- 1896 Okunma
- 11 Yorum
- 0 Beğeni
İçi Beyaz Çevresi Mavi
Hiç kimsenin olmadan, üzerine geçirdiği yalnızlıkla örtüyordu çıplaklığını gece. Gece... Bir bakışta yutkunup, içerisinde hasret çığlıkları barındırmadan sevemiyordu bu koca adamı işte. Kaç senenin sona erdirilmişliği ve kazanıp kaybetmenin bir yerden sonra peşini bırakmışlığı olursa olsun, adam yine de hasret çekmeye bağımlı gibi ter dökerek sırtından uzanıyordu sayısız nefesin ter dağıtan örtüsüne. Bulanık görse bile dünyayı, gece şeffaftı, istediğin vakit derhal çekerdi perdesini ve dönerdi bakmaya yabancı durduğun meşru şiddete. Sesli harfler ve olasılık yağmurları... Şemsiyesi olsa bile adamın, onu ölüme yaklaştıran en büyük şiddet ve işkence bu olabilirdi ancak. Sıkıca çekiştirdi paltosunu elleriyle ve soğuk tutmayan tahta iskemle sayesinde, sevdası olabildi yıldızların.
"Razıydı yıllar bir kuş gibi kanatlanmaya. En küçük harfi dudaklarımda düğümleyip, uzamış sonbaharı kimsesiz yollarda bırakmaya. Gönül... En mayhoş tadını almış, uslanmış, çaresiz, şişman ve aşk-ı terki marifet saymakta. Oysa bir kalp var... Gösterişsiz ve gözlerine en başından yenik. Bir nefes uzağında. Sen bihaber, kalp aşkından derbeder, bir dokunuş için yanıp tutuşmakta."
Tepesinde sönen lambanın yerine mum ışığıyla kaplamıştı geceyi. "Damo! Yetiş ulan! Daha buz, daha..." dedi oturaklı sesiyle Şemsi dayı. Sonra gözlerini yine az evvel olduğu gibi uzaklara, denize ve denizin rüzgar alınmış haline uzattı. Oralı olmuyordu, rakıyı kadehlere teslim etme işi, daha genç ve onun yıllarına hürmetli olan Fatih’indi. Gülümseyerek itinayla su dengesini kurdu ve bize yöneldi. "Buyurun, misafir bey ve Hasan." Bu şirin sahil kasabasında misafirliğimin ikinci, olağanüstü sohbet sofrasında ise ilk gecemdi. Büyüleyici manzarayı noksansız sindirirken içime arkadaşıma yöneldim. "İyi ki buradayım dostum ya. Sizler çok özel insanlarsınız." Sesim haddinden fazla çıkmış olacak ki Şemsi dayı çevirdi başını. Saçındaki beyazdan ziyade sesindeki tokluk, kudret ve bakışlarındaki geri dönüş yolu tecrübesi etkiliyordu insanı. "Hoş geldin ıslak saçlı oğlan. Bu gecenin sonunda ruhun biraz daha senden uzaklaşmış olacak ama korkma, o ne kadar uzağa giderse sende o kadar çok koşarsın ardı sıra. Seyahat etmiş olursun fena mı? Korkma, ne o kaybolur ne de sen. Buradayız evelallah." Sonra başını biraz havaya kaldırıp çattı kaşlarını ve içeriye doğru daha yüksek ses tonuyla "Damo! Getirme beni oraya, yakarım kibritini. Nerde deniz börülcesi ulan deyyus?" diye bağırdı şakayla karışık. Ben artık merakıma engel olamıyordum, bu kez çok daha alçak sesle dokundum Hasan’a "Damo neyin kısaltması? Bir çeşit lakap mı yoksa?" Bu sorumun ardından derhal gülümsedi Hasan ve çok da belli etmeden eğildi hafif. "Yok. Bakma böyle halim selim durduğuna. İki adam öldürdü bu. Yeni çıktı hapisten. Çocukken de fırlamanın biriydi." İrkilmiştim, şaşkınlığımı herhalde bakışlarım da gizlemekte yetersizdi, devam etti anlatmaya: "Babası zamanında buna adam ol, adam ol deyip dururmuş. Oradan kalmış. Önce "L" sini atmışlar, sonra söylemesi kolay olsun diye "A" da düşmüş herhalde. Bende bu kadar biliyorum" dedi ve bol miktarda gülümsedi dalga geçer gibi. Bense gözlerimi alamıyordum meyhanecinin üzerinden. Masalar arası dolaşırken sakinliği ve güler yüzüne hayretle bakıyordum. "Nasıl öldürmüş? Neden?" Hasan merakıma güldü bu defa. "Karısını aşığıyla yakalamış. Sonra öldürmüş adamı." Başımı iki defa sallayarak "Hım. Karısını da öldürmüş o halde değil mi?" diye sordum. "Yok, o yaşıyor, çok sever karısını" ve o alaycı gülümsemelerine devam etti. "Hapisten çıkınca kısa bir süre sonra tekrar bu defa başka bir adamla yakaladı karısını. Yine olan adama oldu" diye ses verdi ve gülücüklerinin şiddeti ikiye katlandı. Üzerimdeki hayreti bölmek istemeyerek soluğunu bitiştirdi ensemde "Karısıyla hala evli, mutlu. Sorun yok yani." Gayet tabi inanmamıştım. Sırıttım kurnaz bir adamın senaryoyu çürüten zekasıyla "Hiç iki adam öldüren dışarıda gezer mi böyle kolay? Hem de bu yaşta? Kaç sene hüküm giyiliyor haberin yok mu senin?" Hasan göz kırptı ve tekrar dokundu omzuma "Canım öldürdü dediysek, yaralamış falan. Boş ver. Bize ne canım?" Çevirdi yüzünü denize, peşi sıra bende herkes gibi. Umursamamayı öğreten bir okuldu sanki burası. Yaşam her nerde ve hangi noktada bırakılıyorsa, aslında bırakılmıyor demektir. Parçasıyız zamanın ve bütün inkarlar kadar gerçektir varlığımız. İçimizdeki şiddet sadece gözlerimizle barışırsa bu kadar vurdumduymaz olabilirdik, bende öyle olmuştum işte. Az sonra deniz börülcesi de buz da gelmişti. Fatih sorgusuz ve kendi usulüyle ilave etti, tabi gülümsemeyi ihmal etmeksizin. "Şimdi" dedi Hasan usulca. "Senin sınavın" diye devam etti bir şey anlamama olanak tanımadan. Kadehler havaya kalktı ve anlamsızca başladım içinde kalmaya mecbur olduğum yolculuğa. Çok sonra öğrenmiştim tabi anlatılmak istenileni.
Meğer adamın kalitesi rakı masasında belli olurmuş. İçmesini bilmekten veya sarhoş olmamaktan değil, daha en başında kadeh tokuştururken alırmışsınız notunuzu. Üç olasılık var hepsi hepsi, öğrendim. Şemsi dayı kadehini havaya kaldırır, öne doğru çok az hamle yaparak beklerdi. Göz temasını ihmal etmeden, rakı arkadaşı olmaya aday kişinin kadehin hangi yanağına ve ne ölçüde dokunduğunu gözlemlerdi. Yalnızca acemiler, saygısızlar ve ensesi kalın olanlar üst kısmıyla çarpıştırırdı kadehini. "Bu sana saygım yok, dinlemiyorum, ben konuşacağım" manasına geldiği gibi "Benim param çok, hesaplar benden" demek de olabiliyordu. Böyle bir tabloyla karşılaşınca Şemsi dayı ikinci kadehi asla içmezdi. Çabucak ve keyfine varmadan elindekini bitirir, mümkünse hiç konuşmaz ve mazeret üretir giderdi. Nereye mi? Koltuğunun altına bir otuz beşlik sıkıştırıp tenha sayılacak iskelelerden bir tanesinin bacağına, çakılla karışık kumun kucağına gömülürdü. Yani yine de vazgeçmezdi yıldızlar ve denizin tatlı sarhoşluğundan. İkinci ihtimalse denk gelmek, kafa kafaya vurmaktı kadehleri. Bunu da genellikle bayanlar yapardı bilinç taşımadan. Zihinlerine yerleşmiş eşitlik inancından olsa gerek veya konuşmayı çok sevdikleri için "Sen sus, ben anlatacağım" demekti bir çeşit. Onlara saygısı olduğu için ikinci bir kadehe kadar sabır gösterebilirdi Şemsi dayı. Ama kadehin altına okşarcasına ve küçük bir kahkaha başlatırcasına, ufak bir tıkırtı düştü mü... İşte o vakit keyfine diyecek yoktu. Derhal başını sallar, usul usul demlenir ve her katresinde hayattan farklı bir parça yüklerdi bakışlarımıza. İşte bu sınavı, kriterlerini bilmeden de olsa başarıyla geçmiştim ve terfi etmiştim karanlığı ikiye bölen siyah yüzlerin yanına. Gülümsedi Şemsi dayı ve "Çabuk alışacak" diyerek açtı nefesini. Sonra kadehler kırıldı zihnimizde, bin parçaya bölündü cümleler ve denizin kalp masajlarına açık bıraktık yüreklerimizi.
- Bir sabun olsam, kayıp gitsem varlığında... Ulaştım dedikçe soluğunda yansın fenerler diz boyu. Yükselse deniz o vakit, bir tek çıplak ayaklarımın parmakları kalsa ızdırap... Dalgalarına... Sen gelsen ve ben bir türlü gitmek bilmesem.
- Seviyor musun be Damo?
- Seninle konuşmuyorum ki?
İşaret etti yıldızları, sönük lambalarını denizin. Aydınlatmaktan yoksun bakışlarında açtı soluğunu bir kez daha ve sevgiyi kılıf yaptı çırpı bacaklarına. Şemsi dayı hiç oynatmadı iskemlesini, sadece kadehin dönen başını tuttu sıkıca, yükseldi nefesi görünmez ama işitsel olan bulutlara.
Sis vardı uyuklayan gecenin kollarında ve sen... Bitap düşmüşüm sıcaklığını sayıklarken. Ölesiye bağlıyım ki tutkun kalmış, gözlerinde var olan bir tek ben. Ürkek ve küçük bir dudak darbesi önce, gürültüsüz patırtısız resmi bir oturuş. Sonra yaşıyorum. En başından gözlerimi açıp hayata, her şeyi senden öğreniyorum umursamazca hayatımın sen çıkartılmış hallerini. Güneşle başladı ufuğa haykırırken adını gün, bütün zamanlarım senin. Ve her yorgunluğum sana olan aşkımın tekrarıysa, daha çok sevmek istiyorum hayatında kaybolup. Bütün bakışların benim... Titreyen yüreğim ve çapkın bir temas ellerine sonra eriyen kalbim yalvarır gibi adeta, yumuyorum gözlerimi. Ölümü bekler gibi nefesini avuçlarına döküp bekliyorum şimdi. Bu kalp senin...
Ayrık durdu Damo ama yarasına basılmış bir tuzdan farksızdı kelimeleri rakının. Mis gibi anason kokuyordu elleri. Bir kucak dalga için açtı kollarını ve buluşmaya ramak kalmış gibi heyecanla savurdu tuzlu saçlarını.
Elini bastır göğsüme. Ümitlerim açar dizeler boyu, içinden okursun seni sevdiğim kısmını. Usulca çekerken dokunabilirsin tırnağının sivri ucuyla ama akıtamazsın gözyaşımı. Eğil be küçük gözlü kız. Bakmadıkça yüreklenmedi mi yağmurlar? O halde gizle sevdanı ıslak kaldırımlarda. Bir gece yarısı kuşatması altında tanıştırsın içimdeki adam kendini. Pabuçların bej rengi, çakıl taşı yokken bile kaybedersin dengeni. Tutun senden hoşlanmasına anlam veremediğin adama. Tutun yalpalarken yıldızlar, diz çökmesin diye kadınlığın, kentin muazzam gözlerini yakıştır yabancıma. Ben... Ateşin yüzünü görünce yolunu değiştirdiği adamı doğuran ilk bakış. Ben... Rüzgarın üvey tutmuyormuş gibi davrandığı minik erkek çocuğu. Ben... Kalbi olmayan her nesneye seni anlatmaktan sıkılmayan, sağır ve yanıtsız... Ben... En çok seni...
Sonra derince bir sessizlik örttü her ikisinin de bakışlarını. Birbirlerine bakmadılar, dolaşmadı ayakları cümlelerinin ama aynı şarkının devamı gibi kadehle susturdular melodiyi. Bir Hasan›a baktım bir de Fatih›e eşilik edecekler mi diye, bana cesaret gelsin diye. İhtiyacım vardı, bu gecenin çakırkeyif nidalarına bir öpücükle yüzleşmek hiç kimsenin olmadığı kadar benim hakkımdı veya öyle olması için dua etmiştim sanki yıllar evvel buraya gelip, böyle bir geceye salacakmışım gibi ruhumu. İçime doğdu, gülümsedim ve bir kez daha parlatıp yumuşak ellerimi doladım yıldızların boynuna, tıpkı diğerleri gibi. Hiç kimsenin şaşırmadığını fark edince söz dizildi sıra sıra, mani olmak riyakarlık olurdu, susamadım, açtım pencereyi yakınlaşarak yağmaya niyeti olmayan yağmurun asistanına.
İki şimendifer arası gurbettir bize. Biri sabah gelir, diğeriyse akşam üzeri geçer gider. Kaplamaya başladı mı sis sokakları, nefes güçlüğü çeker dimağımız, yitirmiş gibi bilincini, tiksinir kentin ayrılık yağmurlarından sanki katkısı yokmuşçasına acılara. "Zehirlemez korkma" diyerek avuturum ısırık yerini, batarken sönmek bilmeyen sobanın dikenli kumaşı soyunup çıplak kalmaktan korkarım karşında. Dokunur da merhem olurmuş gibi yaparsın ve üflersin diye kulağıma sevgiye ihtiyaç duymadan bir tonlamayla. Bedenimi kullandırma ihtimalim belirir gözümde, dikenli yolu seçerim, derhal dönerim üşüten gecenin kanyaksız örtülerine. Hala gücüm yok tüketilmeye bir akşam ve gece yarısı. Hala sokak lambalarını yalancı ve onlara rağmen geceyi ısrarlı dürüst ilan ederim kimse yokken karşımda. Sen açıldıktan sonra süratle zarfa konmuş bir mektup ol iyisi mi ve elimin ermediği bir kitabın arasında bekle yılları. Kovalamış olduğum bir sineğin yerleşemediği uçurum ol ve düşsen bile bekleme ölebilmeyi.
Sonra bir alkış beklemeden uzattım boş duran kadehimi. Denizi işaret ettim ellerimle ve Şemsi dayının ayaklarına kadar uzanan beyaz köpüklere fısıldadım "Sizden biraz doldurabilir miyim?" Şemsi dayı derhal aldı kadehimi elimden ve birkaç küçük adım sayesinde vurdu kıyıya. Tıpkı anlatmak istediğim gibi, irili ufaklı taşları döven minik dalgaların ucunda biten beyaz köpükleri doldurdu yarısına kadar ve sonra Fatih’e verdi.
- Söz var, dönmek yok geri. Bunun adı tornavidadır. İçip de çözülmeyecek adam tanımam ya, sana olan oldu zaten o başka.
- Sayılmaz bir önceki. Şemsi dayı el ver de bitirelim geceyi.
- Biter mi sanırsın? Uykudur asıl sarhoşluk, gizlenmek yok şimdi. Yüzümü ölmeden değişsem cesetlere, yas tutar mısınız? Ağlamadan erkek olmadım ben. Hıçkırmadan düştü gözyaşım, dinle o zaman. Dinle suskun sevgili. Ödülünü al, hevesini de ki çıkalım hayattan müsterih olarak.
Öyle ya, zor gelir adama bazen bir köprü bulmak karşıya geçebilmek için. İnce, beyaz ve uzun olabildiği kadar uzun şeritlerin boyası yeni kurumuştur. Takip edersin sıcak yatağından taşan ayaklarındaki soğuğu sürterek asfalta. Akşamlar soğuktur, hep soğuktur akşamları ama üşümek için yenik düşmek gerekir uykuya. İki elinle kaldırırsın göz kapağımı ya, işte o zaman zor gelir aslında, "Sevebiliyor musun bari?" diye sormak ve tam da çaresizlikle hırpalamak bu duygusal geçinen adamı. Hayal ve sadece platonik izmaritleri... "Sana söylemedim ki..." diyerek bağışlarım seni ve en büyük fırsatı veririm yol yakınken kaçabilmen için. Beyaz ve dar kesimli gömlek çok yakışır bana ya, işte zor gelir düğmelerini çözmek. Sanki nefesimi bırakacakmış gibi iznim olmadan, çürüyen mutluluğunu kurtarmak için topraktan, ellerimle kazarım yanaklarını. Bütün aşklar kadar savunmasız ve bütün aşka gönüllü yazılanlar kadar "Hayır" demekten gocunan... Sadece avucumun içine sıkıştırırsın sana aldığım ilk hediyeyi, hem de hiç açmamışsın gibi kutusunda ve terbiyeli. Sonra gidersin bütün zamanları heba ilan ederek ama bilmeden benim için mukaddes olduklarını. Git ve kurtul. Ben düşerken mecbur olma seyretmeye, birkaç kadınsı gözyaşı dökerek izin verme savunma mekanizmanın gövdeni ele geçirmesine. Git, koca bir adam seni bekler orda. Burası mühim değil, "Ben çok romantiğim aslında" avuntusuyla yeni bir sevgili kovalayan binlerce yüzün doldurduğu meyhaneler sokağı. Sahi ya, zor gelir diye şarkı söylemek, söylememiştim sana. Sesim güzel sanırlar bu şehirde, hele birkaç duble geçti mi kursağımdan çok daha afili ve bariton. Sen dinleme, utanırsın ve geç kaldığın adamı bekletme.
Sonra sevgiliyi aldım kollarından. Damo ve Şemsi katlanamazdı benim gibi. Islığa benzer bir sesle alev aldı gözleri, yaklaşıp beni ayırdığını fark ettim. Geç kalınmış bir saatti boynuma kondurduğu pembe dudak izi, bakarak doydum hissetmeden aşkına. Suyun buhar hali için endişelendim geceleyin, karnımdan konuştum sayarken avuç çizgilerini. "Ömrün çok uzun olacak" derken yapıştı saçların arkana aldığın denizin siyahına. "Çocukluğum ol, sınıfta en masum aşkla sevdiğim kız çocuğunun kadın hali. Kimle istersen paylaşırım dudaklarını, yeter ki dokun bir kez ve belki yüzlerce, binlerce hatta ölmez de yetişirsem milyonlarca defa..."
Masadan kalktığımda çok az dönüyordu başım. Saygıyla selamladım değirmenlerin itiraflarına boğulmuş kendi çapında büyük fırtınayı. "Bir beşik bulacağım şimdi, çok teşekkürler deniz. Teşekkürler sözcükleri oyalamadan kullandığınız için. Ve ruhum, işte arayı açtı gidiyor. Yetişmeye mecburum ona. İyi geceler rakı, balık ve dost muhabbeti."
Rüzgarı öptün. Dudakların menekşe bahçesi, eğilip su vermek istiyor dünyayı mor gören yanım. Sıyırdı tenini buruk bir sahil havası. Avucundakileri ufalıyor güneş, döküyor saçına turuncuları. Boynunda zinciri düşmüş bir kolye, eğilip eş zamanlı dokunmak istiyorum parmaklarına. Yıkık zindanımı temsil ediyor aslında. Gülüp geçiyorsun ya, sırra kadem basıyor terliğinde can çekişen pamuk ayakların. En çok onları seviyorum ben. Koşar adımlar atmadan, ürkmeden ve telaşsız mutluymuş gibi oysa bütün misafirleri gibi kasabanın, farksız ve şikayetçi. Misafire bir şey beğendirmek çok zordur ya, işte aynen öyle ve sırf bu yüzden mutsuzluk adımızdan sonra söylediğimiz ikinci cümle. Ne tuhaf kalkıp gideyim diyen çok az, yarım ağızla kal dese bile dünya. O yüzden intihar korkakların işi değil, yanılıyorsun melek yüzlü. Biz için hüzün kokan tarlaların mirasıdır mavi. Toprağa çizebilirim hayal ettiklerimi ama maviye ancak nefesimle vedalaşırsam... O yüzden bugün, şimdi, sarhoş gibi yayılır da sığmazken koca bir evrene, daha çok, herkesten, beğendiğin bütün gülen yüzlerden daha çok seviyorum seni.
YORUMLAR
Bence de maaşallah. Yine güzel bir öykünüzü okumak keyif vericiydi. Tebriklerimle... (Yorumu uzun yazamıyorum) :))))
Umut Kaygısız
Umut Kaygısız
Senin sayfamda olman, bakışlarının kapladığı hacim ve çok boyutlu duruşun... Kelimelerle ifade edemem değerini. Çok teşekkürler.
Umut Kaygısız
_cânâ_
derdimiz edebiyat ego kontrolü değil ki
kusurlarımız yapıcı bir biçimde söylenmeli
:))kalp bu çabucak kırılıyor
bugünlük şapkasız olayım :))
Ne çok şey öğrenir insan şu çilingir sofralarında.
Bir de sofra etrafında oturanlar, hayatın içinden süzülüp gelen tecrübelere sahipseler.
Böyle sofralarda bulunmanın maksadı, dem almak değil, hayat konusunda demlenmektir.
Yazınızı beğenerek okudum.
Tebrik eder, saygılarımı sunarım.
Umut Kaygısız
İki şimendifer arası gurbettir bize
.
.
sesi kesilmiş sokaklar
sesi kesik insanlar
rüzgarı öpersinde kimse yoktur alnında
.
Umut Kaygısız
Rüzgarı öptün. Dudakların menekşe bahçesi, eğilip su vermek istiyor dünyayı mor gören yanım. Sıyırdı tenini buruk bir sahil havası. Avcundakileri ufalıyor güneş, döküyor saçına turuncuları. Boynunda zinciri düşmüş bir kolye, eğilip eş zamanlı dokunmak istiyorum parmaklarına.
İmgeler o kadar ustalıkla yazılmış ki...
Hayal gibi , rüya gibi bir anlatım var. Okudukça içine çekiyor insanı.
Sevginin işlendiği harika bir öykü. Çok çok beğenerek okudum. Güne gelebilir. Tebrik ve sevgilerimi yolluyorum...
Umut Kaygısız
Çok teşekkürler, mutlu ettiniz beni.
Ne tuhaf kalkıp gideyim diyen çok az, yarım ağızla kal dese bile dünya. O yüzden intihar korkakların işi değil, yanılıyorsun melek yüzlü
Melek yüzlü...Dexter geldi aklıma..konuyla alakalı değil ya..Şimdi bu kadar yazın siz,bende okuyayım son satırda melek yüzlü yü okuyunca tamamen aklım kaysın :))) Şaka tabi...Okuduklarımı etkisiz hale getirmedi elbette..
Yine güzel kurgulanmış ,harika bir yazı okudum kaleminizden...Sabah evde okudum okudum ,işe gidince defalarca bölünüyor tam hikayeye giremiyorum...Bugün şanslı günüm evde fırsat bula bildim...Kaleminize yüreğinize sağlık...
Tebriklerimle...
Umut Kaygısız
Yazılarınız, temeli ve işçiliği sağlam yapılar gibi. Hem güçlü, hem de estetik. Kutluyorum başarınızı. Selamlarımla.
Umut Kaygısız
" Bulanık görse bile dünyayı, gece şeffaftı, istediğin vakit derhal çekerdi perdesini ve dönerdi bakmaya yabancı durduğun meşru şiddete. "
Önce lirizmin doruklarında nefeslendiren etkili bir giriş.Şiir gibi maznun şiir gibi bulutlarda okurunu seyrelttiren.
Okurunu vurması gerektiği yeri son derece iyi bilen bir yazar.
" - damo - Ordan kalmış. Önce "L" sini atmışlar, sonra söylemesi kolay olsun diye "A" da düşmüş herhalde. "
Sonra bir den bire hikayenin içine giriveriyoruz hem de bir çığlıkla... hey okur ! Kendine gel... der gibi Damoo ! diye sesleniveriyor Şemsi amca o baraton sesiyle... O masa başı muhabbeti ... Resmen kare kare gözümün önünde canlandırdınız karakterleri. Öylesine net çizmişsiniz ki profillerini resmen o masada görünmez bir kişilik oluverdik.Harikuladeydi.İnanın hayran oldum.
" Yaşam her nerde ve hangi noktada bırakılıyorsa, aslında bırakılmıyor demektir. Parçasıyız zamanın ve bütün inkarlar kadar gerçektir varlığımız. İçimizdeki şiddet sadece gözlerimizle barışırsa bu kadar vurdumduymaz olabilirdik "
Ve o kadar duygu yoğunluğunun ve kişilerin arasına sayın yazarımız bilgece, yaşama temas ettiği ederken de okuruna onun sır anahtarını vermeyi ihmal etmeyen bir sorumluluk duygusu.
Olağanüstü tek kelimeyle. Başka bir şey demiyorum.
Ben inanın ne diyeceğimi bilemiyorum.
Yineliyorum ISRARLA YİNELİYORUM ............SİZ KENDİNİZİ SAKLAYAN ÜNLÜ ÇOK ÜNLÜ BİR YAZARSINIZ.
Olamaz böyle birşey ya olamaz.Her bir detayın üstünde pür dikkat, özenle üstelik öyle böyle değil...
Lirizm, kurgu , kişiler, zaman, .........muhteşem inanın muhteşem.Hatta bu hikaye biraz daha geliştirilip muhteşem bir tv dizisi senaryosu bile olur. Masa başındaki gençlerin, damonun yaşamları, şemsi amca özellikle hayran oldum ona. Yine yazarın kendi kimliğinden seslendiği o genç .
Yalnız küçük minicik miniminnacık , belki benim eksikliğim minicik bir eleştiri yalnış anlamayın ne olur.
Hani şemsi amca masa başındayken sınava tabi tutuyordu ya...eğer geçemezse karşısındaki sınavğ gözlerini sabitlemeden kafa kafaya vurursa kadehini alıp şişesini yıldızlarla, denizlerle başbaşa kalmaya gidiyordu ya ...buraya kadar tamam..
Kadehi hangi tür vuruşunda beğeniyor ? burası muallakta kalmış.Aksi yönü net anlaşılırken... burda ben şemsi amcanın hangi hali beğendiğini anlayamadım.?
En büyük hayalim birgün bir sahil kasabasına yerleşmek.Kimbilir tanışma şerefine nail oluruz Şemsi amcayla :))) bilgimiz olsun de mi :))
"kinci ihtimalse denk gelmek, kafa kafaya vurmaktı kadehleri. "
Gün aydı... ışık ışık bütün pırıltısıyla sıcak tülünü yaymaya başladı hikayenizden sonra.
Şimdi gitme vakti daha uzun kalmayı isterdim bu sayfada ama işşşşşşşşşşş bekliyor.Çıkmalıyım şu kapıdan daha geç kalmadan.
Teşekkür ederim bu güzellik için.Yetkin kaleminiz varolsun üstadım.
Selam ve saygılarımla.
Umut Kaygısız
Süpersiniz..Önce tebrikler, sonra teşekkürler. :)))
Şükran AY
Üstün zekâ ! Sanki...
Ama neyse... sadece orada net belirtilmediğinden dem vurmak istemiştim.
Teşekkür ederim açıklayıcı cevabınız için.
Gönülden tebrik ederim değerli yapıtınızı tekrar.
Saygılarımla.
Umut Kaygısız
Şükran AY
Bu dikkatim zekadan değil tamamen çilingir muhabbeti tavır ve davranışlarına yabancı oluşumdan kaynaklanıyor.Ne bilirim altını tokuşturulabilieceğini, ne bileyim yere çarpanlarıda duyduk kadehi, ya da başka şekillerinide...Bilmediğimi bilerek zeka ile ilişkilendirmenizi bir yere kadar mazur görsemde bu konuda değişik persfektiftende konuyu değerlendirmenizi en azından yazınında bu kadar fazla detaya önem veren zeki bir yazardan beklediğimide ayrıca belirtmek isterim.
Umut Kaygısız
emeğine saglık..umut kardeşim....özlemiştim..yazılarını..
şükür kavuşturanaaa:)
emeğine saglık olsun...saygımlaaa
Umut Kaygısız
Funda SAĞLAM
haftaya cuma..ya hazır ol!!!
lafıda belide ortadan ikiye ayıracagız:)
Umut Kaygısız
Herkesin herkesten çok seveceği biri olsa . Sevmek güzeldir ya sevilmek daha da ,sen de sevdiğin sürece ..
Bu içki masası , düşle gerçek arası aımsamalar mı yoksa yaşanılması istenilenler mi ? Karar veremedim .
Gerçekte düşlerimiz gerçeği alteder . Tebriklerimle selamlıyorum .. Ustasınız ..
Umut Kaygısız
Masal tadındaydı...
Yumuşak uçlu bir kalemin var.Sanırım polisiye bir öykü yazman istense, kimse katil olamaz, bütün hapishaneler boş kalır.
Öykünün sonunda herkes toplanıp boğazda güzel bir restorana gidip şöyle keyifle yemek yer.Dedim ya kalem meselesi :)
ÇOK TEBRİKLERİMLE.
Umut Kaygısız
Teşekkür ederim, gecenin bir yarısı koşup geldiginiz ve motive ettiğiniz için ince ruhunuzla. Keşke tarif ettiğiniz gibi biri olabilsem:)
Davidoff
___asla inanamam___
:)