- 1108 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Çocukluğumun Ramazan Bayramları......
Bayram kelimesi; “Neşe ve sevinç günü, dini ve millî bakımdan hususi değeri olan ve milletçe kutlanan gün veya günler.” [1] Diye tanımlanmış sözlükte.
İşte yine milletçe sevinçle ve neşe ile geçirdiğimiz bir “Ramazan Bayramı” kutlayacağız. Bazen gazetelerdeki bayram mesajlarına gözüm takılır. Bu mesajların bazılarında Ramazandan önce veya sonra kutladığımız “Ramazan Bayramı”nı, “Şeker Bayramı” olarak ifade edildiğini okuduğumda üzülürüm.
Kimileri her nedense bilerek mi bilmeyerek mi bayram mesajlarında özellikle “Şeker Bayramınızı kutlarım.” diyor.
Gerçi çocukluğumuzda bizler de “Şeker Bayramı” diyorduk “Ramazan Bayramı”na. O yıllarda bizim için önemli olan Ramazan bayramlarında naylon torbalarla (plastik poşetlerle) topladığımız çeşit çeşit renkli şekerlerdi. Akıl baliğ olmadığımızdan çocukken oruç tutamazdık, orucun ulvi anlamını da bilemezdik; ama toplayacağımız şekerden dolayı “Şeker Bayramı”nı dört gözle beklerdik.
Arife günü veya arife gününden önce bizlere senede bir kere de olsa bayramlık olarak; mevsim kış ve ayakkabımız delinmiş ise cızlavıt dediğimiz lastikten yapılan soğuk kuyu ayakkabı veya çizme , mevsim yaz ise kenarları açık çeşitli renklerde olan naylon ayakkabı, pantolonumuz eskidi ise askılı bir kadife pantolon alınırdı. Sırtımıza da ablalarımız yünden kazak örerlerdi veya eski elbiselerden mintan (gömlek) dikerlerdi. Şeker bayramından önce alınan soğuk kuyu ve naylon ayakkabımızı, pantolonumuzu, kazağımızı , mintanımızı arife akşamı yastığımızın yanına koyar mışıl mışıl uyurduk. Eğer bunlar alınmadı ise sabaha kadar somurtur, bir oyana bir bu yana döne döne uyumaya çalışırdık...
Sabaha kadar diken üstünde uyurduk sanki... birileri eşyalarımızı çalar diye çok korkardık. Bayram sabahı uyanır uyanmaz ilk sarıldığımız ayakkabılarımız ve askılı kadife pantolonlarımız olurdu.
Arife gününden önce “Rahmetli Işılak Sımayıl” babayım, çarşıdan “don mayı” ve parça et satın alırdı. Anayımı da (annemi de) sıkı sıkı tembih ederdi:”Aman apakay, arife akşamı şır börekni pişirmeyi unutma. Bilesin ki, arife akşamları, kandil akşamları üylerimizde (evimizde) şır börek pişirme biznin Kırım’dan kelgen adetimiz. Bala şaga hep beraber aruv bır şır börek pişirde arife akşamı aşayık. Komşularga da bermeyi unutma.”
O çilekeş anayım her bayramdan gelmeden üyümüzde (evimizde) genel bir temizlik yapardı. Duvarları beyaz kireçle baştan aşağı suvardı. Tuvaleti dahi beyaz kireçle badana yapmayı unutmazdı. Çoğu zaman anayımın beyaz kireçle badana yaptığı ter temiz duvarları dilimle yalardım. Babayım benim duvarı yaladığımı görünce bana çok kızardı: “Balam duvar yalanır mı? Sen ne yasaysın? Hasta bolursun. Bir daha kireşni calaganını (yaladığını) körmecem” der, kulagımı çekerdi.
Anayım, akşama doğru babayımın (babamın) getirdiği parça eti iki bıçağı ters tutarak büyük bir maharetle kıyardı. İçine soğan ve karabiber katarak şır böreğin içini hazırlardı. Hamuru yoğurur, dip odadaki bacalı ocağımıza üç ayaklı demir üzerine kurulan şövin kazanda mis gibi şır börekleri birer birer pişirirdi. Dadayım (ablam) da anayıma yardım ederdi. Şövin kazanın altındaki yanan ocağa da kenarda duran ağaçları, tezekleri ben atardım. Komşulara anayımın pişirdiği şır börekleri de bacım dağıtırdı.
Çocukluğumda ramazanın son günü arife ve kandil akşamları soframızı şır börek ve hoşaf vazgeçilmeyen yemek olarak yerini alırdı. Maalesef bu güzel adetimiz bugün bir çok Kırım Tatar Türk evlerinde unutulmuş durumda. Ama köyüm Kalecikkaya’da ise hâlâ bu güzel adet devam ettirilmekte… Yolunuz arife veya kandil akşamları Kalecikkaya’ya düşerse köyün her tarafından şır böreklerin kokusunu duyarsınız….Bazen benim de aklıma gelirse apakayıma (eşime) arife günleri ve kandil akşamları şır börek pişittiremen. Komşularga (komşulara) dağıtaman…..Balalarımla beraber şır börekni apiyetle (afiyetle) aşayman….
Gelin bu güzel adetimizi unutmayalım!….
Bayram namazından babalarımız gelir gelmez, yer soframız kurulurdu. Bir aydır sabah çorbası içilmeyen soframızı, annemin bir gün önce büyük bir eziyetle yaptığı su börekleri süslerdi; mis gibi de kokardı . Bazen babam camiden misafir de getirirdi. Misafirin yanına yedi tane çocuk da tespih tanesi gibi dizilirdi birer birer ...O güzelim börekleri yerdik büyük bir zevkle, parmaklarımızı yalardık ara sıra....
Tam doymadan birden fırlardık yerimizden... Annem, babam “Oğlum otur karnını doyur” dese de biz duramazdık ...Annelerimizden “hemen bize naylon torba ver” derdik. O cefakâr analarımız ne yapar ne eder bir naylon torba bulur, elimize sıkıştırır, “Fazla uzaklara gitmeyin. Yakın komşulara gidin, ellerini öpün, topladığınız şekerlerin hepsini yemeyin. Hasta olursunuz” diye sıkı sıkı tembih ederdi bizlere.
Arkadaşlarımızla şeker toplamada âdeta yarışırdık; “Sen fazla şeker topladın, ben fazla şeker topladın” diye. Bazen ağabeyim ile şekerlerimizi birleştirirdik bir torbada... Arkadaşlarımıza da torbamızı göstererek “Baaak!... Görüyor musunuz bizim şekerler sizinkinden fazla” diye övünürdük. Annelerimizin bize sıkı sıkıya yaptığı uyarıyı hiç dikkate almazdık. Akşama kadar ağzımızdan şeker eksik olmazdı. Çok fazla şeker yediğimizden öğle yemeği aklımıza hiç gelmezdi. Akşam yatakta da karın ağrısından yatamazdık.
Bayramlaşmak için girdiğimiz evlerde komşularımız güler bir yüzle karşılardı bizleri; evin büyüğünden başlamak üzere uzatılan pamuk elleri öper, başımıza götürür, bir kenarda şeker torbalarımızla ayakta beklerdik. Ellerini öptüğümüz amcalarımız teyzelerimiz “Berhudar ol evladım. Çok bayramlar gör” deyip başımızı okşarlardı. Evin hanımı ya da kızı bir tabak içindeki renkli şekerleri ikram ederdi. Ev sahibi görmeden birkaç tane aldığımız olurdu şekerlerden.
Leziz çikolatalar, renk renk drajeler yoktu bizim çocukluğumuzun bayramlarında...
Bazı evlerden kırık leblebi veya lokum verilirdi. Kırık leblebiyi ve lokumu da koyardık şeker torbamıza. Kırık leblebi, şeker ve lokum birbirine yapışırdı, kardeş olurlardı torbanın içinde. Birbirlerine yapışmış lokumu, şekeri ve kırık leblebiyi de indirirdik o küçücük midemize birer birer.
Bazen babamız bazen de bazı zengin evlerden bizlere on kuruş, beş kuruş, yirmi beş kuruş para verilirdi bayram şekeri yerine...Şekerden çok bu paralara daha çok sevinirdik. Paralarımızı da şeker torbasına atardık.
Çarşıda o yıllarda tenekeden yapılan siyah çocuk tabancaları satılırdı. Topladığımız paralarımızla mantar tabancası alırdık. Teksas ,Tommiks gibi çizgi romanlarını çok okuduğumuzdan tabancayı çok severdik. Tabancanın yanında birde patlatmak için bir kutu mantar alırdık. Bu mantarları tabancanın ağzına sıkıca yerleştirir, tetiğe basardık. Tabancanın ağzından ateşle birlikte “Pat” diye bir ses çıkardı. Bu sesten büyük bir zevk alırdık. Bazen tabancayı arkadaşlarımızın yüzüne yanlışlıkla sıktığımız olurdu, arkadaşımızın yüzü veya gözü yaralanır bizimle kavga ederdi. Bir dahaki bayrama kadar da konuşmazdık bu arkadaşla...Küserdik uzun bir süre birbirimizle....
Mantar tabancası alacak kadar paramız yoksa patlatmak için bir kutu mantar alırdık. Bir tel bulurduk. Bu teli yuvarlak yapıp, mantarı telin birleştiği yere sıkıştırırdık. Uzaktaki bir yere elimizdeki teli havaya atardık. Tel havadan yere düşer düşmez pat diye bir sesle birlikte bir ateş çıkararak havaya zıplardı.. Teli tekrar bulup, elimizdeki mantarları ata ata akşamı zor ederdik. Tel bulamazsak mantarları taşla patlatırdık.
Akşam eve geldiğimizde, yediklerimizden geriye kalan şekerleri evimizin bir köşesine torbasıyla birlikte saklar birkaç gün de yer bitirirdik.
İşte çocukluk yıllarımızda bizim için “Ramazan Bayramı”nın adı “Şeker Bayramı” idi. Ama insan olgunlaştığında bu bayramın bir “Şeker Bayramı” olmadığını anlıyor!….
Ben de , günübirlikçilerin mesaj ve beyanlarıyla anlatmak istedikleri “Şeker Bayramı”nızı değil “Mübarek Ramazan Bayramı”nızı kutlar, hayırlara vesile olmasını Cenabı-ı Allah’tan niyaz ederim.
Şükrü BİLGİLİ
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.