- 892 Okunma
- 10 Yorum
- 0 Beğeni
Sen Yazarsın...!
Şimdi birkaç şey karalayıp, birkaç tatminkâr hislerinden sonra zannediyorsun ki yazar oldun, ha? Çok yazık!
Belki bilgisayarında, belki de dosya dosya klasörler arasında saklıyorsun yazdıklarını. Çok mutlusun. Hem de çok! Yazarsın sen yahu! Daha ne olacak ki! Dışarıda sokaklarda, caddelerde dolaşırken dahi yürüyüşün bir değişik, bir farklı eski zamanlardan. En çok da şiirlerini seviyorsun. Bazen aruz vezniyle yazıp, saklamışsındır şiirini, bazen de serbest hece ölçüsüyle. Birkaç günde bir bu dosyaları açıp bakıyorsun, mutlu oluyorsun. Yakın çevren de gitgide adın yazar olarak duyulmaya başlandı bile! Ne çare ki sen fazla insan yüzüne çıkmıyorsun, seni küçük gösteriyor diğerleri. Sana daha uygun da bulunmadığından dolayı, yalnızlık en iyi çıkış yolun.
Eserlerinle gurur duyuyorsun. O kadar çok ki kıvancın, bazen ağlaman geliyor içinden. Diyorsun ki herkes okusun beni, herkes iltifat eylesin bu güzelliklere. Ama aklından çıkıp gidiyor gerçekler. Farkına dahi varamıyorsun ki, dünyada Allah’ın yarattığı güzellikleri görmeyen milyonlarca kör var. Sen de kalkmış her yerde okunmak, senin adınla yapılan reklamlardan haberdar olmak istiyorsun. Fark etmiyor aslında; sanal ya da gerçek ortam. Yeter ki eserlerin okunmuş olsun ve ilgi duysunlar yazdıklarına. Karmaşan bir bocalama sürati içerisinde, hiçbir şeyin seni tatmin etmediğini fark etmeye başlıyorsun.
Görmeye o kadar çok alışmışsın ki ve o kadar çok doymuş ki gözlerin, gökyüzünde senin için yanan yıldızlara bakmaya tenezzül dahi etmiyorsun. Hep kaçıyorsun aslında zorluklardan; kolaylıkları dileyip, onlarlar mutlu ediyorsun kendini. Eşine, dostuna, çocuklarına, komşularına dahi bir zaman geliyor, yazdıklarını okutmayı düşünüyorsun. Ama olmaz diyorsun içinden, vazgeçiyorsun. Yeniden kendi yazmış olduklarını kucağına alıp, onlarla mutlu olmanın yolunu bulduğun için tatmin oluyorsun. Hayallerin oluyor ara sıra, sonra da vazgeçiyorsun. Benim eserlerim o kadar kıymetli ki, okunmasını dahi istemiyordum diyorsun. Herkes de sana inanıyor ve destek veriyormuşçasına, kendi sözlerinle kendini kandırıyorsun. Zaten büyük yazarım diyorsun; büyük ve çok özel. Kendi yazdıklarını düzenlemekten dolayı boş bir vakit bulamadığın için, başkasının; o çok ünlü yazarların ne yazmış olduğunu dahi bilemeden, alıntı sözcüklerle yeniden boş sayfaları karalıyorsun. Büyük yazarsın, yalnız kendine yazıyorsun.
Kütüphaneni seviyorsun, hem de çok! Karşında yüzlerce kitap ölüme ağlarcasına saf tutmuşken raflarda, aslında sen nesnelerin gözlerimizce alışıklığının kör mahkûmu oluveriyorsun. Alıştığın için, zihnin istemiyor o kitapları okumayı ve kendine dair sağlam bir analiz yapamadığın için hala kendini büyük, hem de çok büyük yazar zannediyorsun. Kütüphanen de adı geçen ünlü yazarların hepsinden tiksinti duyuyorsun. İçinden ’Ne şanslılar!’ diyorsun. Vay be, adamlara bak ki, bir kitap yazmışlar ünlü olmuşlar diye, canını sıkıyorsun. Ama bilmiyorsun ki; o yazarların ne tür acılar çektiğini. Sonra bir adım atıyorsun kütüphanene. Bir dergi buluyorsun pırıl pırıl raflar arasında. Rafların pırıl pırıl olmasına karşın, o kitapların okunmadıkça bir değer kazanmadığını bilip de, uygulayamadığın için üzülüyorsun. Sartre, parmak ucuyla dokunuyor sana ve bir şey soruyor: “Başkalarına intikal ettirmeye değecek değerde bir şeyin var mı? Hangi gaye uğruna yazıyorsun?” Birden irkiliyorsun, kendine çekidüzen vermek istiyorsun. Daha çok kitap okusam yine böyle irkilir miyim diye düşünüyorsun.
Zincirin ilk halkası kopmak üzere, uzun bir süre uyuduğun uykudan uyanmak üzeresin. Yarattığını zannediyorsun, yarattığını ve insanlara yeni bir şeyler sunmak üzere çabaladığını. Aslında hayal kırıklığın daha yeni başlıyor. Okuyorsun dergiyi, okudukça kahroluyorsun. Senin yaratmak zannettiğin durumun tamamen kendine karşı su-i zannın oluyor. Bir şey yaratamadığını öğrendiğin an rengin kaçıyor, iliklerine kadar bir irkilmeyle defalarca yanaklarını tokatlamak istiyorsun. Böbürlendiğin günler geliyor aklına. Aklına: ’ Dünyada hiçbir zaman benimkiler kadar iyi hikâyeler, şiirler yazılmaz!’ dediğin gün geliyor. Korkuyorsun. Oysa unuttuğun nokta şu ki; en büyük yazar Rabbin. Bununla sanki deneniyorsun, okudukça içinde bir değişim, bir farklılaşma. Hayalini kurup da söz verip, yazılarda canlandırdığın karakterlerin hiçbir hükmü kalmıyor. Sıfırdan bir şey yaratamayacağını iyi anlıyorsun ve de evrende ki yaratılış olgusuna sadece ses ve gönül verebileceğine kanaat getiriyorsun. Sonra dergide bir söz daha okuyorsun, için açılıyor. "Bağlantıları icat etmemiz gerekmiyor, onlar zaten evrende mevcut." Umberto Eco sesleniyor sana ve daha niceleri. Küçük gördüğün, aslında kıskandığın yazarların ne kadar da doğru tespitleri var deyip, hayret ediyorsun. Yazmak için oysa daha yeni başladığını o an için düşünemiyorsun, ilhamının anahtarını kaybediyorsun.
Çok değerli olduğunu zannettiğin yazılarınla, aslında bir hiç olduğunu kanıtladığını anlıyorsun. Ruhun daralıyor, kaybetmek üzere avuçlarından dergiyi düşürmemek için uğraş veriyorsun. Topluma karşı duyduğun mesuliyetin, aslında senin basitliğin olduğunu kabul etmek zorunda kalırsın. Senin hiç acı çekmemiş yazarlığın, çilesiz gençliğin, manasız günlerinin ardınca; ’Ne çok yazmışım ben ya! ’ dediğin zamanları düşündüğünde, ne de büyük laflar ettiğini anladığın an sızlanmaya başlarsın ve dergiyi zor tutarsın. Bir başkası sana seslenir yine: Komik bir hayal olsa da, kimsenin söylemediğini söylemek zorunda olduğumuz için yazdığımıza inanırız. Kitap bitince de beğenilmek ister insan. Kaçınılmaz bir şeydir bu. Ama herkese meydan okumaya can atan biri nasıl beğenilebilir? İşte mesleğimizin dayandığı, çıkışı olmayan korkunç bir çelişki.’ Oysa sen daha yazar olmak için kitap basma girişimin dahi olmamıştır, gittikçe korkmaya başlıyorsun. Zaman bir tünel olur avuçlarında, sen de tünel de bir yolcu. Alımlı kalır geriye aldanışlar ve gözyaşlarına davet veriyorsun.
Sonra kitap çıkarmak için uğraş veren yazarlara bakıyorsun. George Bernard Shaw’un, Victor Hugo’nun, Balzac’ın, Nabokov’un ne kadar da çok zahmet çektiğine şahit oluyorsun. Üzülüyorsun, aslında kendine kızmak için tam yeri olduğunu bilip, yine de kütüphaneyi terk etmenin iyi olacağını düşünüyorsun. Dergiyi bir köşeye fırlatıp, yazmış olduklarının yanına doğru gidiyorsun. Yavaş hareketlerle tek tek yazdıklarına bakıyorsun yeniden. Hiçbir zahmet, hiçbir yılgınlık, hiçbir eleştiri almamış eserlerinden dolayı gururlandığın birkaç dakika öncesini hatırlayıp, ne de büyük hata yaptığını anlıyorsun. Herkes uyuyor sanki, her şey uyuyormuş gibi sabit. Sen, gözlerinle aynaya bakıp, elinde ki dosyanın ne kadar da değersiz olduğunu itiraf ediyorsun.
Canın sıkılıyor ve bir şeyler yazmaktan vazgeçiyorsun. Kendi kendine söz veriyorsun o an: ’Artık uzun bir süre sadece okuyacağım, sonra yazacağım.’ Kütüphanenin önüne tekrardan gelip, nemli gözlerle raflara tekrardan bakıyorsun. Hiç okumadığın yüzlerce kitabın ne kadar da sana küskün olduğunu anımsayıp, ağlamaya başlıyorsun.
Sonra bir kitap alıp eline, açıyorsun içini. Yazmayacağını bildiğin için artık, rahat rahat okuyorsun.
...
YORUMLAR
bu değerli yazınızın "amatörler" için olmadığı aşikar..çünkü yazar olan Sizsiniz ve elbette bu serüvende yaşadığınız tecrübeler ışığında geçtiğiniz merhaleleri iyi bildiğinizden dolayı tespitlerinizde bu durumda kesinlikle doğrudur..
bir başka yönü ise umarım kırılmazsınız..ki
ya kütüphanenin en üst rafında hiç el değmemiş bir kitabı almak için tırmandığınız "merdivenin" en üst basamağından..kütüphanenin diğer masalarında "melül melül" (..eee yaza mı yor lar ya !..) oturanlara bakışınız gibi..
ya da..kütüphanenin "sorumlusu" o en bilgili "çift gözlüklü" muhteremin masasından..yine aynı "müşkülleri" "süzüş anı" gibi..
ya da ya da..
belki de bana öyle geldi bu yazının sunuluş biçimi..
"oku" emrine muhataplara güzel bir uyarı ile bitirmişsiniz ki "finali" güzeldi..
kutlarım efendim..dostlukla..sevgiyle..selam ve dua ile..
Bu tarz cuk oturuyor üzerinize. Daha evvel buna yakın bir yazınızda seyahat etmekte çok keyifliydi. Ben içeriği hep koyarım bir kenara. Kurguya, metoda ve anlatıma takılır giderim ya işte bu manada mükemmeldiniz. Konu ve içerik ayrıca güzeldi tabi. Tebrikler.
Ben oldumcuk:)
Aman niçin öyle diyorsun sayın yazarım..Hayal kurmanın-şımarmanın nesi yanlış?:)
Şımaracak elbet.Az elleşmeyin...Sonra burnunun üzerine düşecek zaten:)
Hem öyle her istediğinde kitap okuyamıyorsun.Buna beynin kadar veriyor.O an ki ruh halin...
Tebrikler...
Bu tarz bir aldanmanın içinde olmamak gerek.
Ben ne yazarım ne de şair .
Aslında doğru dürüst bir okur bile değilim.
Ama bu bizim bir hiç olduğumuz anlamına da gelmiyor, biz insanın Tanrının düşünmeyi bahşettiği tek yaratık.
Burda yazıyoruz çünkü bu bizi durduğumuz saklı raflardan çıkarıyor.
Mutlu ediyor yazamadığımızı bilsek de bizden daha iyilerini okusak da yazıyoruz, çünkü umut bize diyor ki bir gün daha güzelini yazacaksın!
Çok karamsar bir yazı bize biraz ışık olmayı denesen :s
Ne kadar da güzel gitti, I want to break free eşliğinde. Kasıtlı değildi, denk geldi, tıpkı o dergiye denk gelindiği gibi. Her çizgi çekenin ressam, her akor basanın müzisyen olduğu bu dünyada biz de iki cümleyi bir araya getirip yazar olalım. O masalları kendimize yazalım, her gece okuyalım uyumadan önce. Saygılarımla.