Cennet İçin Sıcak Bir Gündü
Bu sabah erken uyandı. Hergün erken kalkardı fakat bu sabah biraz daha erkendi işte. Saat tam altıda açtı gözlerini. Kuş sesleri onu uyandırmıştı. Yataktan çıkarak ağır adımlarla pencereye yaklaştı. Güneş henüz ortada yoktu ama hava aydınlıktı. Güzel bir gün diye geçirdi içinden. Sıcak ve kavurucu bir ağustos günü daha. Hava şimdiden ısınmıştı. Bu mevsimde güney böyle olurdu. Uyuyan karısına baktı. Melek kadar güzeldi. Otuz yıl önce onu ilk gördüğünde hissettiği duygular sardı yaşlı bedenini. Aradan yıllar geçmiş; bedenler eskimiş, zamanın kestiği yüzündeki hayat çizgileri derinleşmişti. Fakat eskimeyen ve değişmeyen tek şey içindeki heyecandı. Otuz yıl boyunca hiç yaşlanmayan, ölmeyen, sönmeyen ateş. Güneş kadar ölümsüz. Adının ne olduğu önemli değildi. Duygulandı ve ağlamamak için sessizce çıktı odadan.
Bahçede kediler sardı etrafını. Bacaklarına dolanıyor, sürtünerek acıktıklarını kendi dillerinde ifade ediyorlardı. Kaplara mama doldurdu. İştahla kıtırdatarak yemeye başladılar. Bu sesi severdi. Birsüre kedilerin sesini dinledi.
Yapıcak birşey bulmalıydı. Yetmişbeş yaşında bir ihtiyar güne bukadar erken başlarsa olucağı buydu. Yapıcak birşeyler diye geçirdi içinden. Önünde uzun saatler vardı. Herzamanki gibi doğa koştu yardıma. Bahçe ve toprak. Hortumu takıp yeni diktiği fidanları ve çiçekleri sulayıp biraz oyalandı. Ardından budanması gereken güller ve ağaçlar vardı. Bir süre onlarla ilgilendi. Daha sonra dinlenmek için gölgeliğine oturdu. Evet gölgelik. En sevdiği yer. Bahçenin tam ortasına masa kurmuş, üzerini güzelce kapatmıştı. Ne yağmur ne güneş işliyordu. Sağlam bir gölgelikti. Sabah kahvaltıları, öğle ve akşam yemeklerini burada yerlerdi.
Ardından kedileri sevdi biraz. Dişi olan hamileydi. Yakında doğuracaktı. Yavruları görebilecek kadar yaşamayı diledi tanrıdan. Haksızda sayılmazdı. Bu yaşlarda ölüm sürekli ensenizdeydi. Her an çıkabilirdi karşınıza. Markette süt alırken, sokağın köşesinde, otobüste, banyoda, yemek yerken, uyurken her an…
Gençliğinde kendini ölümsüz hissettiği günler geldi aklına. Güçlü, korkusuz, aşık serseri zamanlar… Gözü kara bir şekilde dünyaya kafa tutan genç yazar. Kelimeler ve cümleler ordusu kumandanı. Şimdiyse hava biraz serinlediğinde, hırka giymediği için hasta olup günlerce yatan bir ihtiyardı...
Sonunda saati 09.00 etti. Güneş sıcak yüzünü iyice göstermişti. Gölgelikte masasında oturuyor, kedileri izliyordu. Erkek dişiyi kovalıyordu. Bu sırada bahçedeki bir gölge dikkatini çekti.
Genç kız bahçede durmuş, ihtiyarın yeni diktiği fidanlara bakıyordu. Yavaşça oturduğu iskemleden kalkıp genç kıza doğru yürüdü. Yürürkende “Lanet olsun!” diye geçirdi içinden, sırtı ağrıyordu. Her hareketinde kemikleri büyük ve eski bir kalyon gemi gibi çatırdıyordu. Her sabah kalktığında bir yeri mutlaka ağrırdı. Piyango bugün sırtına vurdu. Yakıcı güneş altında ağır adımlarla yabancının yanına kadar geldi. Genç kız onu umursamadan yeni dikilen ve filizlenmeye başlayan fidanları inceliyordu.
Kısa boylu, yirmili yaşlarda genç bir kızdı. Uzun siyah saçları beline düşüyordu. Siyah eski moda bir elbise vardı üzerinde.
-“Merhaba, yardımcı olabilir miyim?” dedi evsahibi ihtiyar.
Yabancı hiç oralı olmadı. Yere çöktü ve beyaz elini toprağa batırdı. Yeni sulanmış çamurlu toprağın içinde küçük çocuk gibi elini gezdirmeye başladı. Ardından yavaşça başını kaldırıp kısılan mavi gözleriyle güneşi delen bir bakış attı ihtiyara.
-“Toprak buradan değil. Dışarıdan mı getirdiniz?”
Evsahibi ihtiyar şaşırmıştı.
-‘’Bahçe işlerinden anlıyorsunuz sanırım?’’
-‘’Biraz. İçinde hayat olan herşeyle ilgileniyorum.’’ dedikten sonra ayağa kalkarak çamur olmayan elini ihtiyara uzattı.
-“Sıdal ben, buraya yeni taşındık. Birkaç sokak aşağıda oturuyoruz. Bahçeyi görünce dayanamadım girdim, kusura bakmazsınız umarım.” dedi. Bahçesinin beğenilmesi ihtiyarın hoşuna gitti. Misafir kızın uzattığı eli gülümseyerek sıkarken:
-‘’Bende Vedat, memnun oldum, hoşgeldiniz kasabaya...’’ dedi ve misafirini gölgeliğe davet etti. Birlikte bahçeyi inceleyerek, muhabbet ederek yürüdüler. İhtiyar mahalledeki yalnız bir çocuğun arkadaş bulması gibi sevinçliydi. Sonunda bahçe işlerini konuşacak biri çıkmıştı.
Gölgeliğin altına oturdular. Vedat sigara paketini çıkardı, önce misafirine uzattı fakat genç kız reddetti. Bunun üzerine kendisi bir tane çıkarıp yaktı.
-“Sağlığınız için iyi değil.” dedi misafir.
-“Bu yaştan sonra ne önemi var? Günde birkaç sigara işte. Zaten ölüm ensemde, işini kolaylaştırıyorum hergelenin.”
Bu cevap karşında yabancının yüzü asıldı.
-“Size değer veren yakınlarınız yok mu? Eşiniz, çocuklarınız? En azında onları düşünün.”
-“Olmaz mı? Tek korkum karımdan önce ölmek! Ona bu acıyı yaşatmak istemiyorum.”
-“Onu çok seviyorsunuz sanırım?’’
-‘’Çok mu? Bu dünyada hiçbir ölçü birimi ona olan aşkımı değerlendiremez.’’
İhtiyar bunu söyledikten sonra sigarasından derin bir nefes çekerek:
- ‘’Otuz yıl boyunca hergün onun yüzünü görme şansı verdiği için tanrıya şükrettim, her sabah. Bana üç çocuk verdi. Kızlardan biri yurtdışında yaşıyor, diğeri İstanbul’da...”
Cümlesini keserek bir süre duraksadı ve sigarasından bir soluk aldı. Ardından devam etti: “Oğlum ise daha uzakta… Cennette. Doğumda kaybettik.’’ Ardından daha derin bir nefesle yarılandı sigara.
-‘’Üzüldüm.’’ dedi misafir. Konuyu değiştirmek isteyerek:
-“Eşinizle nasıl tanıştınız?’’
İhtiyarın asık yüzü gülümsedi birden:
-‘’Üniversitede. Aynı bölümdeydik. Onu gördüğüm an iki yıldırım düştü. Ciddiyim. Yağmurlu fırtınalı birgündü. Yıldırımlardan biri yakındaki trafoya diğeri kalbime düştü. Yüzüne her bakışımda nefesim kesiliyordu. Fakat kalbini kazanmak için çok uğraştım. Şuanki kadar güzeldi. Bütün fakülte onu konuşuyordu. Kızlar bile aralarında onun güzelliğini konuşurdu.’’
-‘’Şanslısınız, dünyada çok az kişi aşık olduğu kişiyle evleniyor.’’ dedi misafir.
-‘’Kesinlikle, akşamları eve dönerken onu göreceğim için hala heyecanlanıyorum, ayaklarım otuz yıl öncesi gibi uyuşuyor. Sana yaşlı bir ihtiyarın tavsiyesi küçük hanım, aşkı bulduğun an yakasına yapış ve ne olursa olsun sakın bırakma. Senden güçlü olabilir, seni yerde sürükleyebilir ama pes etme. Ben bunca yıl yaşadım, ömrümün son yıllarındayım belkide ama geriye dönüp baktığımda hatırladığım eşimle birlikte yaşadığım günler ve anılar sadece. Ekonomik krizler, politika, okul, iş hayatı, kariyer, para, savaşlar, cinayetler, bu dünyanın bütün kiri çamuru aşkın yağmurlarında yıkanıyor, geriye sadece sevdiğin insanla paylaştıkların kalıyor.’’
-‘’Etkileyici… Bir yazar gibi konuştunuz.’’ dedi genç kız. Hoş yüzü vardı kızın. Fakat farklı şekilde soğuk ve çekiciydi. Bu ses tonunada yansıyordu.
İhtiyar, son bir nefes alarak sigarayı söndürdü. Yüzündeki gülümseme daha da belirginleşerek:
-‘’Yazardım. Artık yazacak bir şey kalmadı. Gazetelerde hergün okuyorum, mutluluk şurada, burada, para, seks, uyuşturucu, alkol, herkes mutluluğu kendi penceresinden görüyor. Mutluluğu satmaya çalışıyor. Para karşılığında! İnsanlar çaresiz ve yalnız. Acısınıda kendilerinden çıkarıyorlarDünya bizi üzerinden atmadığı için şanslıyız. . Yeterince içine ettik dünyanın. Birbirimizi öldürmeye devam ederken arada doğanın ve hayvanlarında hakkından geliyoruz. Yemi balık, balığı insan, insanı da insan yiyor artık… Umarım canını sıkmıyorum genç hanım? Yaşlı bir ihtiyarın sıkıntıları işte, konuşucak birini bulunca çenem düşüyor. Karım otuz yıl dinledi, yeterince katlandı. Bende canını sıkmamak için artık fazla konuşmuyorum.’’
Genç kız saygıyla oturuyor ve dinliyordu. Duruşunda değişik bir hava vardı. Sanki olduğundan yaşlı bir kadındı. Genç kız aynı soğuk ses tonuyla :
-‘’Yoo aksine anlattıklarınız hoşuma gidiyor. Siz aşka inananlardansınız sanırım. Fakat birçok evli insan bir süre sonra aşkın bittiğini söylüyor.’’
-‘’Tamamen saçmalık! Çaresizlerin uydurması. Zavallılar, kaybettikleri aşkların acısını unutmak için evleniyorlar. Bu acı tazeyken evlendikleri kişiye aşık olduklarını sanıyorlar. Ama zaman, tecavüze uğrayan bir bakire gibi gerçeği önlerine atıyor. Ve bunu görmek onları sinirlendiriyor. Sonra aşk meşk yok gibi yalanlara inandırıyorlar kendilerini. Aşk dünyadaki bütün insanların yaşı toplamından daha fazladır yeryüzünde. Zamanında kıymetini bilmeyen ve karşılık bulamayan insanlar için iyi bir avuntudur aşkı inkar etmek. Bencil kalbi kırıklar ordusunun uydurması işte! Ya sen küçük hanım, sen ne düşünüyorsun aşk hakkında?’’
-‘’Hiç yaşamadım. Fakat yaşayanları dinledim, anlattıkları şeyler onu kutsal kılıyor.’’
-‘’Henüz gençsin, mutlaka sende bir gün karşılaşıcaksın. Her insan ölmeden önce bu şansı en az bir kez yakalar. Önemli olan farkında olabilmektir. Bu arada eşim birazdan uyanır, bizimle kahvaltı edermisin? Onunla tanışmanı isterim.’’
-‘’Çok isterdim fakat işime dönmeliyim. Artık vakit geldi. Eğer hazırsanız gidebiliriz?’’
-‘’Gidebilir miyiz? Nereye? ‘’
İhtiyar bu teklif karşısında şaşırmıştı. Fakat genç kızın sesi itaate zorluyordu. Genç kızın ağzından artık başkası konuşuyordu.
-‘’Vedat, kim olduğumu anlamadın mı? Zamanı geldi. Seni almak için geldim.’’
İhtiyar o an gerçekle yüzleşti. Dakikalardır saçmalıklarını anlattığı, ukalalık tasladığı küçük kız, tarihin ve insanlığın en eski tanığıydı. Meşhur, sayısız adı olan… Ölüm…
Binlerce yıl boyunca krallar, kraliçeler, kahramanlar, tarihin bütün büyükleri sırayla onu tanımışlardı. Sonunda onun da kapısına dayanmıştı işte. Herkese farklı görünüyordu. Fakat ihtiyar huzurluydu. Korkmuyordu. Sadece biraz heyecanlanmıştı. Bu sesine yansıyordu:
-‘’Karımı son kez görme şansım var mı?’’ dedi. Karşısındaki genç kız olumsuz şekilde başını salladı.
-‘’Malesef artık gitme vakti geldi.’’ dedi.
Kalbi milyonlarca yıldır bozulmayan buzul kadar soğuk ve sert olan ölümü yumuşatmak gibi bir şansı olmadığını iyi biliyordu ihtiyar. Çaresizce kabullendi. Ayağa kalkıp bahçe kapısına doğru yürümeye başladılar. Güllerin arasından geçiyorlardı. Kokularını son kez içine çekti. İşte yediveren üzerinde sarı meyveleriyle mis gibi kokuyordu. Diktiği fidanlar boynu bükük şekilde selamlıyorlardı onu. Kedileri geldi bahçe kapısına, onlara baktı. Başlarını sevdi. Yavruları göremiycekti. Demir kapıyı kapatırken evine ve bahçesine son kez bakıyordu. Kötü hissetmiyordu. Uzun ve sağlıklı bir hayatı olmuştu. O an mutluluğun ne olduğunu anladı. Ölümün yanında yürürken hissettikleriydi…
Karısı, çocukları, evi, kedileri, bahçesi, çiçekleri, gölgelik, kitapları, yazdığı daktilosu, ölen arkadaşları… kısaca yetmişbeş yılın bütün anıları tek karede birleşiyordu. Milyonlarca parçadan oluşan kozmik bir yapboz. Sonsuzlukta yanına alacağı ve sıkılmadan bakacağı tek resim olarak hepsi kalbindeydi.
- ‘’Mutluyum. Ben mutlu ve ölü bir hergeleyim!” dedikten sonra ihtiyar yanındaki ölüme döndü: -“Hep bu şekilde mi oluyor? Ben daha zor ve acı olucağını sanıyordum…”
Ölüm ve ihtiyar uzaklaşırken, bahçeye çıkan ihtiyarın karısı gölgelikte oturan kocasına sesleniyordu…
İhtiyar, karısını duyamıycak kadar uzaktaydı artık. Hareketsiz biçimde tahta iskemlesinde oturuyor, açık kalan gözleri masada duran paket sigarası ve çakmağına bakıyordu…
Son
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.