- 2311 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
SARI SAZAN VE MENDERES
Yıl 1963.
Mevsim sonbahar.
Söke ovasından Burunköy istikametine giderken Menderes ırmağının üstünden geçer yol. Oraya, yörede “köprübaşı” derler.
Mevsimlik pamuk işçisi olarak Köprübaşı’nda işçi çadırlarımızı kurmuş, havaların müsait olduğu zamanlarda pamuk topluyoruz. Yağış olursa evde kalıp dinleniyoruz. Büyükler yapılması gereken ev işlerini yapıyor. Çamaşır,ekmek yapımı, yırtık-söküklerin tamiri, ısınmak ve ekmek yapmak için yakacak çalı-çırpı toplama.. vs. Erkekler böyle havalarda ya ihtiyaçları görmek için Söke’ye gidiyor, ya da Köprübaşı’ndaki kır kahvesine gidip ovadaki diğer ameleler ve çiftliklerin çalışanlarıyla muhabbet ediyorlar. Biz çocuklar ne yapalım ? Kamışların ucuna bağladığımız iğreti oltalar ile Menderes ırmağının sularında balık tutmaya çalışıyoruz aklımızca. Bazan tutuyoruz da..
Yine böyle bir yağışlı gün. Amele çalışamıyor. Yağmur dindi ama tarlalara girilecek gibi değil. Hem çamur, hem de pamuk ıslak ıslak toplandığında nakliye için balya yapılınca “kızışıp yanıyor”.
Her aile kendine göre ihtiyaçları ile ilgileniyor. Biz çocuklar da birbirimizle anlaştık hemen çadırların yakınından menderes kıyısına indik. Oltalarımızı hazırladık ve saldık suya.
Bir ara Rafet adındaki arkadaşım beni dürtükledi:
-“ Len Mıstık , hadi şu adaya çıkalım. Ordan daha iyi balık tutulur.”
“Ada” dediği yer, Menderes üzerinde yapılmış olan beton köprüden önce kullanılmakta olan, eski ahşap köprünün su içinde kalmış olan ayakları arasına dalların, çöplerin gerilerek bir kunduz yuvası gibi ördüğü ve üzerinin de suyun getirdiği mil ile kaplanarak bir adaya dönüşmesi sonucu oluşmuş yapılar. Kıyıdan sekerek sıçradığımızda üzerine atlayabiliyoruz. Su seviyesinden bir buçuk- iki karış kadar yüksekliği olan yerler bunlar.
Çocuk aklımızla buralara sıçradık. Rafet kıyıya yakın olanda kaldı; ben, bir sonraki adaya geçtim.
Birkaç dakika sonra kendi kolumun dirsek hizasından aşağıya kadar olan kısmı uzunluğunda bir balık yakaladım. O balığı yanı başıma koydum ve oltamı tekrar attım. Üç-dört dakika kadar sonra bir balık daha.. Ve bu seferki kolumun tam uzunluğunca var.. Balığı zor çektim. Beni epey zorladı ama çıkardım sudan ve oltanın ucunda epey bi salladıktan sonra çıkardım. Hâlâ çırpınıyor. Bu arada ben de yerimde epey bi zıplamışım tabii. Hem balığı zapt etmeye çalışmak, hem de balık yakalamış olmanın verdiği heyecan ve sevinçle..
Rafet yan tarafımdan sesleniyor:
“- Mıstık , iyi ki gelmişiz di mi ? Bak, ben daha hiç tutamadım. Ortak yiyecez ha!!”
“-Tamam, tamam.. Beraber yiriz.”
O arada yukarıdan bir ses :
“- Çocuklar, rast gele !”
Başımızı kaldırıp bakıyoruz; köprünün üzerinde, komşu çiftliğin çalışanlarından Mülâyim ağabey var. O da balık tutma sevdalısı biri.. Hem de köprünün üzerinden serpme ağ atarak avlanıyor.
“- Sağ ol Mülâyim aga! Burası iyiymiş. İki tane tuttum ben!”
Rafet:
“-Ben söylemesem buraya gelmicekti. Geldi, iki tane Sarı Sazan tuttu. Beraber yiicez.!”
Mülâyim ağabey:
“-Ben tutamazsam bana da yidircen mi len?”
Ben:
“-Tabi aga ! Hepimize yeter.! Taa tutçam ben.! Hıh..geldi bi tane taa!”
Kol uzunluğunda bir sazan daha oltanın ucunda sallanırken ben sevinçten yerimde zıplıyorum..Vee.. cumburlop.. olduğum yerde kayboldum.
Ben zıpladıkça altımdaki çalılar arasında birikmiş olan çamurlu toprak yavaş yavaş dalların arasından elenmiş ve benim altım boşalmış. Açılan delikten suyun içine dalmışım. O anda nasıl olduysa oldu can havliyle etrafıma elimi attım ve sağ elim sağlam yere tuttu. Köprünün eski ayak kalıntılarından birini tutmuşum. Sarmaştım direğe. Akıntının beni sürüklememesi için olanca gücümle sarmaşıyorum kalın keresteye. Bu arada benim suya batıp çıktığımı gören Rafet bağırıyor :
“-Mülâyim Abiii!”
Mülâyim Ağabey benim suya battığımı görünce köprünün üstünden kendini bırakıyor Menderesin ortasına ve yüzüp geliyor benden tarafa. Usta bir yüzücüymüş. Beni sudan kurtardı ve kıyıya çıkardı.
Kıyıya vardığımda ölümden dönmüş olmanın heyecanıyla önce bir ohh çektikten sonra balıklar geliyor aklıma.
Yakaladığım balıkları arıyor gözlerim ama nafile.. Benim üzerinde durduğum ada, benim açtığım delikten suya dalışımdan sonra yavaş yavaş tamamen çözülmüş ve parçalanarak sürüklenip gitmiş. Olta da gitti, balıklar da… ama ben kurtuldum ya.. Mülâyim ağabeyden Allah razı olsun.. Beni eve (çadırlara ev diyorduk) kadar getirip anneme teslim etti. Sonradan kendi yakaladığı balıklardan getirip anneme vermiş. Akşam yemeğinde balık yedik amma ...
Ne zaman pazara çıksam ve bir balıkçı tezgâhında sarı sazan balıkları görsem, menderese dalışım gelir aklıma ve Rafet’in akşam yemeğinde söylediği sözler:
“-Len Mıstık! Senin balıklar bunlardan büyüktü!”
Şimdi mi ?
Oltayı elime almaya bile korkarım..
Ve… en iyi tanıdığım balık; “sarı sazan”. Gerisi.. hepsinin adı “balık.”
muhacir bozkurt
Mustafa KÜTÜKCÜ
21.08.2011 – Bayraklı / İZMİR.
YORUMLAR
Güzel bir anınızı okudum, tebrik ederim.Tutmayı da yemesinide severim ama nerede balık. Saygılarımla.
muhacir bozkurt
Geçen yaz bir yakınımın teknesi ile Urla açıklarında gezintiye çıktığımızda ilerde etrafı çevrilmiş yerler gördüm ve sordum yakınıma, "nedir bunlar?"
"Abi balık tarlaları!" demesin mi ."Açık denizde avlanmak için uzaklara gitmeden işte burda yetiştiriyorlar adamlar suni yemlerle."
İnanın ağzım açık kaldı..