- 1643 Okunma
- 19 Yorum
- 0 Beğeni
TUFANKIRAN TEPESİNDE RÜZGAR YOK
Oturduk köyün en göğe yakın tepesinde. Bir balta sapı kadar yukarımızda Ay. Ellerimizde amcamın cebinden aşırdığımız uzun Samsun sigaraları. Dumanımız bir yana savruldu, boynumuzdaki beyaz atkılar bir yana. Rüzgar yokladı da geçti serdengeçti düşlerimizi. Boynu bükük bir lale gibi kıvrıldı sahile yakın fındık bahçelerine doğru. İlerideki kızılağaç korusundan iki iri baykuş havalandı. Başımıza yakın bir yerden uçtular Solaklar mahallesinin viran minaresine. Korkup Tufan’ın koynuna soktum burnumu. İç cebinden tüten ispirto kokusundan anladım. Yine Remziye’ye gitmiş gizlice.
Remziye kasabada hocalık yapar. Köy köy gezip yazar gelinlik kızları. Sonra çıkar hükümet konağına, kaymakam kalemi Mükerrem Beyi görür. Kalemde nihayetlenir bütün işler. Muhtara gureba ödeneği, işsize iş, öğrenciye önlük yaka, hastaya sakat iskemlesi…Her biri Mükerrem Bey’i görme ile olur. Kızıl saçları el kadar eşarbından taşar Remziye’nin. Rastıklı gözlerini bir süzüşü var, ölüyü diriltir evvel Allah. Atar bacak bacak üstüne emprime eteği titrer. Hep romatizmalıdır Remziye. Sıvazlar kör olmayasıca bacaklarını, “Güz geldi arttı benim derdim” der. Mükerrem Bey mutaassıp adam, kızarıverir kulak memesinden ensesine dek. Başını eğer yazıhanesine, “Esteüzü” çeker içinden. Böylelerini hatırlı bir kötekle kovmalı mübarek devlet makamından. Fakat gelinlik kızlara acır. Kim öğretecek fukaralara sakız gibi beyaz işleri? Bebek tulumları, mutfak takımları yapacak kızlar. Türkan Şoray kirpiği kazaklar dokuyacaklar, terli koyunlardan çıktıkları ayaz sabahlar için. Velhasıl; tavanından gök görünen metruk okul, allı güllü kızların kocalık düşler işlediği küçük bir düş imalathanesine döner her yıl.
Ben altı yaşından severim Tufan’ı. O bana Remziye’yi anlatır.
Bir gece çok ağladım. Toprağı tırmalaya tırmalaya…İçimde köklenmiş bir uru damar damar sökercesine. Tufan tam, Remziye’nin bahçe çitinden atlarken, kolunu yan bahçenin dikenli teline çizdirdiği anı anlatıyordu.
“ İkinci katın sofasında yatıyor mendebur babası. Çaresiz; pencereden atlayıp çıktım evden. Arkamdan ince bir lodos gibi fısıldadı Remziye: “Eve varınca nişan et.” Müstakbel kaynanam çözmüş geceden çomarı. Geldi ayaklarıma daldı musibet. Güç atladım bahçe duvarının düzlemesine. Döndüm baktım Remziyem pencerede. Geceliğinin ipini omzundan aşağı düşürmüş. Saçları kor gibi akmış koynuna. Gözlerini siliyor. Çıkartıp cebimden dedemin altıpatlarını, karanlığı delik deşik ettim. Remziye çarçabuk kapattı pencereyi, kaçtı içeri. Babası göründü avludaki taşlıkta. Gözleri yuvalarından dökülmüş. Altında beyaz fanilası üzerinde atlet. Ters giymiş ayağına gavur lastiklerini. Sağ omzunda dolu fişeklik. Elindeki tekli kırmayı havaya kaldırıp okkalı bir küfür savurdu. Çomar yerden iki arşın yukarıdaki duvar tepesine sıçrayıp durdu salyalarını akıtarak. Atladım, kaçtım oradan. Kaçarken kolumu aldırmışım dikenli tele. Sıyrıldı boydan boya. Şemsilerin dibe varana kadar ihtiyar ve çomar bağrışıp durdu arkamdan. Deli, sıfatsız! Ben sanki bilmiyorum kırmanın bozuk olduğunu.”
Daha anlatırdı Remziye’sini de hıçkırıklarımı duyunca sustu. Elleriyle yanaklarımı yoklayıp, hakikaten ağlayıp ağlamadığımı kontrol etti.
“Korktun mu kız Saim? Üzüldün abine değil mi?”
“Korktum. Gitme bir daha Remziye’ye.”
“Niye kız, deli.”
“Vuracak seni babası. Korkuyorum. Vallahi amcama derim bir daha gidersen.”
Güldü. Saçlarımı karıştırdı hoyratça. “Tamam” dedi. “Gitmeyiz bir daha.”
Adım Saime benim. Annem yaşasaydı bir Saim’e verecekti beni besbelli. Fakat aheng-i reftarı tuttu kör bahtımızın. Annem sıtmaya tutulmuş ebe döşeğinde. Bir bakış atmış bana, sonra kapatmış gözlerini bu ağrılı dünyaya. Babam çıldırmış o ölünce. Birkaç ay yitmiş gitmiş bir yerlere. Döndüğünde eski halinden eser yokmuş. Birkaç yıl yarım aklıyla dolaşmış durmuş mezarlığın oralarda. Herkes ondaki aşkı hayran hayran anlatır durur hala. Fakat ben gerçeği biliyorum. Geçen seneydi; ebe kadın anlattı bana. İçmiş o gece babam. Sarmış karnı burnunda anneme. Sancılanmış kadın. Daha o vakit kalmışım ara yerde. Annem aşağı itmiş beni, babam yukarı. Ebe kadın güç kurtarmış beni sabaha.
Taşla doludur babamın çukurunun üstü. Kaç kere diktilerse söktüm mezar taşlarını. Götürdüm şelaleden aşağı attım. Adı da kalmasın toprak üzerinde ne olacak? Ot bitmesin üzerinde.
Yengem aldı beni koynuna. Tufan’la birlikte büyüttü. O yüzden kıza benzemem ben. Kısadır saçlarım. Etle kesilmiş tırnaklarım boya bilmez. Kar kapattı mıydı ortalığı çulluk avlarız Tufanla. Sigara içer, maç izleriz. Amcam çok kızdı evvela bu halime. “Erkek gibi pantolla geziyor bu deli. Dere boyunda ördek kaldırıyorlarmış köyün çocuklarıyla. Oldu olacak kuş lastiği ve bilyeli araba da yapalım ona. Tövbe tövbe. Hanım, vallahi deli edeceksiniz beni. Konuş şu kızla.”
“Kız Saim! Korktun mu len?”
Çektim aldım burnumu Tufan’ın koynundan. Sildim ispirto kokusunu elimin tersiyle. Remziye’yi anladığımı ve bozulduğumu belli etmedim.
“Ne korkacağım iki kuştan.”
“Ne sokuldun o vakit civciv gibi?”
Sustum. Yanıp izmarite inen Samsunu attım elimden. Yamacın dibindeki fındıklığı seyre daldım. O ise bir sigara daha yaktı. Sonra ceketini çıkartıp serdi otların üzerine. Uzandı. İki elini başının altında birleştirip, gökyüzünü seyre daldı.
Çok dayak yer Tufan. Babası ayrı döver, dedesi ayrı. Güya belli etmez kırıklarını. Sanki ben anlamazmışım gibi. Hep güler. “Keşke senin baban yerine benimki öleydi” derken bile hırçın bir kahkaha uçuklar dudaklarında. Aslında az deşiversem sular seller gibi cerahat akacak yüreğinden. Erkek adam bu? Kolay mı yirmisinde dayak yemek. Remziye yara yiyici sülük gibi. Öper koklar gün aşırı. Dokunur yaralarına, okur da bir şeyciği kalmaz. Üç kuruşunu da komaz cebinde fakat ,ne olacak? Yaşanır mı derinliği ölçüye gelmez yaralarla?
“Saim!”
“ Söyle.”
“ Vallahi gitmedim Remziye’ye. Surat etme. Hem vermişler onu kocaya. Elin sahipli karısı olmuş. Yakışmaz artık bize.”
Döndüm baktım, ceket mi konuşuyor, Tufan mı diye. Öyle derinden bir ses. Ezik ve ağlamaklı. Karı yarmış bir çiçek gibi ürkek ve ölgün. Remziye postayı vermiş eline belli. Dökülmüş bizimkinin ibiği. Ne olacak şimdi? Sırtı kaç kat çile bağlayacak? Yıkanmaya alışmış kulak gibi, sevilmeden geçer mi sırt yarası? Ben uzanıversem, ben dokunsam?
“Saim kız, benim bir planım var. Paranın dişisini buldum? Daha insanla işim olmaz. Paran varsa…”
Sustu da ayağa kalktı. Ceketinin iç cebinden çıkarttığı kartvizite baktı yan yan. “Murat Soyubelli.” Okurken bir cambaz gibi tutundu dudaklarına uzun Samsun. Sallandı da düşmedi.
“O kim ki?”
“Bak Saime. Ciddi bir iş bu. Dere kenarında kaz kovalayıp, milletin samanlığını yakmaya benzemez. Çok tehlikeli. Fakat çok da para var ucunda. Biz bu işi yapacağız bundan sonra?”
“Ne işi oğlum. Saçmalama allasen? Biz kim para kazanmak kim?”
“Sahte para işi.”
“Tövbe!”
“Ulan bu kadar ödlek olma. Söz çok para kazanınca seni kıza benzeteceğim.”
Ağız dolusu güldü Tufan. O kadar çok güldü ki yaş geldi gözlerinden. Sonra ağlamaya döndü. Başını iki elinin arasına alıp sessiz ağıtlar yaktı. “Remziye, evlat yüzü göreme! Kara kanın içine aksın Remziye!”
O gece mühim bir karar verdik Solaklar Camiinin minaresine bakarak. Gece ağır bir kargı gibi gökyüzünü yırta yırta çekildi karşı dağların arkasındaki kuytuluğa. Minaredeki iki baykuş öttü uzun uzun. Kızılağaç korusunda çıtırdadı birkaç kuru dal. Rüzgar çaya üfler gibi bir yana yatırdı önümüzden yamaca kadar uzayan çayırlığı. Gün ağarana dek, iki elimizi başımıza dayadık da düşündük kara kara. Tufan ara ara da olsa gülümsedi. Ben hep kötü şeyler düşündüm. Beyaz atkılarımız sabah rüzgarına aldandı da uçtu sırtımızdan tarafa…
***
Sarı kartal taksiye zula ettik sahte banknotları. Amcam görürse arabanın barakada olmadığını Allah can verdi demeyecek. Ortanca kızın başlığıyla aldı onu o. Kızı gibi sever o yüzden. Her sabah yıkar yağlar koyar tekrar yerine. Sarı renkli eski bir şey. Belki benden bile eski. Baksan uzaydan fark edilir.
“Tufan, bu külüstür başımızı yakar. Kimin var böyle iğrenç bir şeyi? Yakayı ele vereceğiz maazallah.”
“Korkma Saim. Üç beş bağ para. Elden çıkarıp, iki gün yüzü göreceğiz. Bir şeycik olmaz. İstemezsek bir daha yapmayız. Kaçar gideriz buralardan.”
“Değmeyecek göreceksin.”
“Kaybedecek neyimiz var?”
“Özgürce uçuşan atkılarımız.”
***
Sarı mavi ışıklar kesti yolumuzu. Torpidoda son teslimatlar. Radyoda Ferdi Tayfur söylüyor. “Ellerin elimde kalabilirdi/ Rüyamız bir gerçek olabilirdi.” İnceden bir yağmur öpüyor sarı kartalın burun ucundan. Tufan “durmayalım” dedi. Sustum kaldım öylece. En son mahcup bakışını gördüm polis arabasına bindirilirken. Boynunda beyaz atkısı. Islanmış da deri ceketine yapışmış. Sarı kartal kala kaldı uçmaz kanatlarıyla yol kenarında.
***
Devlet büyükmüş. Geniş odaları, karanlık bir ev gibi. Kapılar kapılara gebe. Girdik çıktık her birinden. Hiçbir şeye benzemeyen fotoğraflarımızı çektiler. Cürmümüzden büyük göbekli adamlar dikildi başlarımızda. Hiç gün ışığı göremedik. Hiç yıldızı olmadı karanlığımızın. Üç gün sonra mahkeme koridorunda karşılaştık. Gözünün üzerinde derin bir yarık. Yüzünde ağız dolusu bir gülücük. Dokunsan ağlayacak yine eşşoğlu. Ben bilmiyor muyum onu? Korkudan bağı çözülmüştür dizlerinin. Beklemede bir banka oturttular bizi. Ellerimizde pırıl pırıl bileziklerimiz. “İstanbul’a götürecekler beni” dedi sessizce. “Sen ne derlerse bilmiyorum, de. Savcı Bey yemin verdi, çete çökertilirse salacak bizi. Her şeyi anlatacağım, suçüstü yapacaklar. ”
Tufan bir otobüsün kırkıncı koltuğuna kelepçeli gitti İstanbul’a. O gün ilk kez güneşi gördüm. Yanaklarımdan öptü ılık bir yaz sonu rüzgarı.
Hiç mi yanılmaz insan kabuslarında? Hep aralık yerde mi durur dünyaya aralıktan sızıp gelenlerin kaderi? Tayfun’u delik deşik ettiler kör bir İstanbul gecesinde. Üç gün sonra cesedi getirildi köye. Bir kara torbacıkta da elbiseleri. Açtım da baktım yüzüne. Vallahi gülümsüyor. Yalnız bir labirent gibi kalmış dudakları. Son sözleri yolunu kaybetmiş belli. Öyle karışık bir şekil işte; Remziye der gibi dolambaçlı ve uğursuz.
***
Amcam sekte geçirdi de yattı kaldı buz gibi. Duvardaki çiviye takılı kemerine baktı durdu çapak vurmadan. Kara kayış, karardı da kaldı duvarın orta yerinde. Şimdi Tufan girmeliydi kapıdan. Derdest edip taşlığa sürüklemeliydi onu. Çıkarıp belinden kemeri, sırtına cennette gider yollar açmalıydı. Böyle gider miydi bir evin bir oğlu?
Yengemin avurtlarına kırağı düştü ağlamaktan. Üç günde köküne yılan girmiş incire döndü. Komşu kadınlar kaldırdı dikledi onu. O süzülüp yığıldı tekrar tekrar. Biri iskeletini sıyırmış bu kadının.
Solaklar minaresi bir garip bu gece. Oturduğum tepeye doğru eğilmiş. Kızılağaç korusunda çıt yok, baykuşlar yok. Belki de zaten yoktular. Göğüs kafeslerimize tıktığımız biçarelerdi o uçan karaltılar. Belki de o yüzden ciğersizin tekiydik ikimiz de.
İki elimde iki beyaz atkı. Bekliyorum. Fırıl fırıl dalgalanıp aksınlar sırtımdan öteye. Tufan Remziye’ye gitsin yine. Ben yatayım erketesine. Sonra birlikte el sallayalım askısı omzundan devrilmiş Remziye’ye.
Gözlerimi yumdum, bekliyorum.
Fakat; rüzgar da yok.
...ENGİNDENİZ...
YORUMLAR
tadı damağımda bitmemesini istediğim arkası nerede dedirten bir kalem sevgilerimle daim olsun inaşallah..
Aynur Engindeniz
Çok teşekkür ediyorum. Sevgiler çok çok....
Ne güzel bir anlatım şiir gibi...Tebrikler
Tatilden yeni döndüm, geriye dönüp okuyorum.
Sevgilerimi yolluyorum...
Aynur Engindeniz
Monologlar beni bir tepenin başına getirdi. Kurguları tercih ediyorum denemelere karşı; bu yüzden de Tufankıran seçtim günün yazısı olarak. Kıskançlık'ı çıkarsınlar, bunu koysunlar.
Aynur Engindeniz
Sözleriniz cesaret veriyor inanın. Birikimli ve profesyonel yazarlardan beğeni almak gibisi var mı? Çok teşekkür ederim.
Saygılar.
Mükemmel bir öykü.
Tebrikler.
Paylaşım için teşekkürler, saygı öncelikli sevgiler.
Aynur Engindeniz
Aynur Engindeniz
Sevgili Aynur'cuğum edebiyat senin kanında var. Büyük bir yeteneksin her zaman söylüyorum. Büyük bir ilgiyle hiç bir detayı kaçırmadım okudum. Harikasın sen. Tebrikler. Sevgilerimle.
Aynur Engindeniz
Aynur Engindeniz
Aynur hanım,bir ara gidiyorum demiştiniz...Bizlerde gitmeyin kalın diye yazmıştık...Neden mi? İşte bu yüzden!!! Okunası,okunası ve okunası....selam ve hürmetlerimle
Aynur Engindeniz
Beğenmenize sevindim.
Saygılar.
İbrahim ERZURUMLU
Aynur Engindeniz
Sevgiler canım.
lacivertiğnedenlik
- Ceket mi konuşuyor, Tufan mı diye. Öyle derinden bir ses. Ezik ve ağlamaklı.
- Okurken bir cambaz gibi tutundu dudaklarına uzun Samsun. Sallandı da düşmedi.
Ben senin en çok kelimeleri giydirişini seviyorum. Öyle başarıylada yapıyorsun ki Aynur.. Seni kıskanıyorum :)
Billur T. Phelps tarafından 9/28/2011 12:51:27 PM zamanında düzenlenmiştir.
Aynur Engindeniz
Teşekkür ediyorum sevgii Billur. Var ol.
Sevgiler.
Off off..Ne remziyeymiş...
Ben ise şaşkınım hala böyle bitmemeliydi oysa hikaye.Ne bileyim, bence paraları okutup şöyle adam akıllı giyinmeliydi saime..
Sonra kuaföre gidip saçlarını boyatmalı, tırnaklarına bordosu en bordo ojeler inşa ettirmeliydi.Eteği olmalıydı mesela. ayakkabısı az topuklu.Sonra yürümeye çabalrken düşüvermeliydi Tufanın kollarına.Tufan kokusundan tanımalıydı onu.Kokusu bilek izlerine sürülmüş az biraz gerdanında kalanından...
Beyaz atkılarını birbirlerine kenetlemelilerdi .Ne bileyim.Remziye kıskanmalıydı.Hıh zaten o hep kullandı Tayfunu bunu herkes biliyor.
Ben nerdeyim ne yapıyorum.Burası neresi:)
Sevgimlesin gülüm her zaman ki gibi.Okuttu- okuttu hissettirdi...
SULTAN HÜRREM tarafından 9/28/2011 12:40:23 PM zamanında düzenlenmiştir.
Aynur Engindeniz
Merak etme burdasın benim yanımda. Çay getireceğim sana birazdan. Bir sürü güzel öykü okuyacağız seninle.
Sevgiler...
YAKAMOZ YILDIZ
Fakat; rüzgar da yok.
SAYGILAR.
çok güzel.....birde kısa olmasa....kayboldum sayfanda ......saygılar
Aynur Engindeniz
Teşekkürler ve saygılar sana.
Yine döktürmüşsünüz ne diyeyim. Maaşallah diyeyim nazarım değmesin.
Her zaman taze cümleler bulunabiliyor yazılarınızda. "Rüzgarın çaya üfler gibi çayırları yana yatırması" mesela.
Artık hiçbir yazınızı kaçırmıyorum ve hiç bir zaman da eli boş çıkmıyorum sayfanızdan. Ellerinize gönlünüze sağlık
Aynur Engindeniz
Selamlar.
Aynur Engindeniz
Nermin Kaçar
Aynur Engindeniz
Aynur Engindeniz
Türkan Şoray kirpiği...Az mı hırka ördük annemle kafa kafaya kış geceleri...Siyah beyaz tv de renkli hayatları izlerken, kaç kere ilmek kaçırdık da, bir daha söktük el işimizi. Belki de o zaman açıldı içimde bu kara delik. Topladım attım içine ne gördüysem...
Türkan Şoray kirpiği de bir şey mi. Öyle zor bir örnek vardı ki; adı da sanat güneşiydi:)) Vallahi. Kimse de örnek vermiyordu başkasına. Annemle gitiğimiz oturmalarda kadınlara çaktırmadan baka baka çıkartmıştım örneği:))
Şimdi kızlar anneleriyle ev oturmalarına gitmiyor. Çeyiz falan hak götüre...Eski bayramları arayıp duruyor millet. bence eski insanlar nerede diye dövünmeliyiz...
Bak neler düşündürdü bana şu kirpikler:))
Seviyorum seni okumayı ve beni okumanı...
Ne desem boş.
O kadar başka yazıyor ki bu kalem.
Alıp götürüyor rüzgârlı tepelere okuyanı.
Kutlarım.
Selam ve sevgimle.
Aynur Engindeniz
Fakat bu aksaklıkları söylemenize de mani değil. Her zaman fikirlerinize açığım.
Teşekkür ediyorum size. Saygılar.
Ben en çok özgürce uçuşan atkılarımızı sevdim:) Gerçi ben Mourinho tarzı boyna bağlamayı severim, biraz özenti ama şık duruyor. Ama eskiden böyle bir şey yoktu hele biraz ufaksanız muhakkak rüzgar galip gelirdi, iki de bir düzeltmek zorunda kalırdınız.
Güzel bir öykünün içerisinde, bence sahip olmak istediğiniz bir anlatım biçimiyle var olmayı başarmışsınız. Hani komşunuz çay içmeye gelir veya iş arkadaşınız elinde kahve masanıza çöreklenir ya... Doğallığı ve her gün işitilebilir oluşu tam kıvamında. Kitleniz, yelpazeniz çok geniş.
Ayrıca gece yayınlamanız benim gibiler için büyük incelik:) Yürekten kutluyorum...
Aynur Engindeniz
Bu öyküyü yedi ay önce kaleme almıştım. O halini okuyunca bunu ben yazmış olamam dedim inanın. Fazla ağlak geldi, gereksiz bir çok cümle kullandığımı fark ettim. Anlatımı da birldiğimiz "di'li zaman" anlatımıydı. Kurgu iskeletine sadık kalarak bütün deriyi yüzdüm attım. On dört sayfalık öykü 4 sayfaya indi. Bir altı ay sonra bu şekli de beğenmeyeceğim biliyorum.
Neyse; teşekkür ederim güzel sözleriniz için.
Selamlar saygılar size.
Umut Kaygısız
Kolaya gelince:))) Evet, Niğde gazozuyla biraz tutucu ve milliyetçi davrandım ama düşünün Finlandiya gibi bir ülke Nokia ile neler yapıyor? Biz de Aselsan cep telefonunu kullanan gördünüz mü hiç? Ama kötü diyorlar. Haklılar kötü. Fakat kötü haliyle satılmazsa, ufakta olsa destek görmezsa daha iyisi için nasıl çalışır? Tıpkı bizler gibi:) Ben coca cola da içiyorum ama...:( bu kadar güzel lakırdıya uymayacak belki ama ne yapayım, alışkanlık, affedin:))
Aynur Engindeniz
Coca Cola, savaş destekçisi bir firma olduğu için, Filistine yağan her bombada bir parça demirim olsun istemiyorum. O firmayı bırakmak çok zor oldu. Fakat dediğiniz gibi daima yerliğ malı kullanma taraftarıyım. Aselsan telefonun yok gerçi ama:))
Ben sizin gibi duyarlı bir sanatçının savaşa destek vermeyeceğini düşünüyorum...Öbür kolalar o kadar güzel değil ama düşünün bir bebeğin kafasından ağzından urnundan gelen kanda parmağınız olmayacak.
İçinizi kararttığım için kusura bakmayın. Dünyayı Allah, kıtaları insanlar döndürür bence. Bir insan bir çoktur aynı zamanda. Küçük tepkiler çığ olacaktır.
Siz bunları zaten biliyorsunuz. Saygılar.
Umut Kaygısız
Aynur Engindeniz
Oh bugün kardayım:) Hayırlı bir şeye vesile oldum:)
Teşekkürler.
(Türk kolası içebiliriz ama:)
Aynur, yazının çıktısını alıp,p.be günü okuyacam. Yarın ful doluyum çünkü.
Selamlar kardeşim.Kendine iyi bak.