- 1283 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
İyi ki varsın Çambaşı
Çambaşına çıktım anam çıram yanmadı
Mektup saldım yare anam mektup varmadı
Etrafıma baktım anam kimse kalmadı
Çambaşı yollarına düşmeden türküsü düştü dilimize.
Babamın, koltuklarını söktüğü, aslında Kuru temizleme işinin şehir içi servisinde kullandığı mavi minibüsü ile hoplaya zıplaya geçmiştik bu yollardan. Her yaylaya çıkışımızda yıllar önceki o halimiz canlanır zihnimde.
Bir dostun telefonu ile bu Pazar sabahı da yönümüzü uzun bir aradan sonra tekrar yaylaya çevirdik.
Evden çıkmadan önce boş su kaplarımızı, hırkalarımızı ve şemsiyelerimizi aldık her ihtimale karşı.
Yaydığı huzur ve dinginlik duygusu, sadeliği, yeşilliği, havası ve suyu cezbe üstüne cezbe katar yaylalara rutubetli yaz günlerinde. Sıcak ve nemin ortasında düşünüp düşlerken bile hissedebilirsiniz esintisini, çisesini eğer bir parça aşinalığınız varsa oralara. Huzursuz, yorgun, karmaşık, havasız, susuz, betonlar içerisinde kalmış şehir insanının bu cazibeye kayıtsız kalması mümkün müdür? İlk fırsatta düşer yayla yollarına bizim gibi.
Bir çeşme başında afiyetle yemek üzere karşımıza çıkan ilk dükkandan üzüm ve ekmeklerimizi de alıp attık bagaja.
Gün içerisinde bir mevsimden başka bir mevsime doğru yol alıp giderken manzara manzara fotoğrafladık her yeri neredeyse. Gözümüz gönlümüz doymak bilmiyordu ne kadar çekersek çekelim dağın taşın resmini. “İnsanın ömrü uzar, hücreleri yenilenir burada. Ah! Zaman olsa da kalsak birkaç ay” cümlelerini kaç kere sarf ettik bilmiyorum.
Kurul kayalıklarını Esenyurt tarafından görüntüledik bütün heybetiyle.
Demiroluk mevkiinde tereyağlı gözleme, salatalık turşusu ve buz gibi suyundan da nasiplendik.
Bakacak’ ta Perşembe ilçesinin göründüğü noktada muhakkak resim çek diyen kardeşimi dinledik ve indik arabadan.
Kabadüz, Bakacak, Yokuş dibi derken sisli ve çiseli yayla havasının ortasında bulduk kendimizi. Yazlık kıyafetlerimizle bile bunaldığımız şehir havasından sonra yaylanın soğuk havası ile karşılaşınca hırkalarımıza iyice sarıldık. Bu köşe kış köşesi(!).
Kim bilir hangi obanın düzlüğünde kendisini bekleyen arkadaşlarına yetişme telaşıyla bisikletine binmeye çalışıyorken yanından geçtik yanakları al al olmuş bir yayla çocuğunun.
Çambaşı birkaç senedir çok güzel bir camiye sahip artık. Caminin yapımında eski Ordu Valisi Kemal Yazıcıoğlu, merhum İbrahim Köksal ve varisleri, iş adamı Mustafa Poyraz, Muzaffer Yüce, İsmet Şenocak ve Celal Şahin olmak üzere birçok kişinin ismi geçiyor.
Merkez oldukça hareketliydi havaya rağmen. Dükkanlar açık müşteriler dürme pancar çuvallarının, tulum peynirlerinin arasında geziniyor fiyat sorup pazarlık ediyorlardı. Hediyelik eşyalarda en çok da peştamal kıyafetler, çember şallar , semaverler, bakır taslar, sepetler, heyler göze çarpıyordu.
Rengarenk oyalı çemberleri, desen desen basma eteklikleri, yün hırkalarının üzerinden bellerine taktıkları siyah deriden bel çantaları, yün çorapları ve lastik ayakkabıları ile yaylanın hamarat kadınları pancar, pezük, havuç, fasulye satıyorlardı yol boyunca yer yer kapalı çardaklarda. Gelin parmağı, tavuk kirmidi, dağ kirmidi, yayla peyniri, pestil, dut pekmezi tezgahlarda alıcılarına arz-ı ednam etmekteydi. Hepsinden bol bol almak duygusu bizim gibi yaylaya ender gelenler için başa çıkılması zor bir duygudur. İki kilo yayla fasulyesi ile iki bağ pancar alarak çabucak uzaklaştık yüzde yüz doğallık fışkıran tezgahlardan.
Evlerin bacalarından dumanlar yükselirken dönüş yolundaydık.
Her zaman gidemesek de, kalamasak da orada bir yaylamız var uzakta.
Rengarenk çiçeklerinle, el değmemiş tüm güzelliklerinle iyi ki varsın Çambaşı. İnşallah kıymetini biliriz, inşallah seni de hoyratça tüketmeyiz.