- 736 Okunma
- 4 Yorum
- 1 Beğeni
DOĞANLAR ÇİFTLİĞİ - 3
Yağmur şiddetini artışmış, adeta rüzgârla yarış ederken, kara bulutları, gök gürültüsü eşliğinde çakan şimşekler aydınlatıyordu. Artık sonumuz geldi, ömrüm bu kadarmış diye düşünmekten, kendimi alamıyordum. CESNA’nın kontrolü sanki Bora’nın elinden fırtınaya geçmişti... Bizi ne yöne isterse çeviriyordu ve ikimizde tek kelime etmiyorduk. Ben içimden dua etmeğe başladığım da, Bora kasılmış, kâh telsize bir şeyler söylüyor, kâh heyecan içinde aletlere dokunuyordu. Ama elleri sımsıkı tuttuğu yarım ay şeklindeki direksiyondan tamamen ayrılmıyordu…
< ------ >
Hâlbuki ilk çiftliğe gelişim ne kadar heyecanlı ve güzel olmuştu. Hamdi Efendi valizimi yukarı kadar taşımış Bir şeye ihtiyacım olursa dâhili telefondan 15’i tuşlamamı söylemişti. Nezaketle biraz dinlendikten sonra Makbule hanımın yanına inmemi rica ederek, yanımdan ayrılmıştı. Allah’ım ne kibar insanlardı, çok ama çok sevinçli idim. Hemen eşyalarımı dolaplara yerleştirmeğe başladım. Her şey yerli yerine konunca, birden kendimi sanki yıllardır burada yaşıyor gibi hissetmiştim.
Buzdolabında her çeşit meyve ve meşrubat vardı. Ilık bir duştan sonra, bir vişne suyu alarak, şöminenin karşısına oturdum ve gözlerimi kapattım. Canım anneciğimi ve babacığımı düşündüm. Beni böyle görmelerini ne kadar çok isterdim. Geleli 1,5 saati geçmişti. Bu kadar keyif yeter deyip, üzerime sade bir elbise geçirerek aşağıya indim. Makbule hanım beni ayakta karşılamıştı. Muhabbetle sarılıp elimi sıkarak;
-Hoş geldin kızım, teklifimizi kabul Etmene çok memnun oldum dedi. Umarım biraz dinlenmişindir.
Ben, teşekkür etmek için çekinerek, birkaç kelime söylemeye çalışırken,
- Hadi otur da dedi, sana biraz çiftlikten ve işlerden bahsedeyim.
Beni rahat bir koltuğa oturttuktan sonra, kendisi de karşıma geçip oturdu.
- Kahven nasıl olsun? Önce kendimize birer kahve isteyelim.
Şekerli bir kahve istemiştim. Ama aslında ben hiç kahve içmezdim. Ona da alışsam iyi olur diye düşünmüştüm. Makbule hanım, telefonu kaldırıp bir tuşa bastı.
-Ayşe bize iki kahve getir kızım, biri şekerli olsun.
Kahveleri yirmi yaşlarında, bir kız getirmişti. Temiz yüzlü, tertemiz pak giyimli, saçları taralı, düzgün biriydi.
-Buyurun… Afiyet olsun, deyip, fincanları usulca sehpaya bıraktı ve çıktı. Onun arkasından, Makbule hanım anlatmaya başladı;
’’DOĞANLAR çiftliği, Haldun Doğan ve eşi Asiye Doğan tarafından, yıllar önce küçük bir arazide kurulmuş. İki de at almışlar. Atlar çoğalınca zamanla tüm varlıklarını bu çiftliğe yatırmağa başlamışlar. Çok iyiliksever, sevilen insanlardı. Atlarla beraber işin ticareti de gelişti ve çiftlik bugünkü halini aldı. Şu an haramızda damızlık, binek ve koşu atı olarak 380 atımız mevcut.
Ben 25 yıl önce tek oğulları Bora’ya, dadı olarak geldim, geliş o geliş. Bora Amerika’ya tahsile gittiğinde kâhya olarak kaldım burada. Zaten hiç bir zaman bu sevimli insanlardan ayrılmayı da istemedim. Ancak talihsiz bir araba kazasında ikisini birden kaybettik ne yazık ki. O tarihken beri Amerika’dan dönen Bora Bey çiftliği yönetmekte. O da oğlum gibidir. Şu an yurtdışında kendisi, iki gün sonra dönecek, tanışırsınız.
Genel bilgiyi almıştım. Bora beyi merak etmekle beraber, onunda bu insanlar gibi kibar biri olduğundan emindim. Makbule hanım konuşmasına devam etti.
“Bu binadan başka 6 bina daha var çiftlikte. Biri, şu gördüğün büyük bina, yemekler orada yenir. Bora beyde orada kalır… On dakika mesafede, iki adet kapalı ahır binası var. Seyislerin kaldığı blok da onların hemen bitişiğindedir. Daha ilerde ki ise, misafir binasıdır. Çiftliğe alım-satım için gelen kişiler misafir edilir orada.
Sesimi çıkartmadan, ilgiyle dinliyordum.
“Arazinin diğer tarafında ise, uçuş pisti, hangar ve küçük bir idare binası bulunmaktadır. Bora bey, zamanının çoğunu orada geçirir. Uçaklara çok meraklıdır ve kendiside amatör pilottur.”
-İşte böyle Funda kızım, dedikten sonra, şimdi biraz dinlen istersen, sonra yemekte görüşürüz deyip ayağa kalktı.
-Ha! Unutmadan… Kahvaltı sabahları 8.00 de başlar. Öğle yemeği 12.30, Akşam yemeği de 19.00 dadır. Hadi bakalım yarında çiftliği gezersin.
Ona öğle yemeğine katılamayacağımı, ancak akşam yemeğinde görüşeceğimizi söyleyerek müsaade alıp, daireme çıktım. Yatağıma uzanarak gözlerimi kapadım. Çok hareketli bir haftanın yorgunluğuyla uyuya kalmıştım. Uyandığımda, saat 18.30 olmuştu. Daha ilk günden geç kalmamak için aceleyle üstümü değiştirip, büyük eve yollandım.
Açık duran kapıdan merakla, içeri girdim. Salonun kapısında, temiz giyimli bir hizmetli “Hoş geldiniz, buyurun, “ diyerek beni karşılayıp içeri buyur etti. İşte o an kendimi tıpkı filmlerdeki gibi muhteşem bir yemek masasının önünde buldum. Masada yalnız Makbule Hanım vardı.“ Gel kızım, şöyle otur ” diyerek, yer gösterdi. Masanın en başındaki koltuk farklıydı. Makbule hanım;
-Bu ara yemeklerimiz sakin geçiyor. Bora’da yok. Zaman zaman yeğenler gelir, kalabalık oluruz. Ee… Ne yapalım, kimseye gelme denilmiyor, derken sesinde hafif bir memnuniyetsizlik sezmiştim. O sırada Ayşe elinde porselen bir kapla içeri girip, çorba servisi yaptı. Diğer kız bardaklara portakal suyu doldurup, salataları servis etti. Makbule hanım;
-Ayşe’yi tanıdın… Bu kızımız da Nurten. Kendisi aşçımız Osman efendinin kızıdır. Hem mutfakta çalışır, hem evin diğer hizmetlilerine yardım eder, dedi. Kapıda gördüğün Nuri Efendi de neredeyse yirmi yıldır burada çalışır.
Makbule hanım, bu tarz bilgilerle beni aydınlatmaya devam ederken, harika hazırlanmış sofrada, keyifle yedim yemeğimi. Arkasından, yandaki odaya kahve içmeğe geçtik, Orası da tıpkı diğer gördüğüm odalar gibi zevkle döşenmişti. Sohbetlerimiz hep çiftlikle ilgili geçmiş, epeyi bilgi sahibi olmuştum. Nihayet odama çıktığımda, ilk gecemin, gün içindeki kadar rahat geçmesini dileyerek, başımı yastığa koyup, gözlerimi kapattım.
***
Gecenin karanlığı iyice çökmüş, fırtına gittikçe artmıştı. Telsiz konuşmalarından durumumuzun Hiç de iyi olmadığını anlamıştım. Bora, devamlı yardım sinyali verip, gelen cevapları sinir içinde, bağırarak yanıtlıyordu. Ağlamaya başladım. Her şey yolunda giderken, bu felaket nerden gelmişti başımıza.
<---------->
Sabah güneşin ilk ışıklarıyla uyandım. Kahvaltı saati gelmişti, giyinip doğruca büyük eve geçtim. Makbule hanım yine yerinde idi. Beni ’’Günaydın Funda’’ diyerek, güler yüzle karşıladı. Kahvaltının sonunda;
-Hamdi Efendi bugün size çiftliği gezdirsin, dedi. Yarın Bora geliyor… İşle ilgili konuları ondan Öğrenirsin.
Heyecanla, arabada Hamdi efendinin yanına bindim. Kısa bir sürüşten sonra ahırlara vardık. Öndeki Açık alanda, çitlerin içinde, bir sürü at bir oyana bir bu yana koşup duruyordu. Manzara mükemmeldi. Arabadan inip içeri girdik. Sıra sıra kabinlerde, çok güzel atlar vardı. Hamdi Efendi tek tek, bunların kimi damızlık, iki de gebe atımız var diyerek, bilgi verdi. Ahırlardan çıkarken yanımıza gelen Sivas kangalı iri bir köpeği göstererek,
-İşte buda TOMAS, dedi. Buralar ondan sorulur… Çok akıllı bir hayvandır. Bir gördüğünü bir daha unutmaz.
Sonra, ilerdeki seyislerin kaldığı yerleri işaret ederek.
-Hadi Dr. Hanım… Dedi, Bir de hangarları görelim.
Misafir evinin önünden geçerek 10 dakika boyunca çiftliğin arazisi içinden güzellikleri seyrederek gittik. Geldiğimiz yerdeki upuzun pistten ve hangarlardan buranın özel bir hava alanı olduğunu hemen anladım. İlk büyük hangara yöneldik. İçerde pırıl pırıl bir CESNA tipi uçak duruyordu. Gözlerim ışıldamıştı o an. O ne güzel bir şeydi öyle. Tıpkı kocaman bir kelebek gibi alımlıydı adeta.
- Bizim beyin atlardan sonra en büyük tutkusu uçmak, dedi Hamdi bey,
Dönüşte seyis başı İlyas efendiye uğrayıp atların beslenmeleriyle ilgili bilgiler aldım. Her şey yolunda görünüyordu ve ilave edilecek bir şey yoktu. Öğle yemeğine gelemeyeceğimi bildirerek daireme çıktım. Çalışma odamı düzenlemem lazımdı. Bir- iki saatlik çalışmadan sonra tam istediğim şekle sokmuşum. Kitaplarımdan birini alıp koltuğa oturmuştum ki, telefonum çaldı. Arayan halamdı.
-Fundacım nasılsın? Dedi, Seni şimdiden çok özledim.
Ona, buranın mükemmel olduğunu, Şimdilik her şeyin yolunda gittiğini ve yarın evin beyiyle tanışacağımı kısaca anlatarak, rahatlattım.
-Beni aramayı sakın unutma, deyip, telefonu kapattı.
Akşam yemeği, yine aynı monotonlukla geçmişti. İyi geceler dileyip odama döndüğümde saat henüz dokuzu gösteriyordu. Bir duş alıp, pijamalarımı giydim ve şöminenin karşısına oturdum. Alevlere bakarken çok mutlu olduğumu hissettim. Ertesi sabah, benim için önemli bir gün başlamıştı. Ciddi bir kıyafet giyip, saçlarımı düzgünce taradım. Aynada kendime son bir defa bakıp, kahvaltıya gittim. Salonda hiç kimse olmadığını görünce;
-Makbule hanım gelmedi mi? diye, Nuri efendiye, sordum.
-Hamdi Efendi ile birlikte, Bora beyi karşılamağa gitti efendim, diye cevapladı.
Birden içimi bir heyecan dalgası sarmıştı. Ne vardı bu kadar heyecanlanacak bilmem? Gelende sonuçta bir insandı. Ama yine de iştahım kapanmıştı. Ayşe’nin kahve teklifini de çevirdim. Heyecanla turalamaktan yorulunca, oradan usulca ayrılarak, tekrar odama döndüm.
Devamı var :)
YORUMLAR
Billur T. Phelps
Umduğun gibi oldu mu devamı ?
:)
Heyecanlı yerinde kaldı ya...Olmaz böyle şey. Gelsin...)Değişimi gözlemlemek istiyorum, umarım bir dahaki bölüm bol iç sesli ve duygusal olur. Kapılıp gitmeye hazırım, yukarı diktim yelkenleri:))
Tebrikler, amansız takibindeyim hikayenin.