- 801 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
AĞLAMAYACAĞIM - II
Odada karşılıklı oturduklarında, babacan görünümlü doktor telefonla iki çay istedikten sonra Fatma hanım hüzünde bir hüzün ifadesi başladı anlatmaya.
“Doktor bey ben aslında Bedriye’nin öz annesi değilim, dedi. Benim hiç çocuğum olmadı. Babası ile evlendiğimde Bedriye’m, iki yaşında bile yoktu. Yedi yaşında da bir ağabeyi vardı adı Ali, dedi. Analarını çok küçük yaşta yitirmiş, bu iki yavruyu, öz evladım gibi sevip, bağrıma bastım. Ali’m hiç okumakta gözü yoktu, aklı hep haylazlıktaydı.
Ergenlik çağlarındayken Eminönü’nde bir bisküvi fabrikasında işe başlamıştı. Geç kalırım korkusuyla, sabahları gün doğar doğmaz, erkenden düşerdi ekmek parasının peşine. Çünkü çalıştığı fabrikada, kart basılarak giriliyordu içeriye. Geç kalanların da haftalıklarından kesiyorlardı ceza diye.
İşte o kara gün geldiğinde, Ali’m yine erkenden, biz daha uykuda iken, çıkmış evden. Caddeye vardığında bir de ne görsün, tramvay hareket etmiş gitmek üzere. Aman, kaçırıyorum, geç kalacağım telaşıyla, koşup atlamış üzerine. *Vatman görmüş görmesine ya!, Alim’in bir eliyle kapıya asılmışken, bir eliyle cama vurup kapıyı açma isteğine kayıtsız kalmış. Çünkü hareket etmiş bir kere.
O sırada karşı istikametten başka bir tramvay çıka gelmez mi? Tabi Ali’m, paniklemiş ama kapısına asıldığı tramvay, hızlandığı için ellerini de bırakamamış. İki demir tramvay bir olup, biçmiş oracıkta Âlim’in bedenini. Bunlar, tabi olaya şahit olanların söyledikleri, biz nerden bileceğiz yoksa!
Doktorun bir yumruk tıkanmıştır boğazına. Çaylar gelip masaya bırakıldığında bile fark edemeyecek kadar kaptırmış kendini bu acı hikâyeyi pür dikkat dinlenmektedir. Derin bir iç çekiş ardından, göğsünün üzerine bastırarak elini, Fatma hanım anlatmaya devam eder hikâyenin gerisini.
Velhasıl doktor bey, önce hemen koşup babasına haber veriyorlar. Caddeye yakın kocaman bir balıkhanesi vardı Mehmet beyimin. Çok şükür kazancımız da yerindeydi Tophane’de tanınan, sevilen bir esnaftı kendisi. Birkaç dil bilirdi üstelik dükkânına her gelen yapancı ile rahatlıkla konuşurdu.
Ama Ali’m hiç balık sevmez, kokusuna bile tahammül edemezdi. Yoksa ne gerekti el işinde çalışmasına. Neyse, uzatmayayım doktor bey, duyunca bu acı haberi, delirmiş adamcağızım. “Vay! Alim vay!!!.. Kanla geldi, kanla mı gittin? Alim vay!!! “ diye atmış kendini yerden yerlere.
Böyle demesinin sebebi, Ali doğduğunda erkek evladım oldu diye sevincinden yedi koyun kestirip dağıtmış, çevredeki fakir, fukaraya, sofralar kurdurup, davulla zurnayla ziyafetler vermiş çevre esnafına. Sonra boşladı işi gücü, dağıttı dükkânı. Senesine kalmadan bu acıya daha fazla dayanamayıp, bizi bir başımıza koyup gitti.
Doktorun çok içlenmişti, göz pınarlarına yaşlar yığılmıştı, dokunsan indirecekti sicim gibi. Fatma kadın, soğumuş çayından bir yudum aldı. Bardağı yerine bırakıp, velhasıl doktor bey dedi, işte Ali’nin bu şekilde kara toprağa gidişi yıktı Bedriye’mi. Dokuz yaşlarındaydı o zaman. O gün, bu gündür, düşüp yaralansa, bir yeri kesilip canı yansa bile gıkı çıkmaz.
“Benim ağabeyim parçalanarak, acı içinde kıvranarak ölmüşken, bu ufacık yaralara ağlar mıyım ben!" diye, ar ederdi kendine, gıkı çıkmaz. Böyle içine ata ata da, bastırdı gitti acılarını işte”
“Of! Be Fatma Hanım, dedi doktor. Dişlerimi sıkmaktan çenem ağrıdı. Yüreğimi dağladın adeta.”
O sırada kapı açıldı ve hemşire ile kolları bacakları sarılmış haliyle mumyaya dönmüş Bedriye girdi içeri. Kadın onu görünce hemen fırladı yerinden. Aynı anda Bedriye de doğruca koşup, sarıldı annesinin boynuna.
“Ah!.. Bedriyem! Aklımı oynattın be kuzum. Öldüm, öldüm de dirimdim yavrum!”
Öyle sevgi ve şefkatle kucaklaştılar ki, gerçek ana kız bile birbirine belki bu kadar candan sarılamazdı. Öpüp koklaşmaları bittikten sonra, doktordan izin isteyerek ayaklandılar. Bedriye her adımda kasılarak ”Acımadı ki, acımadı ki” diye annesinin elini tutmuş, odadan çıkarken doktor, hayranlıkla bakıyordu, cüsseleri küçük, yürekleri kocaman ana kızın arkasından.
Hemşire de onları arkasından tam çıkarken kapıdan aniden durup, arkasını döndü. Doktorun hali gözüne pek bir keyifsizmiş gibi görünmüştü.
“Doktor bey, bir gariplik var siz de, dedi. Aa! Yoksa ağlıyor musunuz?”
“Olabilir … Dedi doktor, bakışlarını kaçırmaya çalışarak. Ben hiç ağlamam dedim mi ki!
***
* Bedriye benim sevgili annem. Anneler günü nedeniyle bu anı hikâyesi ile anmak istedim onu. Hayatta olan annelerinizin ellerinden öper, ebediyete gitmiş annelerimize rahmetler dilerim.
* 1940’ların İstanbul’u hikayenin yaşandığı zamanlar. Ermeni, Rum, İtalyan, Yahudi, Fransız gibi gayrimüslim vatandaşlar çoğunlukta Cihangir’de ve ille ki haftada bir veya iki defa uğrarlarmış bu meşhur Balıkhaneye. Sahibi Mehmet ağa da benim rahmetli dedem. Her gelenin derdinden anlayacak kadar konuşurmuş 6-7 dili.
Palamut, kofana Lüfer gibi büyük ve etli balıklardan kurduğu lakerdaları pek meşhurmuş. Ta Adalardan, Sarıyer’den, Çamlıca’dan, bile müşteri gelirmiş kendisine. (Tabi o zamanlar bu tür balıklar çoktu. Şimdi bulunmuyor) Rahmetli anacığım da öğrenmişti, tenekelere kurardı lakerdaları neredeyse bir mahalle sebeplenirdi.
* “Vatman” Belki bilmeyen vardır diye…Tramvay sürücülerine denirdi. Ben Avrupa yakasında işleyenleri hiç görmedim. Ama Üsküdar Kadıköy arasında çalışanlara 8-10 yaşlarındaydım sanırım, bindiğimizi hatırlıyorum. Vatmanın yanında da durmaya bayılırdım.
***
YORUMLAR
Diyecek söz yok. Susma vakti. Derince bir hüzün...Güçlü bir ilerleyiş...Adımlarımın gölgeleri düşüncelerim, çıkarttıkları ses kalbim...Tebrikler:)
Billur T. Phelps
Anıların, hele böyle iz bırakanların unutulması mümkün olmuyor.
Daha niceleri var, dağarcığıma gizlediğim.
Kim bilir belki sırayla çıkarlar hepsi bir bir gün yüzüne.
Sevgiler,
Billur T. Phelps
Teşekkürler sevgili Ayse.
Unutmadığım daha niceleri var böyle.. Zamanı gelince paylaşırım
yine sizlerle :)
Güzel öykünüzü ilgi ve merakla okudum.Her zaman ki gibi sürükleyiciydi.Kaleminize saglık.Saygılarımla...
nuray telli tarafından 8/21/2011 3:17:47 AM zamanında düzenlenmiştir.
Billur T. Phelps
Güzel yorumunuz için çok teşekkür ederim.
Konuk olduğunuz için sayfama ayrıca teşekkürler..
Anılar neden hep saman kağıtlarıyla derlenmiş kitaplar gibi kokar ki...!
Bu hatırada o misaldi efendim...
Notlarda bir şahaneydi gerçekten...Özellikle İstanbul ahvaline ait olanı..
Hürmetle her daim..
Billur T. Phelps
Ne kadar taze de olsalar gönüllerimizde, eskimişlerdir, solmuşlardır
çünkü. Çıkarırsınız gizlediğiniz yerden ara sıra, koklar koklar koyarsınız tekrar yerine.
Bakmışsınız, eskisi kadar da acıtmıyorlar canınızı.
Billur T. Phelps
Bak şimdi şu yaptığına... Senin işin güçün yok mu birader?
Ne olacak şimdi.. Bak herkes parmak hesabı yapıyor şimdi :))