- 686 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Kediler ağlar mıydı?
-“Gitti.”
“Hunharca katledilmiş bir birlikteliğin enkazında biriktirdiği öfkeleri öldürmek uğruna.”
Geç kalınmış bir cumartesi günlüğünde unutulup gitmişti oysa, tarihler yalandı, bir günü bitirince yırtılan takvim yaprağı. Yırtıldığı kadar kalabilseydi geçmişte, hala niye gidenin arkasında kalmış bir çift göz var, Uykuları bölüp geçen anlamsız hıçkırıklar?
Sahi, her gece uykularıma düşman, nihayetinde bir gitarın teline dokunurcasına tınısı yavaşça kaybolup giden ve zamansızca ağlayan kimdi? Hangi gözbebekleri ıslak bir martı gibi çırpınıyordu geceden medet umarcasına?
“Bilmez miydi karanlıklar gecelerin dostudur. Acılar yoldaşı, özlemler kardeşi.”
Her gece aynı saatlerde aynı mesafeden gelen bu imdat çığlıkları… Uykum artık yarı uğrak yerim olmuş, yastığım sık sık uğradığım eski bir dost. Belki bir yolculuk sonrası uğurladığı birine duyduğu o büyük özlem. Terk edilmiş bir sevgili, olamaz mıydı? O orda ağlıyor bense günlerce duymama rağmen ne kim olduğunu bulabiliyor ne de derdine ortak olabiliyorum.
“Acılarımız ortaktı belki de ikimizin, söyleyemediklerimizin acısıydı belki de yüreklerimizi her gece kanatan.”
Her doğan güneş yeni güne uyanabilmek için ne büyük ümitti oysa. Sanki geceden kalma hüzünleri geçici bir mutluluk verircesine kaldırmış üzerimizden. Ve yine dökülmüşüz kalabalıklara…
Sokak aralarında sıkışık kaldırımlardan yürürken aynı düşünce, aynı sancılar; geceden kalma. Ta ki bakkal Halil Amca’nın deyimiyle top oynayan kerataların arasından birinin uyan dercesine topu kafama fırlattığı o ana dek. Ufak bir tebessüm afacanlara, bir daha olmasın dercesine bir bakış. -Buralarda yakınlarda oturuyorum, geçtiğim yollar buralar ve sizin benim düşlerimle meşgul kafama bu topu atmaya hakkınız yok- veriyorum toplarını almaya gelenin başını okşayarak.
Merdivenleri sayarak ve simetrik bir şekilde çıkmak ne zamana kadar ilgi alanım olmuş ve ne zaman dolmuştu bizim alt kat, hatırlamıyorum.
“ O gideli hiçbir şeyi bilmiyorum artık, giderken götürdü dediklerim hala yerinde oysa; Gözlerim görüyor ve yüreğim atıyor.” Dün bugün ve yarından ibaretti yaşamak ;şiirlerinde hep severek okuduğum şairlerin. Şimdi üç gün olduğuna bile inanmıyorum hayatın. Dünü anılara, bugünü acılara yarını da umutlara kiralamış, “an”ı kaçırmışız. Kelebek kadar olmayı başaramamış ve onlar kadar anı yaşayamadık biz. Tek ortak noktası vardı ikisinin de;
“Bir kelebeğinki kadar kısaydı hayat.”
Sahiden o kimdi? Her gece aynı saatlerde ve aynı mesafede ağlayan. Onun gidişinin çığlıklarını kulaklarımdan silip süpüren o hıçkırık hangi bedenden can götürüyordu?
Onu düşünemiyorum eskisi kadar her akşam yürüdüğümüz o yollardaki suskunluğumuzu, gözlerini düşünemiyorum… Oysa üç gün öncesi ne büyük bir acıydı baş başa bırakıldığım; başka dünyalara adım atan birinin yüzünden. Ama elleri, gözleri…hatırlamıyorum.
Ne çabuk unutmuşum, bu kadar kolay mı unutabiliyordum ben? Sevginin geride bıraktığı acıların pasını bu kadar çabuk silmeyi mi öğrenmiştim?
Her gece daha da derinleşen ve her geçen gün daha da silik bir resim gibi kısılıp yok olmaya yüz tutan o ses, benden imdat diliyor. Her ağlayışında yataktan fırlayıp onu aramaya kalksam da bulamıyorum. Uzun bir süre beklemem gerekse de bu gece öğreneceğim kim olduğunu.
Onun gidişinden bu yana ilk kez bir başkası için endişe duyuyorum. İlk kez meraklarım bir başkasına; kim olduğunu bilmediğim. Bin parça olmuş düşüncelerin arasında ilk kez “O” yok ve ben ilk kez onun en sevdiği elma suyundan almadan eve gelmiş ve kurduğum sofraya bir tabak eksik koymuştum. Kapıdan içeri girdiğimde elleriyle çizdiği karakalem bir şatonun bulunduğu resmi elime almamış ve dokunmamıştım. Gelme ihtimallerinde ilk kez bu gece yoktu.
Geceden medet ummak, gökyüzünde gözlerini aramak; bir gerçekti bu gün kabullenip yarın unutabilme ihtimaline karşı;
“Güldürdüğü kadar da ağlatırdı ahmak hayat!”
Bakarak uyurdum kimin kuşattığını bilmediğim işgal gözlerine. Susarak dinlerdim umut çığlıklarını insanların şarkılarında, giderek kalırdım seninle ve kaldıkça büyürdü içimdeki çocuk.
Şimdi duyarak atmaya çalışmak içimden pişmanlığımı, vicdanımın sancılarını.
Bu gece bulacağım onu, tutacağım ellerinden gözyaşlarına dokunacağım ellerimle sıcaklığına rağmen sileceğim.
“Acı bir kere yakardı, ikincisi acı değil, bir sınanmaydı.”
Saatler ilerledikçe yastığımdan daha bir uzağım. Saatler ilerledikçe farkına varıyorum ki seninle birlikteyken yaptığımız gibi mumları yakmamışım. Gece susarsın diye başucuna koyduğum sürahi boş.
“Duyuyorum, ağlıyor… Bu sefer daha çok ve daha çok yanıyor canı. Asma yapraklarının gölgelediği balkona çıkıp bakıyorum; kimse yok. Herkes uyuyor ve o ağlıyor durmaksızın. Soğukmuş hava, üzerime montumu almalıymışım ben üşürsem, hasta olursam o ne yapar bensiz; üstüme bir şey almadan terliklerle çıkıyorum dışarı. Evden gelen bir ses değil bu, sanki gecenin karanlığı korkulu bir oyun oynuyordu ve tuzağa düşüyordum…
El fenerini tuttuğum her yer aydınlık önüme değil ileriye bakıyor ve her adımımda gittikçe çoğalan hıçkırıklara yaklaşıyorum. Odunluğun kapısını aralayıp içeriye giren ayaklarıma, gören gözlerime, duyan kulaklarıma bir kez daha inanmak istedim.
Sözlerimi yutkunmak, ne zor! Konuşmak, konuşmak istiyorum. Ölsen de sana ağlamayacağım dediğimi hatırlıyorum. Ne büyük günah!
Her gece uykularımı bölen o imdat çığlıklarında bir geç kalınmışlık,bir hüzün bir masumiyet. Eğildim, bir kedinin yürek çarpıntılarını dinlemek için ölmüş bir bedenden. Başucunda belki annesi belki de sevgilisi; her gece uykularımda bir haykırış.
Bahçenin en güzel yerine kazdık toprağını gömdük oraya, artık kesilmiş hıçkırıklar kendine gelmiş bir canla atladı kucağıma bir tek tanıdık sesle;
“miyaaavv…”
Ne soğukmuş geceler, iki yanmış yürek birleşince dönermiş eski haline bütün evren. Hayvanların da gerçekten bir yürekleri var mıydı sahi, sevdikleri bırakıp gittiğinde canından can götüren çığlıkları, ve gözyaşları…
Gömdüklerimiz,dünlerimiz,bu günlerimiz.
Üç günlükmüş hayat; inanmıyorum. Suçumuz; geride kalmaktı belki, yarım kalmaktı.
“Seninle bakardık yıldızlara, kayan her yıldızı bana bırakırdın dilek tutmak için. Tutardım ,kayardı ellerimden.”
İmdat çığlıklarımda beklediğim bir dost, her gece her saat.
Bir gidişte bu kadar susar mıydı bu yürek, bu kadar yanar mıydı?
Ben hiç ağlamadım, gittiğinde.
“Can yanarken en kötüsüyle nasıl girişirdim böyle bir şeye.”
Bile bile, göre göre gitti;
Sahi,
kediler ağlar mıydı?
YORUMLAR
Ah Betüş:)) Artık ağzınızla kuş tutsanız Sihirli annem gelecek aklıma:))) Pazar günü çok da istekli olmadan gelmiştim siteye ama ilk sizin yazınızı okuyorum bakın ve enerjim tavan yaptı, yeniden iştahla sarılacağım satırlara. Her zaman ki gibi... Duygu baş tacıydı:)))Tebrikler...Harikasınız