- 1151 Okunma
- 8 Yorum
- 0 Beğeni
Redd-i İlhak
Yaptığımız kötü bir şey karşılığında duyduğumuz pişmanlığın yarattığı acı; koşulsuz iyilik yaptığımız insanlardan kötülük görünce, bir türlü pişman olmama durumunun yarattığı acıdan çok daha azdır ne yazık ki.
Ve
iyilik, bizim onlara sunduğumuz zamanlar sıradan bir davranış olmaktan öteye geçememişti. Oysa bizler, onların iyiliklerini ceplerinden avucumuza bozuk para gibi döküp, içlerinden bir tanesini dahi vermeye layık göremeyecekleri kadar küçüktük, küçültülmüştük hayat karşısında.
***
Odasına girer, evvela kurumuş havayı solurdu. Asık yüzünü aceleyle açtığı pencereden fışkıran sert rüzgar bile dönüştüremezdi tebessüme. Sonra mendilini cebinden çıkartıp sağ el işaret parmağını örter, masasının üzerinde boylu boyunca gezdirirdi. Bulacağı ufacık bir toz lekesi bile hayata isyan etmesi için yeterli bir neden sayıldığı için, kötü başladığı güne çatılan kaşlarıyla bir miktar daha siyah ilave ederdi. Sonra ajandasına bakıp birkaç dakika düşünmek olurdu sıradaki.
Ama o gün, diğer bütün günlerden farklıydı ve tahammül noktasının çiğnenmesinin ardından, iç barışı uzunca bir süre yakalayamayacağına kesin olarak inanmaya başlamıştı. Ve sırasını şaşırmış olaylar silsilesi var gücüyle devam ediyordu, o çağırmadan bozuldu başlangıç rutini, kapı çaldı. Sağ kolu, yılların emekçisi Çetin bey gelmişti. Organizasyon sorumlularından olan Çetin bey, gözlüklerini düzeltip yakasını ilikledi ve hiç vazgeçmediği esas duruş bozması vaziyetiyle yaklaştı patronunun masasına. “Günaydın efendim. Nasılsınız bugün?” Hiç, hem de hiç samimi değildi tecrübeli yönetici. Kendisini paralayarak gülümsemeye çalışıyordu patronunun karşısında. Tayfun dikkatle süzdü personelini, bunu her gün en abartılı biçimde yapıyordu. Çünkü o yokken fabrikada olan biteni Çetin beyin ağzında almak için sezgilerinin güçlü olması yeterli değildi, ele veriyordu vücut dili çoğu kez yumuşatmaya çalışsa bile aksaklıkların vahametini. “Evet. İyi olduğumu söylesem bile inanacak değilsin zaten, kandırmayalım birbirimizi. Lütfen söyle bu kadar önemli ne var? Bakışların benimkilerden bile kötü.” Çetin bey huzursuzluğunu gizleyemediği için bir hayli rahatsız olmuştu. Acemi bir memur gibi davrandığını fark edince aylardır çektikleri çileli ve belirsiz günleri bir anda kendisini haklı çıkarmak için kullanmamaya kadar verdi. “Şey. Hiç efendim. Sizi dinliyorum ve bir ihtiyacınız var mı diye? Yani çok ama çok yorgun görünüyorsunuz.”
Tayfun iki eliyle yüzünü kapatmıştı. Bir şeylerden vazgeçmeye mecbur olmanın ağır yükü omuzlarında, lafa nereden başlayacağını bilmeksizin çırpınıyordu adeta. Zordu, insan patron bile olsa, her şeyi yöneten ve hesap vermeye mecbur olmayan bile olsa... Yüzlerce insanın hayatı dudaklarının ucundaydı ve o yüzlerce insan, kelebek etkisiyle kocaman bir çarpana mağlup olarak binlere bile ulaşabilirdi düşündüğünde. Yutkundu. Sabahlar için uyarladığı tuhaf bir alışkanlığı vardı, neredeyse hiç kahvaltı yapmamış olmasına rağmen, işe gelir gelmez buz gibi bir bardak soda içmeyi çok severdi. Belki o gün soda zamanı gelmediği için, onun da eksikliği ile daha çok yapışıyordu sözcükler diline. “Gidiyorum.” Sadece fiille kurulu bir cümle her şeyi özetler gibiydi ve Çetin beyin yüzünü donduran bir soğukluk verebilecek kadar da tesirli. Ama yine de etrafına tutuşturulması kaçınılmaz olan onlarca cümle ve neticesinde kocaman bir açıklamaya gidiyordu yolun sonu. “Başka bir şehre yerleşeceğim ve yepyeni bir hayat. Fabrikayı satıyorum, bir dostumla görüştüm. Kısa zamanda netleşir ama ben yarından itibaren olmayacağım.” Çetin bey üzülmesine rağmen fazlaca itiraz edecek halde değildi. Onu anlaması için son birkaç aya göz atması kafiydi. Esasında geç kalınmış bir karardı bu bir bakıma. “Efendim. Biliyorum neticeye etki etmez ama siz masumsunuz. Bir kötülük yapmadığınızı bizler çok iyi biliyoruz.” Tayfun aniden ayağa kalktı ve Çetin’in omzunu sıktı sert biçimde. Sonra pencereye doğru yanaşıp kafasını çevirdi. Zira yüzüne bakarken konuşması çok daha zordu. “Bana inandığınızı biliyorum. Çünkü bana inanmaya mecbursunuz. Ama onlar... Dışarıdaki insanlar artık bir fırsat düşkünü, sapık ve tacizci biri olarak görüyorlar beni. Görmeseler bile ben öyle hissediyorum. Mecburum gitmeye.” Sonra tekrar itiraz edecek oldu Çetin “Ama efendim…” Tayfun işaret parmağıyla ördü uzun dudaklarını. “Sus Çetin sus. Nesrin de atıp tutmuş gıyabımda, haberim var. Ona bu kadar koz verdiğim için suçluyum. Ama bari sen sus. Artık kaybolup gitmek istiyorum hem de minicik bir şehirde. Ufalmalı hayallerim, uslu durmalı içimdeki çocuk ve onun el değmemiş merhameti. Artık herkes susmalı, kirlenmeden kalan tek yerimi ve belki temizlenmesi muhtemel kalbimi götürmeliyim.”
***
Vedalar hüzünlü olmuştur hep ama bu kez öyle değil, daha ziyade sorgulayıcıydı. Kısa süreli sohbet sonrası kahvenin köpüksüz olmasını da hoş görerek yaklaştırdı gözlerini ortağı. Küçük hisseli ama Tayfun dan çok daha zengin. Sadece zamanını daha karlı işlere ayırmış ve prensipleri gaddarlık üzerine kurulu, hakim gölge sahibi biriydi Erol. “Nasıl oldu? Biliyorum anlamsız ama kadının karnı burnuna gelince mi anlamış babası?” Tayfun bildiklerini belki de yüzlerce defa anlatmış olmasına rağmen, bu ukala dostuna da bir gıdım paylaşımda bulunmayı kendisi için zahmet kabul etmiyordu. Netice itibariyle gittiği vakit arkasından en çok sorularla muhatap olacak kişi oydu. Durup kelimeleri toparlamaya ayırmadı zamanını, adeta ezberinde kalmış gibi sırasıyla dökülmeye başladı hikaye: “Kız zeka özürlü. Bir şey anlamıyor ve anlatamıyor diye defalarca tecavüz etmiş hayvanlar. Bu işi başlatan kişi bizim nakliyecilerden Mahmut. Buna inanabiliyor musun? Evli barklı, görsen halim selim bir adam dersin. Kızı da bir görsen güzel mi güzel, babası mutfak dışındayken sıkıştırmışlar kızcağızı. Kimler yok ki listede? Hepsi birbirini ele verdi. O da yaptı, bu da yaptı diye. İğrençlik diz boyu, görsen...” Erol boşta bulunup bir an “Sen nasıl...?” diye yeni bir cümleye başlayacak olduysa da hatasını derhal fark edip sustu. O sustu ama Tayfun için bir bıçak yarası halini alan bu olay içerisindeki ismi, cümlelerde özne olmaktan çok sıkılmıştı. “Ben nasıl?” dedi iki elini cebine sokup ayakta dolaşmaya başladı odanın içerisinde. “Bu iç içe geçmiş iki soru demektir benim için. Birincisi ben nasıl karıştım bu tecavüze? Sadece fabrika sahibi olmak bile bir lekedir ama nasıl? İkincisi ben nasıl zeka özürlü bir kızı aldım işe? Burnumun dibine yerleştirirken düşünmedim mi hiç suistimali? Evet, çok haklısın merak etmekte.”
“Asistanım Nesrin. Rakip fabrikaya gitti. Demiş ki benimle de defalarca birlikte oldu, forsunu ve maddi kudretini kullanarak.” Tayfun odanın içerisinde gelişigüzel biçimde yürüyordu ve her nefes boşluğunda gözlerinin içindeki alaycı parıltıyla Erol’a bir kez daha ve derinliğini arttırarak bakıyordu. “Hiç bir şey onun yaptıkları kadar acıtmadı beni. Çünkü o hikayeyi en başında beri bilen tek kişi. Ve beni, duygularımı o kadar iyi biliyor ki...” Erol o anlattıkça rahatlamış ve daha cesur davranmaya başlamıştı kelimelerden yana. Öksürükle karışık gülümser gibi bir tavır takındı ve “Nesrin. Çok güzel hatun. Uzun, ince ve hatları malum. Şu aşçının kızı mı güzel o mu?” diye sordu pişkin gülümsemelerini ilave ederek. O dakika hayret veya kızgınlık kaplamadı Tayfun’un gölgesini. Hiddetlenmeliydi, hem de çok. Hatta bir ay önce işitseydi bu sözleri, birkaç yumruğu hak etmişti ama şu an tam da beklediğini sergiliyordu ortağı. “İşte bu” dedi içinden. “Sokaktaki insanların bu olaya bakış açısı sadece bundan ibaret.” Tekrar koltuğuna oturdu ve ağırbaşlı tutumunu sergilemeye devam etti. Neredeyse bir yıl önceydi...
İş trafiğinden kafamı kaldıramadığım bir vakit dış ticaret için yetiştirilmek üzere bir eleman alacaktık. Adayların tamamıyla asistanım Nesrin mülakat yapmıştı. Onlara zeka ve kişilik testi de uyguladıktan sonra kapımı çaldı. Nasılsa kafamı kaşımaya vakit bulabildiğim, şimdiki gibi sodasız bir zaman örtüsüydü. Giymişti daracık eteği, salına salına geldi. Parfümünü yüzüme kadar dokundururken gömleğinin üstten birden fazla düğmesinin açık olduğunu fark ettim. Biliyordum, sadece benim odama girmeden önce takınılan cesur bir tutumdu bu, itiraz etmedim, hatta her zamanki gibi sevindim bile belki kim bilir? Elinde onlarca dosya, fotoğraf, başvuru, test vs... İki dudağını büzüp “Ne zaman seçim yapacaksınız? Tüm bilgiler burada?” dedi. Nokta atış yaparak derinlemesine baktım gözlerinin içine. Geri çekildi, mecburen karşımda duran sandalyeye oturup tedirginliğini üzerinden attı. Bakış açımın farklı olduğunu o kadar iyi biliyordu ki... Bu yüzden emeğinin zayi olmasından ziyade kafasındaki düşüncelerin hiçe sayılmasından korkuyordu. Onu baskı altında tutarak bakmaya devam ettim ve “Aklından geçenleri biliyorum. Etrafına pozitif elektrik yayan ve diksiyonu, dış görünüşü düzgün, testten idare edecek kadar puan almış bir kız ya da oğlanı önereceksin. Ama aklımdan ne geçtiğini bilmiyorsun” dedim. Ben sözümü sona erdirmeden yüzüne onlarca soru işaretinin yerleştiğini fark ettim, işte bununla gurur duyuyordum, devam ettim: “Testten en yüksek puan alan ve muhtemelen sana biraz tutuk, pısırık gelen çocuk... Kız ya da erkek, hiç bir fikrim yok. Onu derhal eledin. Çünkü dedin ki bu her yerde iş bulur. Bildiklerini sergileyemiyor. Ayrıca çok pratik zekaya ihtiyaç yok burada. Geçmişi ve referansları da sıradan. Kimseden rica gelmedi onu işe almamız için, çünkü çocuk sınavda harikalar yarattığından emin. Gitsin başka bir yere diyorsun ama herkes senin gibi diyor. Güçlü olan imkansızlık ve bize fazla gelir zihniyetinden dolayı kağıt üzerinde mağlup olmadığı rakiplerine sürekli boyun eğiyor. Buna müsaade edemem. İşte kararım bu. Anlaşıldı mı?” Nesrin tartışmaları uzatmayı seven bir kadın değildi. Özellikle bir meselede neden-sonuç ilişkisi kurduysam ne kadar inatçı olduğumu bildiği için susmayı yeğlerdi. Öyle yaptı, kafasını sallayıp ayağa kalktı ama ben “Dur” dedim, “Devamı var.”
“Şu bizim aşçı İbrahim’in zeka özürlü, yetişkin bir kızı varmış. Onu da derhal işe alın. Gerekli tüm muameleler hızla yapılsın.” Nesrin iki kaşını havaya kaldırarak yüzüme bakmıştı. “İyi ama neden efendim? İhtiyacımız yok ki?” Bu kez mantıkçı tarafım değil de duygusal boyutlarım ele başı olmuştu düşüncelerimi dile getirirken. O yüzden gözlerimi beynine sürmeyi reddettim ve pencereye kaydırdım bakışlarımı. “Sosyal sorumluluk projesidir benim için. Az evvel işe al dediğim oğlan, adaylar içerisinde bizi en çok sahiplenecek kişi. Gizlice göz attım. Sadece matematiksel düşünmede ustalaşmış biri değil. Aynı zamanda fazlaca eziyete maruz kalmış. Yaşı hayli fazla ve işsiz. Girmiş, çıkmış. Sıra bizde. İbrahim’e gelince... Bundan sonra periyodik olarak bu tarz yardımlarda bulunacağım çevremdekilere. Aslında o kadar geç kaldım ki kar gütmeden topluma katkı sağlama işlerine… Maaşına zam yapsam bu kadar makbule geçmeyecek. Kızı için bir terapi merkezi niteliğinde olacak burası. Bir işe yaradığını fark edecek ve asgari ücretle babasının dizinin dibinde çalışacak. Gör bak, kısa sürede nasıl değişecek hayatları.” Nesrin hayretini gizleyememesine rağmen itiraz etmişti bu sefer. “Ama bir maaş daha! Bu tam bir hovardalık bizim için. Burası profesyonel bir müessese ve kurumsal kimlik doğrultusunda davranırsak daha şık durur. Hiç bir işe yaramayacak personel için... Adamın maaşına biraz zam yapalım yetmez mi?” Bu kez dudaklarımı beynime sürterek aralıyordum. O bu tonlamaya hakim oldum mu anlar, derhal çekilirdi geri. “İnan bana onun kızına vereceğimiz asgari ücret, seninle geçirdiğimiz bir gecenin hesabından çok daha düşük maliyetli. Sonuç? Basiretli bir iş adamı sadece kar için can çekişmemeli. Oldu mu? Müsterih misin en az benim kadar?” Ve bastırarak baktı güzel kadının gözlerinin içerisine.
“İşte sadece bu yüzden, bu konuşma yüzünden bile Nesrin’in bildiklerini bilmiyormuş gibi yapması ve dahası yalanların en büyük ortağı haline gelmesi sadece zavallılıktır gözümde. Beni ilk terk eden personelim olarak kalsaydı bu kadar acıtmazdı canımı. Ama asıl utancım, böyle birine karımdan sıkıldığım için ayırdığım küçük bir servet ve muhtemelen aynı karşılığı aldığım karımın ilgisiz tavırlarıdır. Şimdi her ikisi de yok hayatımda. Ya ben? Hiç kimsenin bana inanmasını sağlamak için bedel ödemeyeceğim bir hayata açıyorum yelkenlerimi. Artık dürüstlük yok, buna gerek kalmadı hayatımda. Sadece cüzdanım olmadan sarılmak istiyorum tüm duygulara. Ne tuhaf! Gençken gücüne koşulsuz inandığım paranın bile satın alamadığı, tek bir cümleyle hazırlanmış, iyi bir yalan karşısında ne kadar çaresiz kalabildiğini gördüm.”
Ve son olarak odasında, kimse yokken artık, son bir veda konuşması yapıyordu kendisine. Koltuk, masa, pencere, dosyalar, kalemlik ve dağınık duran birkaç kitap… Sarıldı paltosuna, onunla örtmeden ruhunu, son bir kez ağlama enerjisiyle doldurdu korkusunu. Sesi yokluk pahasında olmasına rağmen titremiyordu ilk zamanlarda olduğu gibi. Son bir emir verirmiş gibi gururlu ancak içindeki sevgilisini de okşarmış gibi hassastı. Açtı dudaklarını arasına nefes doldurmadan:
“Özür borçlusu değilim sana, marifetli bir aşkı kutsal sayan didaktik dudaklarına veya namümkün bir çırpınışı ezberde tutup sahneye koymam için sufle bekleyen, yıldıza batırılmış gözlerine. Hiçbirisi ilkel değil af dilediğim kadar kendi kurtuluşuma. Bugün, kocaman ve italik harflerle duvarda asılı duran saatime yazıyorum ismimi ve son bir noktalama işareti olarak kapıyorum açmadığım parantezi, mil çeker gibi siyah gözlü gecelere, geçmişin kabus niyetine koynuma dadanmalarına. Karşı koyuyorum çünkü karşısındayım pişmanlıkların. En azından bir kerecik bu duyguyu tadabilmeyi çok isterdim sizin yerinize koyabilmek için kendimi. İmkansızın dilimin yosun tutmuş asfaltından kaymış hali bu, içinde seçim barındırmayan hiç bir durumdan pişmanlık duyamam ki. Şimdi korkudan kapandığını sandığınız gözlerim, ikinci bir yolu tecrübe etmek için yalınayak bile dolaşamadı, aynı şeritte araba lastiklerinizi örterken gülümsemeleriniz. Benim “Aferin” lerim yoktu sizler gibi cömertçe serpiştirilmiş, çerçeveletip astığım, dudaktan dudağa kalbi okşayan. Saçlarım ıslaktı terden, sizin gibi avuç ve şefkat izleriyle yoğrulmamıştı tel tel. Doğru çocuk oldunuz ve hep düşmanlara karşı. Bırakıp başkalarına yaratmaları için kötülükleri, seyrettiniz uzaktan kumandaya abanarak bir köşesinde hayatsız, sönük ve cümlesiz. Terk ettiğiniz şey insanlıkken, ahkam kestiniz benim gibi hazır paketlenmiş, sizin yollarınızın deneyimsiz aşık ve hırsız dilencisine. Kolay olandı içinize sindirmek doyasıya, çıkarsızca adaleti teslim etmiş gibi sağlayarak güvenliğini “Status quo”’ nun. Soru işaretleri birer şarapnel parçası ve bedava dağıtılmış gibi milyonlarca. Derimi değiştirebilirsiniz ancak beynimi değil. Ben sadece uyum sağlama engelliyim, sevgi fakiri olamam. Sizler için bir gerdek gecesi eğlencesi olan birine üstünlük kurup doyuma ulaşma ve tatmin, benim gibilerin yağlı ipin ilmiği ile yaşadığı ilişkidir aslında. Son mu arzum? Ne midir başlaması muhtemel karanlık? Karnelerinizde eksik olan “Pekiyi”, buyurun müdürler, müdür maaşı alanlar veya onlara imrenip alkış için avuçlarını yarasız tutanlar. En son ne zaman sizi seven, sevmesi muhtemel olan, sizden bir çıkarı olan insanlar dışında, herhangi birisi için bir şey yaptınız, bir çaba gösterdiniz karşılıksız? Cevap veriyorum: Beni öldürdüğünüz zaman olabilir mesela.”
YORUMLAR
Umut Kaygısız
Çok teşekkürler, çok incesiniz ve ilginiz güç veriyor.
Bazen iyi olmaktan bile soğuturlar, insanı. Aslında ne kadar adil görünen bir düzen değil mi? Herşeyin, her varlığın, her olayın karşıtı, zıddı olan birşey var illa ki. Melek ve Şeytan gibi. Asıl savaş, bu zıtlıklar arasında...Sorun olan; kötü zıtların kazanması, çoğunlukla...
Saygılar, selamlar.
Umut Kaygısız
Çok teşekkür ederim, katkınız, ilginiz ve çenemi düşürdüğünüz için:))
Yine etkileyici bir hikayeydi Unut Bey. Tebrik ediyorum. Saygılarımla
Umut Kaygısız
Nermin Kaçar
Zeka pırıltılarınızı her yazınızda daha fazla saçıyorsunuz...
Tebriklerimle...
Umut Kaygısız
İyilik yap o gelir bulur seni derler...ama sanırım bu günümüze uyarlanamıyor.
Şiir gibi duyguların konuştuğu her zaman ki gibi harika bir yazı..
Çok beğenerek okudum. Tebrik ve sevgilerimi yolluyorum...
Umut Kaygısız
Etkileyici bir öyküydü Umut
her zamanki gibi...
kalemin ucu bastrılmış bir kaç kere kalemi açmak gerekmiş
sertti kelimeler
Düzene uyum sağlamak ne zor
Derimi değiştirebilirsiniz ancak beynimi değil.
Tebriklerimle
Umut Kaygısız
Umut Kaygısız
İlginiz için teşekkürler.