- 1224 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İLK TANIŞMAMIZ
Seninle randevulaştığımız o cumartesi günü geldi çattı. Yazarken bile heyecan içinde olduğum o gün gelmişti. O gece uyuyamadığım için yatağa uzanmadan önce duşumu aldım. Elbiselerimi ütüledim. Bir gün önceden vip otobüslerinden yerimi ayırttım, erkenden evden çıktım.
Saat altı suları olduğu için de, pasajda hiçbir dükkân açık değildi. Murat’ın işlettiği “Ahsen pastanesi” ne gittim, börek ve çay ile kahvaltımı yaptım. Sonra da berberimi beklemeye başladım. Berber dükkânı açıldığı zaman da, sinekkaydı tıraşımı oldum… Artık sana kavuşmaya da hazırdım. Otobüs saati de geldi çattı, çığırtkanlar Harem yolcusu kalmasın diye bağırırken ben, hala hayal dünyasında yaşıyordum sanki… Bir an önce çok sevdiğim o güzel yürekli insana kavuşmak için heyecanlanıyordum.
Bilmem inanır mısın? Kendimden öte, aldığım nefesten önce, sevdiğime kavuşmak, hem de çok imkânsızlıkları başararak… Yüreğimde duyduğum bir sevdaydı sanki. O kadar aciz kalıyor ki duygularım; bir şey hissediyorsun ve adı yok. Çünkü onu taşıyabilecek kelimeler yok. Gönlümüz her zaman yemyeşil alabildiğine uçsuz bucaksız Anadolu’nun doğasına tutkundu, yeşilliği biz hep çayır çimen, ormanmış gibi görmeye alıştığımız için… Başka renklerin hiçbirini rakip görmedik sevdamıza, ona yaşamın tüm anlamlarını yükleyen bir çift yeşil göze sakınarak özenle baktık…
Uzun yıllar sonra geldiğim İstanbul’da, Harem otogarında indik… Masmavi bir deniz, bembeyaz bir kumsal, sahil ve yoldan geçerek gördüğüm adalar… Ben eski bir radyocu olduğum için, “ada sahillerinde bekliyorum” şarkısını içimden mırıldanmaya başlamıştım…
Ada sahillerinde bekliyorum
Her zaman yollarını gözlüyorum
Yârim seni seviyor istiyorum
Beni şad et Şadiye’m başın için
Her zaman sen yalancı ben kani
Her zaman orta yerde bir mani
Her zaman sen uzakta ben müştak
Her telakki de bir hayalin yar
Adalar’dan Moda’lara geçilir
Yar elinden zehir olsa içilir
Bu dünyada başa gelen çekilir
Beni şad et Şadiye’m başın için
Nerede o mis gibi leylaklar
Sararıp solmak üzere yapraklar
Bana mesken olunca topraklar
Beni yâd et Şadiye’m başın için
Kaynak: Hasan Aslan
Daha önce konuştuğumuz gibi, beni Harem den alacaktı, ama yolda bir sürü aksilikler çıktı, ben de otuz dakika geç kaldığım için otobüsten yeni indim… Sağa sola bakındım yoktu. Sonra da, yanıma bir özel arabanın korna çalarak yaklaştığını gördüm, bir an onu beklerken gözlerimin önüne hayalimdeki hali geldi… Dudakları, duruşu, gülüşüyle bana sevgiyle bakan yemyeşil gözlerini gördüm el sallarken…
Arabadan indi, yine o zarif ve güzel bakışlarıyla bana sarılıp iki yanağımdan öptü, hoş geldin canım dedi. Yolculuğumun nasıl geçtiğini ve yorulup yorulmadığımı sordu. Çünkü daha önce rahatsızlık geçirdiğimi de biliyordu. Altı günde devri âlem (Yeniden doğmak) öykümü okumuş, sesli dinlemiş sonra günlerce aklından çıkmadığını, hep onu düşündüğünü, etkilenip ağladığını bile itiraf etmişti. Çok hassas bir yapısı vardı.
O an bedeninin o güzel kokusu benim tüm ciğerlerimi doldurdu. San ki lavanta kokusu, orkide kokusu gibi duru, tertemiz, ferahlatıcı… İlk tanışmamızda bile rahat, cana yakın tavırları bana da huzur verdi.
Gece, gündüz, her an, her zaman, yatarken, uyurken, düşlerimde, rüyalarımda… Sabahlara kadar hayal ettiğim kadın yanımdaydı. Ne çok özlemiştim oysa ama sadece elini tutmakla yetindim, şoförü arada aynadan bakıyordu çünkü. Yolda oradan, buradan lafladık. Bana nereye gitmek, ne yapmak istediğimi sordu… Kitapçılara, konser vs. gidip gitmek istemediğimi bilmek istiyordu. Çünkü gece için program yapacaktı. Ben de hayır dedim, teşekkür ettim, onu yormak istemezdim hemen… Ben, onun davetlisi idim ve amacının beni mutlu etmek olduğunu da biliyordum.
O an düşündüm; İnsan bazen kaçmak ister hayatın gerçeklerinden. Bu yüzden bazen onu anlamak pek kolay değildi, bizzat hayatın gerçeklerinden esinlenmeden. Başka hayallerde dolaşmak ister, nereye gideceğini bilmeden… Yurtdışı gezilerinin sona ermesini istemeden, beklentisiz… Yazmadan, okumadan, maddiyatı düşünmeden, nereye kadar yaşamak ister… Biliyorum ki çevresini saran şatafatlı gecelerde, dansların, iltifat kokan ağızların sardığı… Riyasız, çıkarsız, karşılıksız bir sevgiydi istediği…
Unutmak istedikleriniz bile engel olamıyor ne kadar uzaklara kaçarsanız kaçın… Öyle bir an gelir ki, yüreğinizi sıcacık bir sevgi sarmıştır… Sevmek istemeseniz bile terk edemezsiniz. Yoğun bir sevgi yumağı sarmıştır içinizi… Sevmiş, bağlanmışsınızdır anlamadan…
İstanbul’un kalabalık sokaklarından geçerek nihayet kalacağımız otele geldik, butik otellerden lush-hoteldeyiz… Pera’nın tüm asil geçmişini ve saygınlığını sessiz sakin koruyor. Sedir, Elagance, Superior, Deluxe ve Junior odaları beş ayrı dekorla ayrı zevklere hitap ediyor. Örneğin Sedir odası, içinde hamamıyla, ahşap işçiliğiyle ve yer minderleriyle tam da eski Anadolu evlerinin kültürel özelliklerini taşırken, modern çizgilerin köşeli hatlarıyla hazırlanmış tam da günümüze uygun modern çizgilerini yansıtan bir mimariyi sunuyor. İstanbul’un kalbi Beyoğlu’nun bütün nabzının tutulduğu İstiklal Caddesi, bir yanda da Balıklı Rum Vakfı arazisindeki tarihi kilise, okul ve dükkânlarla da komşu… İstanbul’u Sıraselviler’de tarihiyle yaşatan güngörmüş soylu bir beyefendi gibi…
Neden bu otel özenle seçilmişti; evimden ayrı kalkmak zorunda kaldığım için gittiğim yerde ev konforu bulmak istiyordum.
Kafamı ve ruhumu dinlendirmeye, sevdiklerimle uzun uzun sohbetler yapmak ve baş başa kalmak fırsatını yakalamaya, gerçekten dinlenmeye çok ihtiyacım vardı.
Yemeği aslında otelde de yiyebilirdik, ama o dışarıda yemeyi tercih etti. Eski adı (intercontinental) olan Marmara otelinde yemeğimizi yemek için çıktık…
Gideceğimiz yer fazla uzak olmadığı için, Taksim’e doğru yürüdük. O an kazancı yokuşu geldi aklıma. Tam oradan geçerken, işçi sınıfının tarihindeki en büyük olaylardan biri olan 1 Mayıs 1977 tarihinin de bir parçası olduğunu anımsadım…
1 Mayıs 1977 de 8’i kadın tam 34 kişinin kanı Taksim alanını kızıla boyamıştı. Amaç; her zamanki gibi aynıydı, ülkemiz üzerinde oynanan karanlık oyunların, hain düşüncelerin birlik beraberliğimizi engelleme çabalarıydı… Bir kere daha lanetledim içimden…
İşçi sınıfı, şehitlerini unutmadı ve sonsuza dek unutmayacaktır…
Biraz üzgün, biraz kırgın, kızgın o günleri yâd ederek yemeğimizi yedik. Sonra otele geri döndük, odama çıktım. Dinlenmek için ben biraz uzandım, içim geçmiş, biraz kestirmişim. Telefon sesi ile uyandım. Sakin, güzel bir ses bana; Metin bu ne uykusu hadi çıkalım akşam oldu diye beni uyardı.
Ben duşumu aldım, üstümü değiştirdim ve lobiye indim. Beni gülerek güzel bir çift göz karşıladı, dinlendin mi dedi, ben de evet dedim, teşekkür ettim. Otel görevlisi taksi çağırdı. Biraz eğlenmek, deniz havası almak, vücudumuzda ki mutluluk hormonunun, seratonin seviyemizin artması, stresimizi azaltmak için, Çırağan otele geldik…
Çırağan; İstanbul’ u sadece bir saray olarak nitelendirmek yetersizdir. Bu büyüleyici otel, tarihi İstanbul’ un ruhunu azami düzeyde lüks ve Boğaz’daki konumuyla bir araya getirerek adeta gerçek dışı gibi inanılmaz, mükemmel surette düzenlenmiş bir arazide Boğaz ve şehir panoramalı, 19. yüzyıldan kalma muhteşem bir Osmanlı sarayında konuşlanmıştır. Yüzme havuzu etrafında tembellik yaparak gemilerin geçişini izlediğiniz an’lar otelden ayrıldıktan sonra uzunca bir süre belleğinizde yer edecektir.
Biz bir yandan denize karşı nescafelerimizi yudumladık bir yandan da sohbet ettik. Böylece yemek zamanı da gelmişti, hesabı ödedik. Hemen bir araba geldi. İstanbul Medorenin olduğu yerde, deniz kenarında, girişte koruma odasından geçerek ikinci kata çıktık. Önceden rezervasyon yapıldığı için, görevli bize balkonda güzel bir yer gösterdi. Menü listesi geldi, ben okuyamadığım için (gözlüklerim yanımda olmadığı için) balık, salata, kırmızı şarap, ben içki içmediğim için de, sıkılmış elma suyu siparişi verdik. Ben davetli olduğum için, her şeyi o idare ediyordu. Büyülü gözleriyle…
Benim de bu arada Nasreddin hocadan bir fıkra geldi aklıma. Güzel yemeklerin hazırlandığı mahallenin zengin konağında bir yemek veriliyormuş. Nasıl olmuşsa, Nasrettin Hoca’nın çağırılması unutulmuş veya kasten çağırılmamış.
Hoca durur mu? Hemen bir zarf alıp, içine boş bir de kâğıt koymuş. Ne zarfın üstüne, ne de kâğıda hiçbir şey yazmamış. Elinde bu zarfla çat kapı iftar verilen eve gitmiş, zarfı gösterip içeriye dalmış. Mektubu ev sahibinin eline verip, hemen sofraya oturup, bir güzel karnını doyurmaya başlamış. Ev sahibi yemek boyunca, zarfı, mektup kâğıdını evirip çevirmiş, bakmış, bir şeycikler anlayamamış. Sonunda Hoca’nın yanına gelip:
Hocam, elime tutuşturduğunuz bu kâğıt nedir, bir türlü anlayamadım, deyince Hoca: “Efendim, herhalde bana gönderdiğiniz iftar davetiyesi olacak. Galiba zarfa benim adımın, içine de davet yazısının yazılması unutulmuş! Cevabını vermiş.
Gülüştük… Harikulâde güzel bir ev sahipliği yapan biri ile yaşamım boyunca ilk defa birlikte olmaktan son derece memnundum… Benim mutlu olmam için elinden gelen her şeyi yapıyordu… Sonra bana tatlı üzerine dondurma siparişi verdi.
Zaman hızla geçiyordu. Saat 00.30 olmuştu, ben de üşümeye başlamıştım. Lokantadan el ele tutuşarak çıktık. İleride bir taksi çevirdik, otele geldik… Lobide sohbet ettik. Sonra ertesi gün için sözleştik. Beni bırakıp evine gitti…
Ben çok, çok mutlu bir gün geçirdim. Tabiî ki beni mutlu etmek için elinden gelen her şeyi yaptığı için mutluluğumun sırrı ondaydı…
Ertesi gün pazardı. Güzel bir güne hazırlanıyordum. Ama sonunda ayrılmak, veda etmek de vardı… Ben oldum olası vedaları hiç sevmedim, bana hep hüzün verir sevdiklerinden ayrılmak…
Mutluluk
Mutluluğumuzun resmini çizmek istiyorum seninle
Yüzüme buseler veren bahar sarmıştı heyecanımı
Öylesine yeşil, öylesine sınırsız, öylesine özgür ki
Akşamlarla birlikte hüzünlere bürünmüyorum seninle
Güneşi özlemiyorum artık gecelere inat olsun diye
Yıldızlara selam durmak istiyorum pırıl pırıl ay ışığında
Korkuyla oluşan dehlizlerinde kaybolmuyorum artık
Sabah çiçekler açarken gökyüzünde seni görüyorum yeniden
Portakal çiçeğim açmış gibi gökyüzünde polenler saçarak
Yorgun bedenimde, yıkılan hayallerimin kederi seninle dağılıyor
Senin yokluğunun ıstırabında buz kesip donmuyor artık bedenim…
Ayrılmak, çok yakında yeniden bir araya gelmek dileğiyle otelden ayrıldık… Ben biraz daha fazla bir arada olmak için arabayı çağırma, yürüye yürüye Gümüşsuyu caddesinden iner, eski adı Dolmabahçe olan, şimdi Rahmetli İnönü adı verilen Stadyumdan Beşiktaş’a iner, oradan vapur’la karşıya geçeriz dedim. El ele sohbet ederek Dolmabahçe Saray’ına geldik, çay bahçesinde birer kahve içerek, Üsküdar vapuruna bindik, karşıya geçtik… Oradan arabasını telefonla çağırarak, yine beni ilk aldığı yere bıraktı… O an birbirimize sarıldık, gözlerimiz yaşlı, ağlamaklı bir şekilde, tekrar, en kısa zamanda bir araya gelebilmek dileklerimizle ayrıldık…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.