- 454 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kendi Refahının Peşine Düşenler
Allah Kur’an’ın, "Sizden önceki nesillerden onlardan kurtardığımızdan pek azı dışında yeryüzünde bozgunculuğu önleyecek fazilet sahibi kişiler bulunmalı değil miydi? Zulmedenler ise, içinde bulundukları refahın peşine düştüler. Onlar, suçlu-günahkarlardı. (Hud Suresi, 116) ayetiyle kendilerine yüklenen sorumluluklarını göz ardı eden kişilerin durumunu haber verir.
Yeryüzündeki her çeşit zulme ve zalimlere karşı çıkmak, Kur’an’ın önemli emirlerinden biridir. Vicdanı her an diri olan samimi insan, yeryüzündeki zulme ve bozgunculuğa karşı mücadele eder. Özellikle yaşadığımız zaman, "bana dokunmayan yılan bin yaşasın" mantığıyla hareket edilecek zaman değildir. Zaman bencillik ve çıkarcılık, kendi refahını düşünme değil, özveride bulunma, hakkı arama, batılı zail etmek için hakkı hakim kılma yolunda ’Allah’ın yardımcısı’ olma zamanıdır.
Kur’an’da samimi müminlerin, Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için canlarını ve mallarını ortaya koydukları, hiçbir beklentiye girmeden iyilikte bulundukları, kardeşlerinin ihtiyaçlarını kendilerininkinden üstün tuttukları bildirilir:
"Kendileri, ona duydukları sevgiye rağmen yemeği, yoksula, yetime ve esire yedirirler. "Biz size, ancak Allah’ın yüzü (rızası) için yediriyoruz; sizden ne bir karşılık istiyoruz, ne bir teşekkür…" (İnsan Suresi, 8–11)
Bediüzzaman, ihlas ve samimiyeti kazanmak için insanın özverili olması gerektiğini bir Kur’an ayetiyle şöyle açıklar:
"Kendilerinden önce o yurdu (Medine’yi) hazırlayıp imanı (gönüllerine) yerleştirenler ise, hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir ihtiyaç (arzusu) duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin ’cimri ve bencil tutkularından’ korunmuşsa, işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır." (Haşr Suresi, 9) sırrıyla ihlas-ı tâmmı (eksiksiz ihlası) kazanınız. (Risale-i Nur Külliyatı, 21. Lema, s.160)
Müminler kendilerinde bir eksiklik, açıklık ya da ihtiyaç olsa dahi bir tercih yapma durumunda kendi nefislerinden değil kardeşlerinden yana tavır koyarlar. Peygamberimiz (sav) döneminde Medine’de yaşayan Müslümanlar, Mekke’den hicret eden mümin kardeşlerine-kendileri zor durumda kalsalar da- infak etmiş, onları barındırmış ve tüm bunları gönülden yapmışlardır.
Yalnızca Rabb’inin hoşnutluğunu ve diğer müminlerin rahat ve huzurunu gözeterek nefsinin tutkularını yenmesi insana büyük mutluluk verir. Bu özverili davranışları ve güzel ahlakları nedeniyle Allah müminlerde bir aydınlık ve nur kılar.
Din çok özveri isteyen, aşk, samimiyet ve Allah’a tam teslimiyet gerektiren bir gerçektir. Sevgi, vefa, özveri, cesaret gibi güzel ahlaka ait bir çok özellik bugün unutulmuştur. İslam dininin özü olan bu üstün ahlak özellikleri yeniden canlandırılmalıdır.
Müslümanın amacı yalnızca evinde, işinde gücünde, ailesiyle mutlu bir hayat yaşamak olmamalıdır. İnsan kendini Allah’a teslim etmeli, hayatını Allah’a adamalıdır. Özveride bulunmak, dürüstlük, vefa -avami deyimle- enayilik değildir; güzelliktir. Allah bu güzel ahlaka sahip kullarının işlerini kolaylaştırır, yollarını açar, bereket verir.
Allah yolunda çaba gösteren, Rahmani bir yarış olan ‘hayırda yarış’an samimi mümin, gerçek anlamda ‘uyanık’ olan insandır. Çünkü aklı ve şuuru son derece açıktır; gaflet uykusunda değil, uyanıktır.
İçinde insanlık onuru taşıyan her Müslüman, kendisinin ve yakınlarının refahını değil, insanlığın refahını düşünmeli, bencillikten sakınmalıdır. Bu güzel ahlak, inananların imanını güçlendirir, Allah’ın dilemesiyle dünyada ve ahirette gerçek mutluluğu yaşamalarına vesile olur.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.