sokağa saptım. O sokak geldiğim yerdi, gitmek istediğim yerden çok uzaktaydım.
-Namaza giden bir insanın gözüne öpüşen bir çifti reklam diye sokarsanız olacakları söylemek istemiyorum.
-Bir kanalı izlersiniz, biliyorsunuz ve isteğinizle kumandaya basarsınız. Bu sizin bileceğiniz işti ama sokağı değiştirme şansınız yok ki.
-Eğer bir reklam panosu “lak” diye beni soyan servise götürüyorsa bende alabildiğine söylerim yani…
Bu örnekleri sizde kendinize uyarlayarak kabul veya reddedin. Beni ilgilendirmiyor.
Beni ilgilendiren edindiğim bilgileri sizlerle paylaşmak.
Bu konuda “dünyada neler oluyor” diye baktığımda, dünyanın öbür ucunda “temiz şehir” mantığıyla yola çıkıp şehirdeki bütün tabelaları kaldırmış olan bir kent var. Sanpaulo. Bu kent Brezilya’da.
90 günlük bir süreçte, şehirdeki bütün reklam panoları kaldırılmış ve şehirde hiç bir şekilde, reklam panosu, tabelası filan bulunmamaktadır.
Artık şehir kendine özgü bir dil geliştirmiştir, kentin referans noktaları değişmiştir. Artık billboardlar filan değil, binalar ön plana çıkmakta, bir yere gidilirken yazı değil bir binaya göre gidilmektedir.
Artık yürürken referanslarınız yok. Şehir yeni referanslar, yeni bir dil ve kimlik kazanmaya başladı. Ve kent halkı çok güçlü bir şekilde bu uygulamayı destekliyor. Kalkan billboardlar sokak çukurlarını, iş için bekleyen işsiz insanları görmelerini sağlıyor.
Ne dersiniz?… Böyle bir durum bizde ne zaman olur. Brezilyadan çok mu gerideyiz. Asla değiliz.
O zaman bir babayiğit bakalım ne zaman çıkacak ve insanları “reklam teröründen” ne zaman kurtaracak?
Terör diyorum çünkü insanı olmak istediği yerden, mecradan bambaşka yerlere götürüyor bu uygulamalar.
Kentin duvarlarına silinmez çirkin izler bırakan eski uygulamanın yerine konulan billboardalar bütün sokakları insana dar etti. Pusulayı şaşırdık, ruhi yıkımlar yaşıyoruz. O nedenle Reklam Terörü dedim.
Sevgi ve saygılarımla…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.