- 606 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
Tadı Kaçmış Sakız Sendromları
Şu sakızları ambalajından çıkarmaktan nefret ediyorum. Çok akıllı oldukları için, özellikle benim gibi saflar için ’buradan açınız’ gibilerinden sözler eden sakız firmalarına acayip derecede sinirliyim. Ha, tabi ki bir de sana! Şu sakızı ağzıma alayım, dur bir dakika!
Eve geleli birkaç gün oldu. Hemen hemen her şey eskisi gibi. Ama bir değişiklik var ki; Allah kahretsin diyorum her tuvalete girdiğimde. Ben yokken evde, çeşmenin koluna öyle abanmışlar ki; şıp şıp suyun akmasını engelleyecek mekanizma iflas etmiş. İğrenç bir şey o su damlasının lavaboya her çarpışında çıkardığı ses ve de onu dinlemeye mecbur olmak! Dayanamadım tabi; ben de abandım çeşmenin koluna. O andan beri ses çıkardığını, öyle yerli yersiz aktığını görmedim. Demek ki, bazen sinirlenmek iyimiş ve bazen var güçle bazı şeyleri yapmak gerekiyormuş. Keşke bunu gözlerim içinde yapabilseydim. Maalesef ellerimi yumruk yapıp, sıkmaktan başka çarem de yok! Öyle acı çekiyor gözlerim, yanaklarımda tesisatımdan dolayı çok kızgın. Üst komşuların hepsinde bir çılgınlık! Saçlarım, sofrabezini silkeler gibi tepemden. İçimdeki ateş o kadar büyümüş ki; saç tellerim, gözyaşlarımla ahenk içinde dans etmeyi dahi öğrenmiş. Ne iğrenç şeyler değil mi? Off..
Yırtılacak onlarca sana dair mektubu koydum yine masabaşına. Ha ha, masabaşı aşığınım nasıl olsa! Telefonu öylece bir köşeye fırlatmışım ki; sorma gitsin. Zavallı o da ya; her gün seninle konuştuğuna o kadar alışmış ki; artık benim gönülden titreyişlerim karşısında, direk ellerimi tutup, kulağıma yapışmak istiyor. Zor iş onun içinde, ama o da alışıyor; alışması lazım. İnan güç bir mesele ve inan aradığım zaman ’ Aradığınız numaraya şu anda ...’ gibilerinden saçmalıklar duymaktan bıkmadım desem yalan olur. Olsun, sonbahar bunu da tatmin edebilir değil mi? Sonbahar demişken, geçen sene yaşadığım bir olayı biraz önce yaşadım gibi. Kahretsin! De facto olmasından yanayım, maalesef tüm koordinatlar yine sana dair. Belki de bulutlu olsaydı hava ve de daha satmamış olsaydım bisikletimi, hala umudum olur muydu, ne dersin?
Mektuplarımın iğrençliğini tasvir etmene gerek yok. Anlıyorum seni de. Ne yani öyle yaşlarla dolu ve hatta bazen sümüksü yapısı olan sayfaları eline zorla tutuşturuyorum. Ayıp değil mi? Of, hem de ne ayıp! Bazen kargo şeklinde göndermeyi düşünüyorum o birkaç satırı. Ne bileyim, hani yanında ıslak mendil, limon kolonyası ve de birkaç film... Yok, bu da hoş olmadı! Bu ne böyle, al da ne istersen hepsi senin olsun gibilerinden, çok komik; çok da aptalca! Yanisi, aşıkça! Oysa ben aşık mıyım öyle deliler gibi? Nayır, nolamaz; tabi ki balans değerim yerinde. Asansörlerimin kayışları yağlı ve de hala gülebiliyorum. Gelişme var ben de; çaktırma sen!
Bisikletim olsaydı, az daha zamanımız olurdu. Tüh be! O kazadan sonra satmıştım şerefsizi. Zaten çok kıl oluyordum kendisine. Tabi ki rengine laf yok; gözleri senin gözlerin gibiydi; yemyeşildi. Bir de selesi vardı tabi, homoseksüel gibi kıvırtıp duruyordu kendisini. Ah az mı düzeltmeye kalktım kendisini! Ama iyiydi yine de. Pamuksu bir yüreği vardı. Benim kadar cüsseyi az taşımadı, derdimi az çekmedi. Biliyor musun, aslında sende ona çok benziyorsun. Hem de o kadar çok ki; cinsiyet ayrımı dışında, benim zavallı yüreğimi kolektif bir spekülasyona kurban etmekten geri durmuyorsun. Aldatmak bunun yanında masum bir yalan kalır, sen denizin görünmeyen tarafında yüzüp yüzüp, bana da ’ Seni seviyorum’ demekten geri durmuyorsun. Bak, gördün mü? Esasında sen daha büyük ayıplar ediyorsunda, kayıplara karışabilme zekan karşısında, çözümsüz bir matematik problemine dönüşüyorum. Yakında eczahanelerde satılır mı ilacım? Ben sanmıyorum, sen de sanma!
Trim tri trak; bunları bırakalımda gel yakalım bir sigara. Ama yok yok; olmaz, olmamalı; olamaz da! Sen sigara içtiğimi görsen; bir an için karşımda Tyson ile beraber olduğumu zannederim. Sen yalnız sigarayı değil, sigarayla birlikte birkaç katman derimide kopartırdın dudaklarımdan. Korktum bak şimdiden! Eğer küçükken aynı sokak da oturuyor olsaydık -dalavereler güzeldir- topum sizin bahçeye kaçsaydı mesela, o zaman zarf attım diye mi düşünürdü elalem? Zaten elalem değilde, ebeveynler sıkmıyor mu atardamarlarının şahını? Tüm umutlarımızın valse tutuştuğu fukara semtlerinde, kokana sevinçleri ne kadar da çok seviyoruz. Kasıntılı mıyız, sapık mıyız; anlamıyorum inan! Sözlerimin anatomisini incelese telekomünikasyon şirketleri, bilmeceden ziyade saçmatrak bir sevda fizibilite raporu çıkartırlar da, ama sokaktaki münevver yosmalara yazık olur! Zaten göz kırpsa, mesela dayısızlığımın ağlaklığını üflese birisi göğe, acaba ayakkabılarım toz topraktan kurtulabilir mi? Dayım mı; elbette yok, eşantiyon hükümet binalarında. Geçen günlerde sokaklarda işportaya çıkıyordu, hem de çekçekli bir bavulun içinde. Yoksa o da mı ayıp? Ay ne kadar kaybetmişim hakkaniyeti, bakamıyorum artık insan yüzlerine. Yok yok, benim tipim kayık!
Küfürü inan 3 yaşında çocukda söyler, ama önemli olan hasret de olsa, ona körpeliğiminden alevlik bir cümle kurabilmem. Yalan değil; sevdiğim sonbaharların ım-im’leri kadar masalsı bir kentin, en rüyalık menkıbelerinde seninle çok zaman geçirdim. Yaşlandığımı hissettiğim zamanlarda, daha genç olduğumuzu ölümlerle anladık; şahitim sana her zaman! Ama ilkelliğimizin tüm selamlarımda neden matruşkalar kadar cevapsız kalıyordu sorgulamalarımız ve neden helyum gazı doldurulmuş yüreklerimiz vardı bizim gibi iki yarım kanatlı yarasının? Yabancı kaldığımızın şahidi olmalı mıydı tüm geri iade edilmiş otobüs biletleri? Yoksa yüreğime saftirik bir veda bırakacak zamanı mı bekliyordu takvimlerin? Anlamak gerçekten zor! Her sabah uyandığından yalnızlığın çırılçıplak bana sarılışından midem bulanıyor. Unutmamalı olduğum dakikaları yanaklarıma çok iyi bir şekilde yerleştiriyor. Umduğumdan hem de çok fazla!
Cihanın kaydı çoktan kopmuş, benim de ineceğim istasyon neredeydi unuttum. Çok fazla seyyar hayal kurmanın zararlarının kopyasını çekmeleri için öğrencim de yok Allah’tan. Oyunluk sevimsizliğinde, hayaletlerin telaşasını kapıp kaçtığı sokak aralarında,tüm mahpus kükreyişinlerinin iki satır arasında ahmak oyununu becerebildiği ve de mutlu takliti yapmaya bayıldığı sendromlar ardınca, galiba parmakizinin yanağımda kalması bile çok büyük günah!
İstediğin olmaya yakın, istediğimin olmaya yakınsallığının çok uzak bir ihtimal olduğunu anlamamla başladı bu kelime tufanına tutulmam. Sakızımın tadı çoktan kaçtı.Bir harfle başlayan aşkımız, en son anında bile ’son’ demeye imkansız kalıyor nedense! Gidip gelsin bakalım dakikalar, ölüp ölüp dirilsin derin yalnızlığın içimde. Ne olacak sanki! Yine aynı muayeneye tabi tutulmak olacak kaderim. Acil’e götürecek biri olmadı mı; o zaman sen düşün bakalım.
Ben yok olunca; bir tek sakız firmaları değil, sen de iflas edeceksin 206 kemiğinin sarıp sarmalandığı tüm hücrelerde. Kaybeden olmak nasıl olsa hoşumuza gidiyor. Afiyet olsun sevgilim; ben bir çay daha içeyim.
Bu arada, sanat müziği güzeldir! Öyle diyorlar, istersen sen de dinle!
’’Elbet bir gün buluşacağız...’ Ha, pardon! ’’Elbet bir gün öleceğiz...!’
Tadı Kaçmış Sakız Sendromları Yazısına Yorum Yap
"Tadı Kaçmış Sakız Sendromları" başlıklı yazı ile ilgili düşüncelerinizi ve eleştirilerinizi diğer okuyucular ile paylaşın.