- 450 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Millet Ve Ulus 4
Tüm bu süreçler insanlığın toplumsal olan süreçlenmesini ortaya koyan sancılı gerekli olgunlaşma ve kendisini geliştirme aşamasıdırlar. Hep bu aşamalarda toplumsal yapı, belirip dağılan, tekrar yön alıp yön veren yapıdır. Tüm aşamalarda, toplumsal işleyiş bu aşamaların ana yol gösterici bel kemiği oluşla, insanoğlunun, öznel nesnellikçe kontrolü altına alınmaktadır.
Kendi üretim teknolojileri seviyesinin muktedirliği ile toplumsal yapı birey ve halkını, yaşam sigortası içine alan bir üretim tüketimler ilişkisi içine girmiştir. Bu muktedirlik kendinden önceki toplumsal oluşumlar içinde yoktur. Zaten her bir sonraki toplumsal aşama, bir öncekinin içinde adım olacakla varsa da, muktedirlik olacakla yoktur.
Her toplumsal aşamada emek vardır ama bu üretimse girişmelerin bugünkü teknolojilerine ilişkin üretim ve paylaşım düzenletilmesi yoktu. Bu neden ile toplumlar çalışamayanına; çalışamayan halk yapılarına da, bugün her tür sunumu yapmaktadır. Bu sunumlar; hemen hemen ayrımsız olacakla yurttaşlara sağlık olarak, ekonomik sağlayışlar olarak sunulur denli bir güç ve yetenektedirler. Ulus devlet, bin yılların dinlenmiş ve demlenmiş emaneti olan toplumsa yapıyı, bir avatar kalıp olacakla adeta birden bire ortaya açıvermişti.
Sınırlarına gelen imparatorluklar, taşıyamayacağı ilişkiler ağı ile hantallaşmıştı. Manifaktürsel gelişme, buğu gücünün sanayide kullanılması, var olan feodal ilişki biçimi ile taşınamazdı. Bir de buna insan öznelliğinin yönetemeyen kısır görüşlü politikaları eklenince imparatorluk ideolojisi ve imparatorluk ilişkiler kendi kesikli sürekliliği içinde iç hantallığının yüzey geriliminden ötürü bölünmeyle (ulus devletlere doğru) parçalanmıştı. Artık egemen söz sahibi din sınıfı ve feodaller olmayıp, yatırımcı kapitalistlerle deneyci pozitivizmdi.
Tarihsel sürecin evriminde, milletleşme ile uluslaşması arsında, koskocaman bir imparatorluk uyruğu olma süreci ve devinişi vardır. İmparatorluk süreci kimi ana karakteristikleri ile bilinmeden siz, ulusu kavrayamazsınız. Milletleşme der çıkarsınız. İçinde insanın hiç temel sağlayışları olmayan giriştiricileri anmadan, din, dil, yurt bağı gibi saçma sapan sosyal, halkçı mızmız tanımlamalarla milleti anlatırsınız.
İmparatorlukların; çeşitli kültür ve çeşitli coğrafyaları içerir; tam anlamıyla "halkları" olan bir aitlik sahiplenmesi vardır. Oysa ulus devletler, imparatorluklar bakiyesi olacakla; "halkı" olan bir yapıya doğru kaymaktaydılar.
İmparatorluklar, özellikle de Osmanlı padişahı; halklarına "kullarım" demesinin bağ birleştiriciliği ile hitap ederse de, halklarından tam bir haberdar değildir.
Aslında yöneten yönetilen ilişkisinin bir yönü hak ve adaletin, güvenliğin, vs.nin tesisi ise de diğer yönü ile sürü-çoban; efendi-köle ilişkisi görünüşle, kullarım denen bir köleliğe (kulluğa) alıştırma ve had bildirme hitabıydı.
Ulus devletlerin sos yo toplumsa evrimi bu anlayışı yurttaş tanımlaması içinde kırmanın da bir mücadeleler tarihi olması vardır. Demokrasilerin en güçlü kullanım ve dile getiriliş şekli ve demokrasilerin yaşam biçimi olması ulus devletlerle olası olmuştu. Örneğin; Türk demokrasisinin günlük toplum yaşam biçimi olması; ulus devletinin kurulması bilinciyle olası olmuş kesikli sürekliliğiydi.
Kuşkusuz imparatorlukların çevre üzerine bir güç ihracı olmasının korku ve güç saygılanmasından ötürü, kendi halklarının dış etkilere karşı bir güvende oluşu vardı. Yine iç asayişin sürdürülmesinde ve asayişin kollanmasında de bir egemenliği vardı.
Ama doğal bir afet durumunda tüm halkının yanında olamazdı. Bir sağlık yararlandırmasını tüm halkına genelleyemezdi. Eğitimsel bir donatımla tüm tebaalarını yararlandıramazdı. Tüm tebaasına su getirme sorunu yoktu. Tebaa (uyrukluk) halklarına yol yapma gibi etkinliklerde tam bir sağlasınlar içinde değildi. Esasen tüm bunlarla, tüm kullarının çaresine amade değildirler.
Bunların çoğu sosyal kültür sorunu içinde, hayır hasenat, hamiyetliler gibi tutumlarla çözülüyordu. Bunlar devlet kavramı içinde kapsanışla, saray ve çevresine ve kimi ülke merkezlerine uygulanırsa da; o günkü örgütlenmeler ve zaman zemin düzlemi gereği, tam bir devlet anlayışı ve sorumluluğu içinde mülahaza edilmez gibiydi.
Oysa bu düzenlemeler ulus devletlerin devlet olma zorunluluğu içinde kavranır olacakla, zamana yayılan düzenlemelerin zorunluluktan görevleri arasına girdi. Artık ulus devletin bu ve bunun gibi bir yığın işlevlerini halkı yararına sürdürür olması, devletin günlük sürdürülür zorunlu rutinleri olmuştu.
İttifak döneminden önce bu işleri yani birleştirme işini, totem ve mana (tabu) algısı görmüştür. Totem ve mana algısı kendi dışındakileri birleştiren değil, aksine ayrıştıran sınıflayan bir sosyal yaşantılım olacakla çeken eksenle nişti. Millet aşamasında bırakın dilin, dinin millet adı altında milleti birleştirici olmasını; daha kurumsallaşmamış, yeni yeni girişmelerin zaman içinde oturması şeklinde bir gelişmesi vardı. Tabu sak dil ve manaya dek (din olmayan ama din gibi kavranan) algıları, kendisini başka bir totemi gruptan ayrıştırırdı. İşte Milletin bu ittifak paradoksunu çözümleyen, yapı kurum oluşları vardır.
İnsanlar toplum oluşla üretim ilişkileri ve üretim teknolojileri girişmeleri ile bunların miras akrabalık hukukuna değin bir yığın anlatım dillerini oluşturmuşlardır. Dil ve din sürecin devinen evrimi ile ortaya konan insan-insan girişmeli bir iletişimedir. İttifaklar dönemiyle henüz daha ortaya konamamış, olmayan dilin birliği ve birleştiriciliği olur mu Allah aşkına! Siz milleti orta çağdaki oluşmuş yapılarla ele alırsanız, tabii ki doğrudur(!).
Milletleşme kendi içinde; bir temel zorunluluğun ittifakı ile bir araya gelen etnikti tabu zorakiliklerin, farklı farklı tabularıyla karşılaştı. Karşılaşmalar, temel zorakilik nedeniyle; burada sayılamayacak denli kurumsal girişmelerin, kendi kırpılma ve dengelerini kurdu. Burada panteona özgü bir anlayış ortaya çıktı. Panteon algı, yan yana olan kişileri; kişilerin yabancısı olduğu karşı tabu korkularına alıştırdı. Hatta karşı tabunun kimi tutumlarını benimsedi. Bu panteona özgü benimsemece davranım giderek önce inançların birleşmesini, ortaya çıkardı.
Bu sentez tam da imparatorluk oluşmalarına denk düşen niceleyişin düşünsel inanç evrimiydi. Yani millet bu birliğin bir eseri olmayıp, aksine millet bu sentezi ortaya çıkararak toplumun imparatorluk aşamasına bu sentezi kullanması için armağan etti. Millet aşaması bir düzenleşimler; yazboz tahtası gibi kurum ve kuralların oldurulması aşaması olduğundan; din, dil birliği sentezi dahi henüz mümkün bile değildi.
İşte çoğu toplumlarda milletleşmenin bitme arifesi içinde dinlerin sentezine ilişkin çaba ve algıları insanları imparatorluk uyruğu yapmaya çoktan amadeydi. Dinlerin evrensel oluşuyla, birleştirici oluşlarını seslenmesinden hareketle; millet sanki din birliği imiş gibisine tanımlama yüzeyselliğine düşülmüştür. Evrensel olma iddialı dinlerden birisi de İslam’dır. İslam, tam bu feodal düzenin hamisi olan imparatorluklardan kiminin batıp söndüğü, kimininse yeşerdiği zaman dilimi içine denk düşer olaraktan filizlenmiştir.
Oysa İslam’dan önce Arabistan’da dil ve din, onların tanımına göre, bırakın millet olmanın tutkalı olmayı, Araplar’da bir millet olmayı dahi ortaya çıkartamamıştı. Daha sonraki imparatorlukların din ideolojisine bakıp ta milleti tanımlarsanız; İslam’dan önceki totemist girişen ama henüz dini anlama ve soyutlama olgunluğuna gelememiş insanların, bu anlamda dinsiz insanlığı ve totemik milleti yok sayarsınız. Millet totemler yakınlaşmasının birliği olmayıp, aksine totemler anlayışının bir arada sindirilmesi aşamasıdır.
Söz gelimi Tevrat’ın tanımladığı İbrahim milleti, tam bu aşamaların çalkantılarını sembolize eden bir giydirilmiş, söylencedir. Giydirilmesi, ittifakların sık değişen, dönüşen; şimdide, şimdiye göre bir açıklaması ve toplumsal olan gerekçesi bulunmayan, eski toplum yaşantılılarını bize aktarıyor olmasıdır. Ki bu haliyle İbrahim bir tarihi misyonu üslenmiş gibidir. Söylence olması da, eski değişmelerin o zamanki kurumsal olan açıklamasının, İbrahim’in kıssası olacakla bugünde; bu günkü yaşantılımdı anlayışlarla anlaşılır olamamasından kaynaklı, mistik yorumlanır oluşundan dolayıdır.
İttifakın, düzenleyici totemler bir arada lığının (hoşgörü olan politeizminin) yaratan güç ve yaratan ruh tasımına doğru gelişmesi ile yaratma fikri sosyal ve toplumsal evrimle din olmuştur. Din olan anlayış sosyal olayları açıklamaydı. Ve yine değişen gelenekleri (totemi ve toplumsal tutumları)kutsayıcı söz yapma fikriydi. Bu soyutlama gücüne dek sosyal ve toplumsal evrim travmalarının bir simgesi olan İbrahim anlatımı, İbrahim üzerinden, insanlık tarihi aktarımı bağlamında, halk belleği içinde bu motif hakiki bir sembolizm olmaktadır.
Milletleşmede; din, dil bağı çoklu politeist yapının girişen ve giderek melezleşen sentezci, olgusunu görmeden, sanki tek kaynaktan vaaz olan bir dil ve din varmış gibi bir birleştiren vehim edersiniz. Ve daha ittifaklar dönemi içinde olmayan dinleri, ittifakın totem anlayışını siz, din olarak lanse ederseniz en büyük ayıbı ve yanlış lamayı ve bilmemeyi ortaya koyarsınız. Totem bir din değildir. Belki sonraki din anlayışlarının eğimse bir ön prototipidir.
İmparatorluk sürecinin elbette süren feodalizm gibi bir ekonomik ilişki süreci varken, dinler de en büyük ideolojisi idi. İmparatorluk ekonomi vaadinde bulunmuyordu, ama dini yaşam ve diğer milletlere boyun eğdirme, talan yapma vaadinde bulunarak milletin unsuru olan halkı yepyeni bir imparatorluğun, dini sentezci uyrukluğuna tabii kılıyordu.
İmparatorluklardan dağılan bakiye, uluslaşma sürecini başlatmıştır. Bu bakiye artık sosyal yapının toplumsal yapıdan ayrı gözeteceğini bangır bangır bağıran oluşmaların atılımıyla sanayi işçisi olmaya yöneltilmiş yepyeni bir ekonomik toplumsal ilişkilerin düzenletildiği, insanın insan görülüşüyle kimi haklarının ilan edildiği, alabildiğine çalkantılı ve insanca sağlayışlar döneminin günümüz toplumuna gelen adımıdır. Ulus devlet bakiyeden kopmanın saiki ile zorunlu olacakla milliyetçiliği de yan belirim olacakla ortaya çıkarmıştır. Ve geri de, bunun ırkçılığa kaymak gibi sivri yanlarıyla da mücadele etmiş, bir ideolojide olmaktadır.
10.09.2011
Millet Ve Ulusa Ek 5
Bizler görece oluşumların, genel oluşuma değin sağlansan parçalar içinde olduğunu görmeliyiz. Görece oluşumları genellememeliyiz. Bu tutucu bir tabu ve totemimse bir yaklaşım olur. Genellikler içlerinde görece çeşitli özellikleri barındırır. Her görece özellik, genelliğe boyun eğen bir oluşmadırlar.
Tıpkı 7.Yüz yıl Araplarının çevre imparatorluklarına göre bir millet olma bir merkezi otorite ortaya çıkarma becerisinden yoksun oluş geriliğini; zamanca geri kalmışlığını; İslamlığın Araplara hızla akan bir zamanı yaşatması gibi; Gazi hareketi de konjonktürse genel oluşmanın içinde olan ve oldukça geride gelen bir görece özellik ürünüdür.
Hem de dağılan bir imparatorluk bakiyesi içindeki çok geç kalmış uluslaşma sürecini gerçekleyen bir devinme boyut ve boylamıdır. Böyle bir oluşma olmakla imparatorlukların yeni ekonomik ve insan hakları gibi evrensel nesnel ve öznel yaklaşımlarla, sanayi atılımlarının süreç olduğu uluslaşma adımlarını uygulayan bir sürecin sizden önce dış konjonktürde olgulaşan, sosyal toplumsal devinmesine olan bir sahibiyetlik akışıdır.
Bize özgü olan, geride gelen bu görece özelliğin; kendisinden önce gelişmiş ve bilinen bir Dünya uluslaşma ve emperyalizm gibi aşamalar olguları bilir olması vardır. Ve bu nedenle bu dış gelişmenin seçme ayıklama kriterleriyle, bize özgü özelliğin kendisini içe almanın düzenlenir olması vardır.
Böylece bizim (Gazi) zamanımız (cumhuriyet dönemi) adım adım, olgunlaşa olgunlaşa, akmanın değil de; aksine, bizim (Gazi) zamanımız cumhuriyet dönemiyle, sosyal ve toplumsal zamanımızın çok hızlı akarak ve hızlı zincir reaksiyonlar şeklinde, gelişmesine yol açan bir içe aktarım süreçleri, devrimlerine dönüşmüştür.
Bu yüzden biz bu süreci çok hızlı yaşadık. Zamanımız çok hızlı aktı. Öylede olmak zorundaydı. Şimdiki geri olan Orta doğu ve Afrika ülkelerinin göze alamadıkları da bu. Tabii ki buna emperyalist uyuşturmayı dâhil etmiyorum.
Biz bu süreçle, yani gelişmişlerin süreç olması gibi bilinmeyen, yeni oluşan bir süreci değil de; aksine bilinir olanın, deneyim ve tecrübe olanın, denklik olması dayatılanın ivedi belirimiyle; bütün semptomlarıyla birlikte kaostuk bir absorbesini yaşadık. Hızlı olanın, hazmı da hızlı olmak zorundadır.
Ama ne yazık ki kendi doğası gereği Sosyal yapı bu hazmı yapamayacaktı, hala da yapamadı. Böylesi zorunlu gelişmenin böylesi bir sorunu da sizin hem mutlu bir kamburunuz olacak, hem de her kazanç gibi bu kazancın da bir kaybı olacaktır.
Siyasette bunu bilmez gibi hala kaşımaktadır. Günümüzde bir Arap devrimi olacaksa bunların tümden olması ve sindirilmesi, göğüslenmesi, gerekecektir. (üçüncü savaş bu mantıkla yazdığım bir dizidir.) Bu yüzdendir ki cumhuriyet devrimleri 250 yılık bir atılımın verilerini ve 250 yılık atılımın bütün olumsuz aktarımlarını üst üste düşürmüş 10-15 yıllık bir evreye en hızlısı sığdırılmış bir zamana yayılma olacaktı.
250 yılık akışın set olmuş 15 yıla sıkışmış patlamaların hızlı akışını şimdinin aydınları antidemokratik görürler! Demokrasi hakkında çok şey bilip, çok şey söyleyebilirsiniz. Ama bir konu bilmezliğiniz ya da konuya ilişkin bir bağlantı eksikliğiniz, tüm söylemlerinizi boş çıkarabilirdi.
Demek istemem şu. Ölümler istenilen bir tasvip değildir. Ama bir şekilde olmaktadır. Gelişmiş ülkelerde sanayi devrimi ile başlayan bu sürecin muhalifliği ile ölenler, göze batmaz bir alışma içinde, kabul ediş ve sindirmeler dâhiliyesinde, hani olgunlaşa olgunlaşa, 250 yıl içinde tek tük ve yasal oluşla ölümler; bizim cumhuriyet devri ile birden olan, olağan üstü mahkemelerin olağan üstü kararlarından, daha az değildir.
Biri 250 yıl içinde katmeriyle olmuştur. Birisi ilk dönem içine sıkışmışlıkla olan baskı ve insani tepki ile gösterilen duygusal ama yine de insanca tepkidir. Ancak analizi yapıldığında gelecekte dahi böylesi değişme dönüşmelerin inisiyatifiniz dışındaki kaçınılmazlıklarıdırlar kimi antidemokratiklikler. Çünkü demokratik olmanız için antidemokratik olacağınız bilinmelidir. Değilse bilincine varamadığınız, neyin demokratı olacaksınız.
Çünkü süreç hızlı, süreç tepkileri ve tepki sayıları tek tük olmakla sindiriliyorken böyle kusur kadı kızında da olur denecek cinsi aşacak sıkışmış zaman aralığı içinde; hızlı ve çok hızlı olmakla bunlara ilişkin kararların çeşitleri ve verilmesi de, hızlı ve çok hızlı olmaktadır. Süreci kesikli algılayamayan insanlar kendi bilmezlikleriyle, sürecin nalına da mıhına da vurmaktadırlar.
Normal bir başlangıçla, normal sürece yayılması gereken süreç ve sürece ilişkin aksama zamanı birden bire şoke yaşanmamıştı. Dış rekabet ortamı durup durduğu yerde olmuyordu. Siz onun bir noktasına geldiğinizde o başka bir noktada bulunuyordu. Bu içe aktarımın da verdiği bir zaman sıkışması da bu gecikilmişe eklenecekti.
Muhasır medeniyet bu süreci reçete olarak önünüze zaten koymuş kendisi de aynısını yaşamış. Siz her biri bir zamanın içinde alınacak ilaçları birden alıyorsunuz. İlaca semptom tepkileriniz de birden ve akıl almaz hızda olacaktır. Size akıl almaz gelen hız, toplumun gücü ve toplumun bilinci olduğundan; toplumun gücü sizin dışınızda ve sizi aşkındır. Bu seyrediş halk için garabetken, toplum için olağan bir belirme olacaktır. Halk yeni toplumun nimetlerini yerken; hem gelin olurum, hem ağlarım diyecektir.
21.09.2011
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.