- 1282 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
HAYAT SEFERİNİN GİZEMLİ MENZİLLERİ.
“ İnsan müspet ve menfi gerçekliklerine gözlerini kapamayı tercih ettiği sürece, hayat denizinde içine düşeceği sürpriz çalkantılarda boğulmaktan kurtulamaz…”
Hayat insanın ebed yürüyüşünden derleyerek sergilemiş olduğu sayısız ibret tabloları ile biteviye haykıran bir münadi gibi durmaktadır karşımızda.
Bir boyutu ile alnımızı ak eden, gönlümüzü ferahlatan, insan olmanın izzet ve lezzetini derinden hissederek doyasıya yaşadığımız bir mutluluk iklimidir hayat.
Bu iklimde ulvî ve beşerî muhabbetlerle kanatlanır ruhumuz. Öyle ki kâinat dar gelir kanatlarımıza; yükseklere, daha yükseklere, en yükseklere çıkmak bir aşk halini alır bizde.
Vicdâni reflekslerimiz çoğu zaman kainatta ki her şeyi kuşatacak mûnisliği, zarif ve ipeksi bir yumuşaklığı barındırır özünde. Bir merhamet âğuş’u olarak kuşatmak isteriz tüm varlıkları tek tek. Acıları acımız, kaygıları kaygımız olur gece gündüz.
Yardımlaşma ruhu, dostluk, arkadaşlık ve benzeri insanî erdemler; uğrunda çekilen zahmetlerin birer zevk haline geldiği, olmazsa olmazlarımız halini alır hayat felsefemizde.
Şöhret, kişilik, makam ve benzeri sosyal kazanımlar gibi ayrıcalıklarımız tekebbür göstermeden ve hiç bir karşılık beklemeden paylaşabildiğimiz, bütün bir insanlığı kuşatacak engin bir özveri ile cömertlik duygusunu uyandırır içimizde.
Tüm işlerimizde ve amellerimizde tertemiz, nezih bir iyi niyet duygusu sarar düşünce ve benliğimizi. Yapıp ettiklerimize ve korunduklarımıza karşılık olarak Rabbimizin rızasını düşünürüz hep. O’nun hoşnutluğu her şeyin başında bir besmele gibi yer alır ve böylesi bir kazanım ümidi, tarifi imkansız hülyalara kapılar aralar düşüncelerimizde.
Bütün bunlar ve daha sayamayacağımız bir nice güzellikler hayat madalyonunun her baktıkça, hatırladıkça ve hatırlatıldıkça tüm benliğimizde mutluluk hisleri uyandıran nezih bir yüzüdür hiç şüphesiz.
Ya diğer yüzü! Ya düşünmekten korktuğumuz, yüzleşmekten hep kaçındığımız, hatırlatıldığında huzursuz olduğumuz diğer yüzü madalyonun?!...
Ya gözümüzü kapamayı yeğlediğimiz, kendimize bile itiraf etmekten çekindiğimiz, aklımıza geldikçe üzerini kapatmayı tercih ettiğimiz, bir başka ifadeyle; kendimizi kandırmayı marifet bildiğimiz öteki biz?!...
Ya hayat madalyonunun diğer yüzü?!...
Madalyonun bu yüzünde ki tatsız sürprizlerin kimin kapısını hangi yaşta, hangi makamda, hangi hal ve şartlar altında çalacağı hiç belli olmaz!...
Hayat madalyonunun bu acımasız yüzü ile ilgili dinleyeceğimiz her öğüdü, okuyacağımız her yazıyı, muhatap yada şahit olacağımız her olayı ciddiye almamız, üzerinde kafa çatlatırcasına düşünerek ibret nazarıyla bakmamız akıllıca bir davranış olacaktır sanırım.
Yapılacak olan tespitlere ve elde ettiğimiz tecrübelere içimiz ürpererek de olsa, çekinceler içerisinde de olsa bakmak ve başkalarıyla paylaşmaktan kaçınarak sır ambarımızda sakladıklarımıza ne kadar ayna olduklarını düşünmek hayati önem taşımaktadır bizim için.
Böylesi bir feraset girişimi kendimizle, ilişki de bulunduğumuz insanlarla, dolayısıyla da geçmişimiz ve geleceğimizle ilgili çok önemli ip uçları verecektir bize.
İnsan İlâhi hikmet gereği nice yararlı bilgilerle desteklenmiş seçkin bir varlıktır. Bununla birlikte hayat güzergahında huzur ufkuna ulaşabilmek için çıktığı sefer nice bilinmezlerin gizemli kuşatması altında sürüp gitmektedir.
Bir nefes sonrasının elinde nasıl bir sürpriz çıkını ile kapımızı çalacağını; bizi nasıl bir girdaba savuracağını yada nasıl bir mutluluk sarmalına alacağını bilmeden yaşarız çoğunlukla. Ve bu belirsizlikten son nefese değin hiç kimse müstağni sayamaz kendisini.
Hayatın körpe yıllarına ve karmaşık yollarına her ne kadar acı’nın acemisi olarak çıksak da, bir süre sonra envai çeşit acı acemiliğimize aldırmadan çöreklenir yüreğimize, feryadımıza aldırış etmeden onulmaz yaralar açarak bizi alıştırıverir kendisine.
Efsununa kapılarak peşine düştüğümüz hemen her dünyevî câzibe amansız bir pişmanlık çölüne taşır adımlarımızı.
Sırnaşık ve fütursuz heveslerimiz şuh bir göz kırpışıyla büyülemişçesine takar da özlemli yüreğimizi peşine, irademiz söz geçiremez olur bu haylaz ve haşarı yanımıza çoğu zaman.
Hayallerin ve heveslerin kopardığı amansız fırtınaların önünde körpe fidanlarla birlikte nice ulu çınarların da çaresizce savrulduğuna, hüznü ve hicranı en kesif haliyle soluduğuna tanık oluruz; acı ve hayret karışımı bir duygu karmaşıklığı içerisinde.
Mal, makam, şöhret, kadın ve benzeri nice cezbedici unsurların heveslerimize göz kırparak kanını kaynatması, kışkırtması sonucu şehvetle daldığımız nice yönelişler çetin bir yitiş’in, kayboluşun batağına sürükler adımlarımızı.
Kimi zaman ulaşamadıklarımız kan ve can olur bu batağın damarlarına; ona hayat verir, kimi zaman da ulaşıp deremediklerimiz, veya hoyratça pörsüttüklerimiz.
Hiç çekince koymadan daldığımız bir nice güven kapısının arkasında bizi bekleyen çok çetin pişmanlıklar olduğunun farkına vardığımız da iş işten geçmiş olur çoğu zaman.
Görür ve anlarız ki; insan fıtratında bulunan her türlü müspet ve menfi meleke yerli yerinde ve dikkatli olarak kullanılmadığı taktirde tedavisi imkansız yaraların açılmasına neden olabilmektedir fiziki ve ruhi dünyamızda.
İnsana huzuru ve mutluluğu için ihsan edilmiş kimi değerlerin yine kendi eliyle, kendisi için bir çürüme, kokuşma ve kargaşa nedeni haline nasıl getirildiğini hayretle gözlemleriz.
Öyle ki; insanın “olmazsa olmaz”larından olan “Vicdan” bir başka anlamıyla “Merhamet” değerinin, yerinde, zamanında ve doğru kullanılması değer biçilemez nitelikte bir nimettir insanlık için. Fakat istismar edilmesi halinde vicdandan da ne amansız marazların doğduğuna şahit oluruz hayretler içerisinde.
Kimi hal ve durumlarda bir “hayır!” diyebilmek nice hayır ve güzelliklerin doğmasına kapılar aralayacakken, vicdanî mülahazalarla bunu söyleyememenin sonucu meydana gelecek olan gelişmeler tüm muhataplar için çetin acıların doğmasına vesile olabilmektedir.
“Yardımlaşma ruhu” meleke’si de insanı insan yapan; hem insan olmanın izzet ve lezzetini hissetmeyi sağlayan, hem de hayatı kolaylaştırarak tahammül edilebilir hale getiren en önemli insânî değerlerden birisidir.
Bu meleke’nin de tekebbür göstermemek, gösteriş ve istismardan uzak durmak ve benzeri gibi kendisine has çok özel şartları vardır.
Bu şartlar göz ardı edildiği takdirde ise kimliği ve konumu her ne olursa olsun iradesini sarsan, ruh sıhhatini bozan vahim sonuçların kapısına zillet içinde bırakıverir insanı.
“Dostluk ve arkadaşlık” da alır kimi zaman bu kokuşmalardan nasibini. Asıl itibariyle özünde bir güven ve dayanışma ruhu taşıyan bu insani erdem de istismar edildiği taktirde toplumsal çürüme baş gösterir doğal olarak.
Bu bağlamda istismar hadisesi, farklı cinslerin birbirleri ile olan ilişkilerinde daha da tahripkar bir etki ortaya koyar tabiatıyla.
Farklı cinslerin ilişkilerinde ilke ve dengesinin kaçırılması sonucu meydana gelen aşırı sıcak muhabbet iklimleri, ahlâkî kokuşmaları tetikleyen en mümbit ortamlardan birisidir.
Bu sıcak ve cezbedici iklimlerde karşılıklı açılan sır ambarlarından servis yapılan mahrem duygu ve bilgiler ferdî, ailevî ve sosyal hayatı altüst edebilecek nitelikte kışkırtıcı bir kıvılcım taşırlar özlerinde.
Bu tür mahremiyet alış verişleri sonucu hiç akla, hayale gelmeyen baş döndürücü girdapların odağına amansız bir şekilde düşüverir insan.
Bundan sonrası; insanın inanç ve iradesinin kalitesi ile paralellik arz edecektir. Ya kokuşarak ve kokuşturarak tamamen çürüyüp yok olmayı, yada pişmanlık sancıları eşliğinde tövbe kapısına yönelerek yeniden yüreği üzerine doğrulmayı beraberinde getirecektir.
İnsanlığın kahır ekseriyetinin gıpta ufkunda yer alan cezbedici “Şöhret, kişilik, makam” ve benzeri ayrıcalıklara sahip olmanın getirdiği imrendirici karizma da hem karizma sahipleri, hem de muhataplar için çetin bir kokuşma kapısı olabilmektedir çoğunlukla.
Böylesi durumlarda kimi zaman sosyal ve kültürel bir kazanım elde edebilme düşüncesiyle, kimi zaman duygusal bir savrulma sonucu düşüncesiz ve fütursuzca, kimi zaman da samimi bir muhabbet ve güvenmenin getirdiği sıcak ilişki ve teslim oluşlarla insan çok derin pişmanlık girdaplarına düşebilmektedir.
“İyi niyet” kanalı bütün bu ve benzeri cazibe kaynaklarını taşıyan kanallardan belki de en etkini hatta en kuşatıcısıdır. İnsanın derûnuna sızarak o’nu derinden etkileyen her şey çoğunlukla bu kanaldan akarak etkiler insanı.
İnsanlığın özlem ve hüsran duygularıyla sınanan yüreğinin deprenişleri tüm ilişkilerin tatlı bir iyi niyet ikliminde nefes almaya başlamasıyla birlikte daha da cezbedici, sürükleyici bir atmosferde bulur kendisini.
Bazen iyi niyet tınısı ile ses veren tatlı bir dilin eseri olan latif sözün efsûn’u,
Bazen iyi niyet ufkundan doğan sımsıcak bir tebessümün büyüleyici esintisi,
Bazen de yine iyi niyet penceresinden ışıldayan bir çift gözün lisan-ı hâl’ile; sözü gereksiz kılacak kadar derin ve çeşitli anlam ihtimalleri içeren sükut nağmeleri bir anda insanın ruhuna ılık ılık sızarak tarifi zor ve aşılması çetin duygular sarmalına sürükler o’nu.
İnsan bazen iyi niyet yada vicdanının sesi sandığı kimi etkileyici fısıltılara kapılarak bazı adımlar atar veya başkalarının kendisine yönelik olarak attığı ve engel olunması gereken kimi adımları durdurmakta gecikir.
İşte bu gecikme sonucu o küçücük adımlar zamanla öylesine büyür, öylesine gelişir ki; insan bu gücün karşısında firene basmakta geciken bir şoförün çaresizliğini ve acısını andıran çetin bir rûhî travma ile karşı karşıya kalır.
Niyetlerin bizatihi temiz olmasının her zaman temiz sonuçların doğmasına yetemeyeceği tartışılmaz bir gerçektir. O niyetin temiz bir biçimde hayat bulabilmesi için takip edilen yolların, gerekli olan araçların, ortamların da temiz olması gerekmektedir.
Niyet temizlikleri bahane edilerek yada öne çıkarılarak genel ahlaki kuralların ve etik değerlerin sınırlarını zorlamanın bedeli insanlık için çok ağır olmaktadır.
Tüm insanî ve sosyal ilişkiler de dikkat edilmesi gereken en önemli unsur ölçüyü kaçırmamaktır. Bu ölçü ise insânî ve islâmî alanda ki sahih, hikmetli birikim, tecrübe ve öğütlerin kılavuzluğunda hareket etmek, ilişkileri ona göre düzenlemek ve bunu bir an dahi ihmal etmemektir.
Hayal ve heveslerimizle hatta kimi durumlarda inanç ve düşüncelerimizle hayat bulan bir çok fiilimizin sonucu çok zengin bir “Sır ambarımız” oluşmaktadır tabii olarak.
Kimi sırlarımız vardır ki; şükür vesilelerimiz, yüz aklarımızdır bizim.Ya tevazu ve takvamızdan dolayı sır kalmasını istemişizdir onların, yada çok önemsediğimiz gayret ve birikimlerimizi şer odaklarının fitnesinden korumak gayesiyle, bilerek ve isteyerek sır ambarlarımızın en mûtena yerlerine yerleştirmişizdir özenle.
Bu tür sırların bir şekilde ortaya çıkması halinde kimi zaman haz ile karışık tatlı bir mahcubiyet duygusu ile dolup taşar içimiz. Kimi zaman ise doğru şeyler yapmış olmanın hamd ve senası ile birlikte, bir zulüm ve haksızlık tezgahına alınarak; elde edilen tüm güzelliklerin kirletilmesi ihtimalinin endişe sarmalında hissederiz kendimizi.
Öyle sırlarımız da vardır ki; beşerî zâfiyetlerimizin nâhoş meyveleridir onlar. Baş ağrılarımızdır. Yürek sancılarımızdır. Zayıf anlarımızda hayatımıza sinsice dalıveren heveslerin fütursuz ve yüzsüz girişimleriyle almışlardır sır ambarlarımızda yerlerini.
Sırlar çoğaldıkça endişe nöbetleri de ağırlaşmaktadır. Her sır sanki pusuya yatıp beklemekte olan bir düşman gibi tedirgin etmektedir insanı. Sırları ortaya çıkacak diye ecel terleri döker insan gece gündüz. İçin için erir her aklına geldikçe.
İnsan kimi zaman yok etmek istediği kimi sırlarını ortadan kaldırabilmek için telaşla attığı yeni adımlarla hep daha büyük tahrip gücüne sahip yeni sırların hayat bulmasına sebep olur, düşünmeden ve farkında olmadan.
Yaydan çıkan ok misali söylediği söze hakimiyetini kaybeden, hatta kimi durumlarda o sözün esiri olan insan emanet ettiği sırlarda da aynı kadere mahkûm olmaktadır.
Tüm sırlar bir gün kendilerini yada birbirlerini ifşa edecek karakteri taşırlar özlerinde. Gizem ambarlarının ağzı ansızın açılabilir bir gün. Bir gün gizemlerimizin üzerine çektiğimiz perdeler hiç ummadığımız şekilde savrulabilir ve üryan kalabilir sırlarımız.
Bir gün bizim vasıtamızla hayat bulan kimi mahrem vakıaların, yani sırlarımızın önüne ördüğümüzü zannettiğimiz yalıtım duvarları bir anda yıkılabilir bir biri ardı sıra. Bu yıkıntı sonucu ortaya çıkan mahrem tabloları başkaları hayret ve ibretle seyrederken biz utançla kapatmak zorunda kalabiliriz yüzümüzü ve gözlerimizi.
Heveslerin rüzgarına kapılarak ve mahremiyet vadilerinde hoyratça dolaşarak peydah ladığımız sırlarımız zamanla onlara karşı sergilediğimiz fütursuzluklarımızın intikamını alıyormuşçasına abanırlar üzerimize. Yüreğimizin huzuru amansız sancılara yenik düşer.
Bundan sonra önümüzde ki tüm huzur kapıları kapanır bir bir ve artık açılacak olan tek kapı pişmanlıklar vadisinin kapısıdır.
Öyle ki; insan böylesi durumlarda kimi sözleri hiç söylememiş, kimi yazıları hiç yazmamış olmayı ve kimi tavırları hiç sergilememiş olmayı yürekten diler ama heyhât!...
O vadide, sırrı ifşa olunan bedbaht için huzurun kendisine yer olmadığı gibi adı’nın da bir anlamı kalmamıştır artık.
İşte bu süreç insanın “keşke” ler’in, “belki” ler’in ve benzeri hasretlerin ve azapların can yakan kuşatması altında buruk bir hayatın kucağında “yaşayan bir ölü” olmaya mahkum olduğu talihsiz bir süreçtir.
“Keşke” ler kuşatır insanın zihnini gece gündüz, ama bir sahte para gibi; hiçbir “keşke” nin değeri söz konusu değildir artık. Hiçbir “keşke” yaydan çıkan ok’un geri çevrilemediği içindir ki, endişe veya vicdan azabı ile kıvranan yüreğini serinletemez insanın.
Bazen “belki” ler bir çıkış yolu, bir ferahlık kapısı gibi gözükse de daha çok bir kabus gibi çöküverir düşüncelerinin üzerine.
“Keşke” lerin, ve “belki” lerin kıskacından uzak, huzurlu bir yarın ümitsiz bir beklenti olmaktan öte hiçbir anlam ifade etmez olur insan için.
Bağını koparmış delişmen bir çığ gibi dökülür üzerine kaygılar.
İnsan çözümsüz soruların ve faydasız “eyvah” lar’ın labirentinde kaybolmaktan kurtaramaz kendisini.
Bilinmelidir ki; çetin sır depremlerinden mütevazı, basit evlerde oturanların göreceği zararla yüksek gökdelenlere tırmanmış, oralarda yer ve mekan edinmiş olanların göreceği zarar aynı olmaz. Bir de eteklerde mekan tutanlarla doruklara tırmananların ki!...
Öyle ki; kimi sır depremleri yıllarımızı vererek kan ter içinde inşa ettiğimiz görkemli eserlerimizi bir anda batırıverir yerin dibine. Bir kere yüz tutmasın yıkılmaya ve düşmeye, ardı arkası kesilmez artçı ve şok sarsıntılar, delişmen yangınlar kuşatır insanı çepeçevre.
Ailemiz, çevremiz, sevdiklerimiz, sevenlerimiz ve hatta uğruna ömrümüzü verdiğimiz, üzerine titrediğimiz bütün değerlerimiz ansızın düşüverir bu amansız yangının ve erozyon’un tam ortasına. Gözlerimizin önünde yanıp yok olur her şey. Bize kalan sadece derin bir pişmanlık, buruk bir vicdan azabı ve silinmez bir yüz karasıdır artık.
İşte insan o an bu felaketi bir paratoner gibi yutup kendi içinde bitirmek, bedeli canı da olsa yok etmek ister ama bu da mümkün olmaz çoğu zaman. Ok yaydan çıkmıştır artık.
Böylesi durumlarda dostlarımızın da bize sunabilecekleri bomboş avuçlardan başka bir şey olamayabilir. Belki o boş avucu sunmaktan bile kaçınabilirler kimi durumlarda.
Yalnızlığımızdan başka dimdik ayakta duran ve kol kanat geren kalmamıştır üzerimize, en çok hüzün yakışmaktadır yüzümüze artık ve en çok da yok olup gitmektir dileğimiz.
Böylesi bir depremin bizi nerede, ne zaman ve hangi şartlar altında yakalayıvereceğini tahmin bile edemeyiz. O halde ya depremine dayanabileceğimiz sırlarımız olmalı, yada gün yüzüne çıktığı zaman sahiplenip savunmanın bize ar olmayacağı sırlarımız.
Dolayısıyla; yaşamamızla birlikte sırlarımıza rahim olan olayların yada söylediğimiz sözlerin niçin ve nedenlerini kendimize izah edebiliyor olmamız da yetmeyebilir kimi zaman. İnsânî ve İslâmî ölçüler mihenginde başkalarına da izahı mümkün olabilmeli sırlarımızın.
Aksi taktirde her iki cihanda da sırlarımızın kölesi olmaktan; kimsesiz bir utancın kahreden hüznüyle baş başa kalışın, terk edilişin ve yalnız bırakılışın buz gibi ürpertisinin çetin azabını ta iliklerimizde hissetmekten kurtulamayız.
YORUMLAR
Şöhret, kişilik, makam ve benzeri sosyal kazanımlar gibi ayrıcalıklarımız tekebbür göstermeden ve hiç bir karşılık beklemeden paylaşabildiğimiz, bütün bir insanlığı kuşatacak engin bir özveri ile cömertlik duygusunu uyandırır içimizde.
Tüm işlerimizde ve amellerimizde tertemiz, nezih bir iyi niyet duygusu sarar düşünce ve benliğimizi. Yapıp ettiklerimize ve korunduklarımıza karşılık olarak Rabbimizin rızasını düşünürüz hep. O’nun hoşnutluğu her şeyin başında bir besmele gibi yer alır ve böylesi bir kazanım ümidi, tarifi imkansız hülyalara kapılar aralar düşüncelerimizde.
Yüreğinizde yanan Hakk ateşiyle satırlarınıza düşen güzelliklerle bahtiyâr oluyoruz. Rabbim kaleminizden çıkan şuâlarla muhtaç gönüller aydınlanır inşaallah.
Selam, saygı ve sevgilerimi sunuyorum efendim. Kaleminiz daim Rabbim yâr ve yardımcınız olsun. İyi ki varsınız.