- 652 Okunma
- 5 Yorum
- 1 Beğeni
DOĞANLAR ÇİFTLİĞİ -2
Bu arada küçük CESNA‘nın her yeri çatırdıyordu. Uçaktaki tek motor iyice coşmuş, gürültüler artmıştı. Korkudan koltuğa sıkıca yapışmıştım. Hiç ses çıkarmadan Bora’yı izlerken, Yeşil gözlerindeki sakinliğin, yerini, öfkeli bakışlara bıraktığını gördüm.
<--------->
Makbule hanımla tanışmamız ve görüşmemiz ne de güzel geçmişti. Mesafeli ama sıcakkanlı tavırlarından dolayı, halamda onu çok sevmiş ve hemen ısınmıştık. Kapıda bizi yüzünde kocaman bir gülümseme ile karşılayıp, içerde deri koltukların bulunduğu bir odaya buyur etmişti. Çatırdayan şömineye iki de odun attıktan sonra yolculuğumuzun nasıl geçtiğini sorduktan sonra;
-Bizim çiftlik biraz sapadır ama çok güzeldir… Buraya alışınca şehre gitmek istemezsiniz, dedi. Bu arada ben çiftliğin kâhyasıyım.
Halamla göz göze geldik o an. O da benim kadar şaşırmıştı eminim. İçimden “Eğer kâhya böyle bir hanımefendi ise, ev sahibi nasıl biriydi kim bilir?” Demekten alamamıştım kendimi. Daha sonra, diplomamı uzatıp, özgeçmişimi anlattım. Beni hiç kesmeden ve nezaketle dinlemişti.
-Görüyorum ki, şartlarımıza çok uygunsunuz… Dedi. Yeter ki biz size uygun olalım.
Ardından, maaş, kalacak yer çalışma şartları gibi bilgilerini peş peşe sıraladı. Bana verileceğini söylediği rakam, neredeyse düşündüğümün iki katı idi. Hemen hiç tereddütsüz,
-Peki, kabul ediyorum dedim. Ne zaman başlamamı istersiniz?
Bunun üzerine, halam hemen araya girerek,
-Kızım, evimize bir dönelim, sen de bir düşün önce, dedi. Ondan sonra verirsin cevabını.
Makbule hanım gayet sakin bir şekilde,
-Elbette… Hafta sonuna kadar düşünebilirsiniz. Ancak gitmeden önce kalacağınız yeri de bir göstermek isterim, diyerek ayağa kalktı.
Sıcacık ve afiyetle içtiğimiz salep fincanlarını masaya bırakarak bizde peşi sıra binadan çıktık. Kalacağımı söylediği yer binanın 2.katında bulunuyordu. Ancak girişi binanın yan tarafından verilerek, tamamen müstakil hale getirilmişti.
Daireye girer girmez, ilk gözüme çarpan, holde asılı kocaman bir geyik başı olmuştu. İhtişamlı boynuzlarına bakıp, ormanda serbestçe dolaştığı anları aklıma getirince, hüzünlendim.
Oradan hızla yürüyerek salona geçtik. Şömine yakılmış, aydınlatma için duvar ve köşe alanlar kullanılmış, yere kalın tüylü beyaz halı serilmiş ve rahat bir oturma grubuyla döşenmişti. Ayrıca şöminenin tam önüne yerleştirilmiş bir de sallanır koltuk vardı. Tam da, rahmetli babacığımın hep hayal edip de bir türlü alamadığı türdendi.
Salondan görülen üç kapının biri yatak odasına, diğerleri mutfak ve çalışma odasına açılıyordu. İçinde banyosu bulunan, yatak odası, sade fakat çok güzel renklerle donatılmış, yatağın üstüne de bir de cibinlik asılmıştı. Şaşkınlığımı belli etmemeye çalışarak her yere dikkatle göz gezdiriyordum. Allah’ım, burası bir saray yavrusu idi adeta. Gözüm tuvalet masasının üzerindeki örtülere takıldığında işlemeli örtülerin, perdelerle aynı olduğunu görünce de, nutkum tutuldu. Makbule hanımın sesiyle ayıldım yeniden.
-Burası da çalışma odanız olacak Funda Hanım.
Yine, her şeyiyle muhteşem bir oda duruyordu karşımda. Diğerlerinde olduğu gibi, rahat koltuklarla döşenmişti ve cama yakın yerleştirilmiş çalışma masanın üzerinde, şık yeşil bir lamba ve beni hayrette bırakan birde lap-top konmuştu. Makbule hanım, beni şaşırmaya devam ederek, başka bir kapıyı daha açtı;
- işte burası da mutfağınız.
Allah’ım… Yok, yoktu bu kocaman mutfakta. Her türlü kap, kacak ve elektrikli alet mevcuttu. Hangi tarafa bakacağımı şaşırmışken, Makbule hanım;
-Yemekleri büyük evde yiyeceğinizden bunlara pek ihtiyaç duymayabilirsiniz’’ diyerek, güldü.
“Büyük ev?”
Eğer bu ev küçükse, büyüğü nasıl olur acaba? Diye geçirdim içimden, Aynı şaşkınlığı halamın yüzünde de görebiliyordum. Tekrar salona geçtiğimizde, balkon penceresinden etrafa şöyle bir baktım. Kenarına bir salıncak konmuş balkon, sanki bir çiçek bahçesi gibiydi. Önünde alabildiğine uzanan çayır manzarası muhteşem görünüyordu.
Evden ayrılıp, Makbule hanımın peşinden istemeyerek ofise giderken halam, hala dönüp geriye bakmaktan alamıyordu kendini.
***
Fırtına arttıkça CESNA uçak, bir yaprak gibi dalgalanmaya başlamış, benim de sabrım artık tükenmişti. Korkudan bacaklarım tutulmuş ve sallanıp durmaktan, miğdem altüst olmuş bir haldeydi. Kendimi tutamayıp, "Bir şeyler yapın lütfen," diye bağırmama ben bile şaşırdım. Bora her zaman ki gibi kısa ve öz bir şekilde;
-Bir çare bulacağız… Diye bağırdı. Uçaktaki gürültüden, bağırmadan anlaşmak, zaten mümkün değildi.
< ---- >
İlk görüşme umduğumdan güzel geçmiş. Hele kalacağım yer beni mest etmişti doğrusu. Makbule hanım;
-Dönüşünüz zor olur, ana yoldan her zaman vasıta denk gelmez … Dedi. Hamdi Efendi sizi şehre bıraksın.
-Gerek yok, yola kadar bıraksa kâfi, desem de;
-Zaten şehirden alınacak malzemeler vardı, lütfen… Diye bir kılıf bulmuştu.
Dönüşte, yol boyunca, Hamdi efendiye çiftliğin asıl sahibi kimlerdir, ne tür hayvanlar var diye aklıma gelen bir dizi soru sormak istediysem de başaramadan, İzmir’e gelmiştik. Hamdi Efendi, bizi evimizin önüne kadar bırakarak, bütün kibarlığıyla ‘’İyi günler’’ dileyip tekrar yola koyuldu.
Daha eve girer girmez, kalacağım yerle oturduğum ev arasındaki farkın büyüklüğünü görmüştüm. Ancak halam dolaptaki börekleri ısıtıp, yanına birde çay getirince kendi evimiz çok daha sıcak geldi. İyice düşünüp, vereceğim cevaba odaklanmalıydım. Ama öncelikle halamın düşüncelerini öğrenmek istedim.
- Ne dersin hala? İyi bir yere benziyor, değil mi? Ayrıca insanlar da öyleler.
Halam eline dilimlenmiş limondan alıp, çayına sıktı.
-Fundacım, bana da öyle geldi. Ama uzak olması düşündürüyor!
Anladım ki, son karar yine benimki olacaktı. Gece yatınca bol bol Düşünürüm deyip duşa girdim. Sabahsa, puslu ama güneşli bir güne uyanmıştık. Kahvaltı hazırdı ve halamın da yüzü gülüyordu. Herhalde o da gece bayağı düşünüp, olumlu bir karara varmıştı.
- Ne o halacığım! Yüzünde güller açmış… Yoksa gideceğim emi seviniyorsun(!) diye takıldım.
-Hadi oradan deli kız, Ben seni bir yere bırakmam… Ama istikbalini düşününce, biraz ayaklarının üzerinde durmanın daha iyi olacağı düşünüyorum dedi. Ayrıca; Makbule hanımı da çok beğendim… Güvenilir birine benziyor.
Oh! İçim rahatlamıştı. Böyle konuştuğuna göre, benim kararım onaylanmış oluyordu. Zaten ben çoktan kararımı vermiştim. O gün hemen telefonla arayıp, işe başlamaya karar verdiğimi bildirdim. Makbule hanım da çok sevinmişti. İki gün sonra Hamdi efendiyi gönderip beni evden aldıracağını söyleyerek kapattık telefonu.
O iki gün içinde, halamla alış verişe çıktık ve tüm eksiklerimi tamamladım. Hatta mesleki bazı araç gereç ve ilaç bile aldım. Canım Halam, her bulduğu fırsatta, beni uyarmaya devam ediyordu.
- Bak!.. Haber alamazsam eğer, ertesi gün ordayım bilesin,
İki gün çabucak gelip, geçmişti. Cuma sabahı, saat onda, Hamdi efendi arabayla kapıda hazır bekliyordu. Ben de çoktan kalkmı, halamın nefis kahvaltısını paylaşmış ve valizimi hazır etmiştim. İş gerçeğe dönünce, halam gözyaşlarına hâkim olamamıştı.
Üzülmemesini ve her gün mutlaka arayacağımı, sık sık da kendisini görmeye geleceğimi söylemiş olmam bile tesir etmemişti. Ayrılma vakti gelip, birbirimizi sevgiyle kucakladığımızda, halacığım hala ağlıyordu.
Gözyaşları arkamdan döktüğü bir tas suya karışırken, arabanın içinden, el sallayarak yola koyuldum.
***
Devamı var :)
YORUMLAR
Tv'de ki dizilerden daha iyi ya kurgusu, severek okumaya devam...
Bu CESNA uçağı kaç yılında icat edilmiş, ben bunu merak ettim sadece:)
Hürmetle ablacım...
Billur T. Phelps
Faydalı oldum mu ?
HakkınSesi
Zahmet versem de, maksat öğrenmek..
Hürmetle..
Billur T. Phelps
Devamını da umarım beğenirsin :(
Söz veriyorum size ileride tv kanalım olursa, size özel bütçe hazırlaacağım:)) Bir dizi sizden olmaz mı? Sevgili Esma Kahraman' a da gazetem olursa köşe yazısı verme vaadim vardı, bakın bu iki oldu epey borçlandım:)))
İlgiyle takip ediyorum, sonunu bilene yok mu ödül? Hürrem Sultan boğaz gezisi veriyorsu ve ben çok yaklaşmıştım kazanamaya:)Lütfen motive edelim:))
Tebrikler.
Billur T. Phelps
Alemsiz valla... Ama biliyorsun söz ağızdan bir kez çıkar.
Bütün bu dediklerin olursa, peşini bırakmam ona göre :)