- 502 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Bir Gazeteci...!
Hayatımız ’bir düzen kıstası’ üzerine kurulduğu için, yaptığımız her iş için bir etik kuralı vardır. Genellikle aynı ahlaki normlar taşıdığı için, bu düzen kıstasımız evrensel bir mahiyet kazanıyor. Tabi ki bu kavramlardan en çok yararlanan ve yapılan yanlışlıklarından dolayıda en çok yaralanan bizleriz; yani gazeteciler.
Herhangi bir menfaat grubuna bağlanmadan, açık fikirli, dürüst, önyargılardan uzak ve kişilik haklarına saygılı olmak, bizim mesleğin olmazsa olmaz koşullarındandır. Bu şartları derinden hissederek yaşayan ve yaşatan bir gazetede çalıştığım için kendimi mutlu hissediyorum. Ama her şey bu kuralların devam etmesi olsaydı, işimiz gerçekten kolay olacaktı. Maalesef öyle değil! İnsanlar arasında her gün birkaç romanlık hadiseler meydana geliyor, birkaç hikaye bir birleşip insanların onca yıl kurmak istedikleri düzeni mahvediyor. Belki de beni de yaralayan ve gazeteciliği ’dert küpü’ bir iş haline getiren de bu olsa gerek. Aldatmaların ve aldatılanların daima olacağı bir dünyada, özellikle objektif kalemi ve sözüyle insanları aydınlatan gazetecilerin var olması, ülkemiz adına da tanımlanması kelimelerle güç olacak bir kıvanç. kaynağı. Aslında bunları kaleme alırken, şahsımın olması gerektiği yeri belirtiyorum ki, bu da asıl hakkaniyetlilerin işi. İşimiz gerçekten zor. Bunun farkında mısınız bilmiyorum ama hakkaniyetli gazetecilik gelişmiş milletlerin onur kaynağıdır. Ben de birkaç yıl gazetecilik hayatımdan çok mühim tecrübeler edindim ve umuyorum ki gazeteciğin onurunu her daim korumaya çalışacağım.
Bizim meslek de özellikle bir şey var ki, bu hiçbir meslek grubu için bu kadar önemli olmuyor. Tahmin edebileceğiniz çok farklı şeyler mevcut, ama benim değindiğim nokta o kadar da müphem değil. Okumaktan bahsediyorum, evet okumakla güçlenen iş hayatımdan bahsediyorum. Farklı puntolarımızla beraber, ayrık düzenin kamuoyunda filizlenmiş olan duygularını ve fiiliyatını anlamak için, biz gazeteciler daha çok yaşadığımızın yanı sıra, daha çok da okuma yapma mecburiyetindeyiz. Bu mesleğe başlamadan önce benim de çoğu zaman şüphelerimle beraber kafa yormuşluğum vardı. Sorun ettiğim mesele; fazla okuyan biri değildim ve bu okuma işini nasıl belli bir standarda çıkartıp, onu muhafaza edebilecektim? Sorular beynimi kemirmeye dursun, göreve atıldığım ilk günden beri farkında olmadan o kadar çok şey okudum ki, başlarda ki evhamlarımın aslında boşu boşuna olduğunu anlamış oldum. Gerek yoktu bunları düşünmeme. Ben sadece işimizin gidişatında rol oynayan piyonları takip edip, esas yönetim mekanizmasına varabilmeyi öğrenmeliydim ki, bunu büyüklerimin tavsiyelerine de uyarak çoğu zaman da alnımın akıyla sorunların çözümüne ulaşıp başardım.
Genç olduğum için bazı zamanlar camiamız tarafından yok sayıldığımın farkına varıyordum. Benim yaş grubum içerisinde bulunan meslektaş arkadaşlarımın da aynı muameleye maruz kaldığını görünce, bu hal ve tavırları fazla takmamaya başladım. Çünkü çalıştığım gazetede böyle ayrım yoktu. Ayrım olmadığı gibi de, o ünlü gazeteciler, yazarlar, çizerler bize baktıklarında gençliklerini görüyorlardı ve de seviniyorlardı. Çünkü kendileri, gençlik dönemlerinde darbe marazlığı içerisinde geçirmişlerdi ve bu farazi mesele, meşguliyet hem onlardan hem de ülkeden çok şey alıp götürmüştü. Büyüklerimizin dedikleri gibi biz şanslıydık esasında. Ayrıca Genel Yayın Müdürümüz çok defa yanımıza kadar gelip, bizden fikir danıştığı için, kendimi şanslı bir gazeteci sayıyordum. Çünkü o büyük gazetecilerin hiç böyle şansları olmamıştı; ’Yap, çiz, getir, bas!’
Emretmenin olduğu yerde, insanlar nasıl özgürce düşünebilirdi ki! Aslında geçenlerde yine büyük saydığımız gazetecilerden biriyle muhabbet ederken ağzından mı kaçırdı, yoksa bilerek mi söyledi bilmiyorum, ama öyle bir laf sarfetti ki, çok şaşırdım. ’Biz, bir şehre ya da köye kolluk kuvvetlerinin girdiğini haber alınca, hemen o bölgeye en yakın arkadaşlarımız ile irtibata geçer ve dakikası dakikası orada ne oluyor, ne ediyor haberimiz oluyordu. Çünkü bizim için haber demek; militarist ve darbesi eğilimin sözleriydi.’ Evet, düşünüyorum da şu zamanımızı, hala aynı tür haberler yapılmak da ve de bu haberlerde insanlar maaşını kazanmakta. Fakat bize yeni gazetecilik mührünü vuran büyüklerimizin, böyle haberler için bir nihayet olmasını dilediğini görmek de müthiş bir şey! Geçen gün yine böyle bir ana şahit olmuştum. Genel Yayın Editörümüz, pencere kenarında oturup, sokak arasına bakarken, dudaklarında sigarayı tüttürürken o kalın sesiyle Cahit Sıtkı’dan ’Memleket İsterim’ adlı şiirin dizelerini okuyordu:
Memleket isterim
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.
Memleket isterim
Ne başta dert ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.
Memleket isterim
Ne zengin fakir ne sen ben farkı olsun;
Kış günü herkesin evi barkı olsun.
Memleket isterim
Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;
Olursa bir şikayet ölümden olsun.
Hafızasına hayran olduğum o büyük gazeteci, bu dizeleri okuduktan sonra elinin tersiyle gözlerini silmişti. Hayranlığım bir kat daha artmıştı. Onun yolundan gittiğimi bildiğim için mutluydum. Ama özgün bir gidişti bu. Kesinlikle kendimden ödün vermiyordum, ama hedefim vardı. ’Ülke içinde barışı ve huzuru bozmayacak yayınlar yapıp, insanların hiçbir zaman sahip oldukları niteliklerinden dolayı ayırmamak!’ Mesela Filistin’de ki katliam yüzünden antisemitist olmayacaktım ya da Afganistan’da, Irak’da olan katliamlardan dolayı anti-amerikan bir tutum sergilemeyecektim. Hakkaniyetli olup, yalnızca haklıyı savunmak yerine, barışçıl ortamları sağlayacak platformlarda bulunup, haber yapacaktım. Evet, bu hayallerimi gerçekleştirmeye başladım bile.
Daha fazla Kültür-Sanat yayını, daha fazla Edebiyat haberi yapmak aslında bizim için eğlenceli bir hadise. Ama Türkiye’nin gerçeklerinde böyle bir şey başarmak gerçekten zor. Eğer İngiltere gibi bir ülkede yaşıyor olsaydık, bir gazeteci olarak ülke içi haber yapılacak olayımız çok az olurdu. Herhangi bir Galler, İrlanda haberi dahi yapmak yerine; Afganistan’ın Çin ile bağlantılarını araştırmak, Çin-Tayland arası gidip gelmek ve de Hindistan’ın Çin ile beraber Afrika üzerindeki etkinliğini analiz etmek daha genel haber edinim ve dizgiye gönderme işi olacaktı. Son zamanlarda İngiltere’de de iç hadiselerden dolayı haberlerin çoğalması da, güneşi batmayan imparatorluk için bir değişim rüzgarı oldu. Neyse, önemli olan bizim kendimizle imtihanımız şu anda. Son birkaç haftadır Ramazan dolayısıyla rahat edeceğimizi düşünüyorduk. Hatta geçen bayan bir arkadaşımızın gözlerinde ki gülümsemeyi görünce; ’Tamam, işte rahatlama dönemi. Bayramdan sonrası hayırlısı!’ diye iç geçirivermiştim. Fakar her şey bu kadar basit değil. Maalesef dün gelen haberler ile bir daha umutsuzluk anaforuna daldık. Ülke olarak gülmeyi unutuyor muyuz diye düşünüyorum da, esasında ateş düştüğü yeri yakmaya devam ediyor. Çoğunlukla propagandanlar eşliğinde birkaç ses duyuyoruz o kadar.
Babaannemin sözleri hala kulaklarımda çınlıyor:
-’Oğul, eğer ülke başına bir şey gelirse, dışarı çıkıp bağırmayın, sokak sokak insanları davet etmeyin, ortalığı ayağa kaldırmayın. Oturun, açın ellerinizi Allah’a. Çünkü veren de O, alan da!’
Kalem elimde ve hala kendi haberim için ne başlık yapacağımı düşünüyorum. Ölenlerin sayısı da önemsiz geliyor artık, alıştık gibi. Biraz önce telefon açtılar. Üç amcaoğlu aynı kazada vefat etmiş. Öldükleri şehirde ki Emniyet ile irtibata geçip, doğrulamak lazım. Uf ki uf! Başlığı ne koyacağım, başlığı?
-’Yine Ölüm’
Yok bu olmaz!
-’Türkiye şehitlerine ağlıyor’
Klasik, sevmedim.
-’Beyaz Güvercinler çoktan uçtu’
Saçma geldi ya!
-’Barış sınır dışı edildi!’
Aslında olabilir gibi, ama yok ya!
-’Barış, belki de bir hayal!’
Galiba, bu!
Her uçak kalkışında binlerce dolar yitiriyor yurdum insanı. Artık savaş haberi yazmak istemiyorum. Allahım ne olur bize sabır ver!
YORUMLAR
Yahudi düşmanı, Amerika karşıtı olmadan barışçıl platformlarda bulunmak; şu dönemde bunu yapan ne çok gazeteci var değil mi? Ya da yaptığını iddia eden...
"Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;/Olursa bir şikayet ölümden olsun.
Çalıştığınız gazete gibi gazetelerin; Genel Yayın Yönetmeniniz gibi idarecilerin çok olduğu bir ülke dileğiyle, saygılar.
NOT:Sahi ne gazetesi o? Okuduklarım arasında öyle bir gazete yok da...:)
HakkınSesi
Hürmetle daim efendim...
ne güzel söylersin
gazetecilik özgür bir ortamda yapılırsa güzel olur ,diğer türlü uzaktan kumandalı haberlere karnımız tok
HakkınSesi
Kimse bende ki bu umudu bozamaz...
Gazetecilik de bu işin en önemli tarafı...
Hürmetle daim..
HakkınSesi
AYSE 09
de
bu katliama kim dur diyecekkkkkkkkkkkk
saygımla
yine iki şehit bu günde az önce den haber