- 621 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
Sessizlik Çıldırışları-2
Başka bir gezegende yaşadığını zannedenler, şarabın en esrik anına doğru orgazm olan töresel bir yangını kucaklıyorlar avuçlarıyla. Ama görmek çok zor, manastırlarda gömülenlerin ardı sıra ders alınmadıkça!
Sessizliğe iman eden ruhum, her şeyin değişeceğine inancı yine koruyor. Bir yerden ses gelir de, duyulur da o sessiz çocuk olan mazi; işte o zaman hayalimin pencerelerinden bakınırken hayatıma, mutlu olurum diye, susmaya karşı diz çöküp, erdemli bir askerin sıcak kanına dokundurdum dudaklarımı. Üşüdüğümü biliyorum ve belki de öleceğimi, ama yumuşak divanların içinde gej düşmüş ruhların cereyanlarına çıta olup, azizleri anlamsız anaforlar içinde,kendilerini korumak adına kölelerine yaptırdıkları masum suratlı duvarlarında, gülüşleri boyama tahtası ediveren benimsemelerden kaçtım. Yakalandığımı itiraf edecek kadar zeki olmadığım için, akrebin en zevkli heyecanına ortak olup, kalemimi kendime sokup, sadece kendimi zehirlemeyi öğrenmeye gayret ettim. Çok zaman geçmedi; sessizliğe iman riyazetin en tatlı anı oldu. Kaçtım saç telleri arasından, yaşamak için. Ve şimdi acısından tuttuğum zaman, gözlerimde. Her şey kahverengi!
Medarıiftiharım, sessizliğin en derin yerinde kendini göstermekten kaçınmayan ulvi bir topluluğa solo tarzında çağrışımlarını sunarken, Shakespeare gibi hayata susuyorum. Bir nevi nihilist bir propaganda içinde, soysuz nefeslerimin çizgi roman oluşunu seyrediyorum. Trajedilerimin en profesyonel sunumu, izm’ler arasında sonlu bir hayatın gölge oyununa çevrilirken, kulaklarımın ihtiyacı olan sessizliğe imanın ilk mertebesinde bayılıp, yola devam edemeyenler görüyorum. Çok yorgunum; kendimi zor taşıyorum.
Aklıma havlular koyan bir seziniş; Roma’da aşk ihtilaleri... Şiirler hayatın özetleri ve yanaklarımda şairlerin tırnak izleri! Görmek istediklerim ile duymak istediklerim çok farklı. Aynen, hayal kurduklarım ile yaşadıklarım arasındaki ayrımcı bir pedagolojik inceleme. Metonimi yapmaya vaktim olmadığım için, Aristo’nun kapısı önünde, ruhumun lekelenen yanlarını temizliyorum. Poetika benim, ben ise epik bir olgu! Tragedya’larımın hisli bir tesellisi, kırgın gövdemden düşen yaprakları izlemekten hiç korkmuyorum. Işıklarım, gittikçe zayıflayan bir kadının nefesleri kadar uyanık parmaklarımda.
Plastik toplarımı patlattığım günleri, bisiklet tekerimi şişirdiğim okul çıkışı vakitlerimi ve kalemle tanıştığım ilk günlerimi özlüyorum. Sessizliğimin en ağır ter kokusunu çekmekten usanmayan iğrenç yılgınlıklarım; kapağı açıp bakıyor. Can çekişen insanlar görüyorum. Kendi cehennemimi daha iyi hissettiğim için, Cennet’de can çekişiyor ruhlar. Gülmek ayıp, ağlamak cezalar için ve ölüm çoktan terkediliş! Kavram arama merakına son verenleri görüp, kendi başımı bacaklarımın arasına sokuyorum eğilerek. Utanmanın böylesi ne acı!
Klasik tanımlamalardan usanıp, yüceltimiş bir duş hegemonyasının zevkli seanslarında şarkı söylemek için tam vakti. Gerçek sanatın, sessizliğimi böldüğü yerde, ihtilaflardan uzak da, birleştirici özellikte süvarileri olan kralların ellerini öpmeyi düşünüyorum bir an. Hume ile birlikte yaşamaya dair atomların genetik yapısından bile kuşkulanmanın tam sırası! 23 milyon harf bizi bekliyor... Susmak iyi geliyor, aldırmıyoruz!
Tümevarmak hiç bu kadar sıkıcı olmamıştı! Beynimin fay hatlarını çizmek adına bütün uzmanlar ihanet ediyor çarelere ve sismik dileklerimin hepsi uzaklığının içinde, karda izleri dahi kalmıyor.
Kanıtlar, Kant’ın şüphe sınırlarında etik olmayan isyanların çocukları. Newton’un tahmin edemediği eylemsizliğin, esasında ruhun dahili ağıtlarında olduğuna dair son sipere varıp, çatışmayı bitirip; barış şarkılarını gülerek söyleyebilme adına son şans! Pencerem karşı apartmanın saçma dizaynını ezberleyip, yalnızlığın gözü kapalı çılgınlıklarına emanet ve susmanın anlamını yudumluyorum.
Çok yakın antinomilerin zafer kazanması, ama derece çoktan patlamış. Tüm kulaklar aynı metal çıtırtının kurbanı. Artık kanıt sunmaya gerek kalmayacak sessizliğin tahtına varmak için taksi tutuyorum. Delikleri neden sevdiğimizi ortaya çıkartacak bir aptal kutu yaratmanın tam zamanı:
’Bugün hangi dizileri izleyip, kaç reklamı ezberinize aldınız baylar bayanlar?’
YORUMLAR
Memleketimden yeni geldim.Sordum çevremdeki çocuklara çocukken oynadımız sülenke,yanık taş,munhara,pullu gelin,yalak daha bir çok doğada bulananlarla oynadımız oyunları yüzüme bakıyorlar onlar ne abi diyorlar.Ben susuyorum ben abilerimden ,onlarda abilerinden öğrenmişti demek ki bir kuşak kopukluğu var.Neden olmasın ki bizim zamanımıza özel tv kanalları,internet yani sanal alem yoktu.Yeğen resim çizmiş bu ne büyücü,bu ne joker,bu ne iyi büyücü yani peri öff dayı sende sıktın hiçbirşey bilmiyon.Geçenlerde bir hadise iş yeriden bizim çocuk Şule Hanım sizin kızın yüzünü öpmüş sarılmış.Hah hah sizin oğlanda hangi çiçekten bal alacağını biliyor.Biliyorda tamam üç yaşında .Herşeyi özetliyor.
Kaleminiz daim olsun.
Saygılarımla.