- 639 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
VİRÂNEYİ VİLLA ETSEN DE İSTEMEM ARTIK
Onu gördüğüm an, heyecan yüklü bir bulutun yüreğime indiğini hissederdim. Sonra o bulutun âşık olduğum insanın verdiği huzurun yansıması olduğunu anlardım. İşte ne olursa ondan sonra olurdu. Dilim tutulur, kelimelerin heceleri boğazıma dizilip orda koskoca bir ukde oluştururdu. Tâ ki o insan bana ihanet duygusunu tattırana kadar…
Kolay değildi, benim için sevgilinin ihanetine uğramak, bu dermansız acının ardından suskulara ram olmak.
Kolay değildi, içimde işgaller ve savaşlar oluşurken sukûneti korumaya çalışmak.
Kolay değildi, her şeyimi verdiğim, canım pahasına sevdiğim insan tarafından bıçaklanmak…
Dopdolu bir boşluğun içinde sıkışıp kaldığımı hissettim derinden. Ne neşter vardı yarama ne de bir pansuman yapan.
Yıkıp dökmek, dağıtmak, paramparça etmek istiyordum her şeyi; lakin en zor olanı yapmak zorundaydım: “Susuyordum.’’Sukûnetimi deşifre edecek birilerini aramaktan o kadar bitkin düşmüştüm ki…
Chesterto şöyle der: “Susmak dayanılması güç bir yanıttır.’’ Anlamlı ve güç bir yanıt!
Aslında sessizliğimin içinde öfkemin ve acımın verdiği şer saklı idi. Anlamalıydılar.
Tıpkı, fırtına öncesi sessizlik gibi…
Zamanın zamanı geldiğinde öyle bir konuşacaktım ki felekleri şaşacaktı. Sonra uzun ve derin uykuya dalmak için bilet alacaktım.
Haince ihanetin ardından ilk karşılaşmamızdı. Pişmanlık vardı gözlerinde. Bense öfke kusan bakışlarımı gözlerinden alamıyordum. Vakit gelecekti, işte o zaman esip gürleyecektim. Ağlamamalıydım gözlerinin önünde. Bir gururumun olduğunu bilmeliydi belki de. Ama bende yürek vardı onda olmayan. Bardaktan boşanırcasına dökülen giryeler süzülüyordu dost tokatı yemiş çehreme. Gitmeliydim, uzaklaşmalıydım o an tek kelime etmeden…
Bana: “Dur gitme! Pişmanım, seviyorum.’’dedi. Bense durakladım ve tekrar adım atmaya başladım geriye dönüp bakmadan.
Yine “Dur! Lütfen, vazgeçemiyorum senden.’’ deyince, yüzüne dönüp şunları dedim: “Aşk topuklarından etine geçmiş bir nasırdır. Ya canın acıya acıya adım atacaksın ya da canını acıta acıta aşkı söküp atacaksın. Sen ikisini de yapmadın, beceremedin aşkı. Ben aşk mücadelesi verdim, mücadele aşkı değil…’’
“Umurunda mı bana verdiğin acının süresi
Yüreğimdeki nefretin bile sana yok gelesi! ’’
Ölüm yüklü ihaneti tabut gibi bırakmıştı gönlüme. Tahammülüm yoktu hıyanete.
Bir an deniz kenarında, yanlılığın köşesinde, buldum kendimi. Dakikalarca, saatlerce ağlamışlığımın verdiği hüzün yansımıştı benzime. Bu bana yapılmaz! Söz vermişti, başka sevgili olmayacaktı! İsyanım vardı feleğe, kadere isyanım vardı!
Çantamdaki sevgi dolu fotoğrafın hakkını verememişti. Bedel ödetmeliydim öfkeme, ihanete, aşkıma, sevgime karşılık. Fotoğrafı bin bir parça edip bırakmıştım deryanın derin ve masmavi sularına…
Zaman gelmişti, intikam zamanı benimleydi. Acı verme sırası bendeydi. İstediklerim oluyordu bir bir. Gün be gün kahroluyordu, perişandı ihaneti yaşatan adam. Beni gördüğü yerde uzunca bakıyor ve yüzünü öte yana çeviriyordu ardından. Çünkü yaşamıştı biliyordu utanç duygusunu, hatalıydı! Benim gibi acıyı, hüznü, hicrânı, yalnızlığı yaşasın istedim. Hissettiklerimi bire bir damarlarında yaşadı. Göze göz, dişe diş!!!
Son karşılaşmamızdı onla, veda karşılaşmamız. Artık derin ve uzunca bir uykuya bilet almak için hazırdım. Vicdan azabı çekecekti. Bir insan iki kere ölmez değil mi? Ben ihanete uğradığım gün öldüm, aslında ben yaşayan ölüydüm. Şimdi ise ruhumu Azrail’e, bedenimi toprağa teslim ediyorum.
Bana şunu dedi: “Dur Sevgili! Nereye? Beni bırakacak mısın vicdan azabıyla koskoca dünyada? Ne istersen yapmaya hazırım, yeter ki gitme!’’
Son cümlem şu oldu: “Virâneyi villa etsen de istemem artık!’’
HAVVANUR YAVUZ
YAŞ: ON DÖRT
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.