- 1158 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Hayat Sahnesi (2. Bölüm)
Şubat 2010, Ayvalık
Öznur da nöbetçi olduğu servisten acile inmiş ve arkadaşını beklemişti kapının önünde. Taksiden inen Muhterem Teyze’sini görür görmez yakmış bulunduğu sigarayı yere atıp yanlarına koşmuştu. Bu davranışını sonradan hatırladığında kendini çok ayıplayacaktı, o sigaranın izmaritini hiç yere atmazdı; zaten ciğerlerini yeterince kirletiyordu, bir de çevreyi kirletmenin hiç anlamı yoktu!
Doktor muayene etti, boğazında hafif şişlik ve kızarıklık vardı, ateşi otuz sekiz dereceydi. Damar yolu açıldı, kanları alındı ve serum içine katılması söylenen ilaçlar da katıldıktan sonra gözlem odalarından birine alındı. ‘’Vitamin de var mı serumda’’ diye sordu Füsun, ‘’Birkaç ilaç var, vitaminleri bir sonraki seruma katarız, çok fazla ilacı karıştırmak iyi olmaz’’ diye cevap verdi doktor.
Sabaha karşı doktor dinlenme odasının telefonu çaldı;
‘’Doktor Bey iyi nöbetler, laboratuardan Sema; Füsun Akkaya isimli hastanızın kanını üç kere çalıştık ama lökosit sayısı elli bin üzeri çıkıyor, beklediğiniz bir bulgu mu?
‘’Hayır, beklediğimiz bir bulgu değildi aslında’’
‘’Bu şekliyle onaylayayım mı, yoksa tekrar çalışayım mı?’’
‘’Sen bunu onayla, ben sana yeni numune yollayayım en iyisi.’’
‘’Tamam doktor bey, iyi çalışmalar…’’
‘’Size de…’’
Sabah gelen sonuçlar da aynıydı, lökosit sayısı çok yüksekti ve diğer kan hücrelerinin dağılımı pek normal değildi. Lökositler, vücudun virüs ve bakterilere karşı savunma hücreleriydi ve her türlü hastalıkta sayısı artardı ama ‘’Bu kadar değil’’ diye düşündü içinden. Öznur’un çalıştığı dahiliye servisini aradı, nöbeti devrediyordu ve birazdan inecekti acile…
‘’Tamam, ben nöbetimi devrettim, seni bekliyorum. Direk bizim dinlenme odamıza gel.’’
‘’Bir sorun mu var Alper Bey?’’
‘’Geldiğinde görüşürüz, panik yapacak bir şey yok’’
Öznur odaya geldiğinde serviste beraber çalıştığı dahiliye uzmanlarından birinin de olduğunu gördü. Önce direk odaya çağrıldı, odada bir uzman vardı hem de kendi servislerinden bir uzman; başıyla selam verip tedirgin adımlarla masaya doğru ilerlerken serviste ne tür hastalar yattığını hatırlamaya çalıştı: şeker, tansiyon, guatr, hepatit… eeee?
‘’Gel Öznur’’ demişti Alper Bey, Dahiliye uzmanı Akif Bey ise gözünü bir kağıda dikmiş bir şeyler okuyordu sanki; aslında hiçbir şey okumuyordu, sadece düşündüğü şeyi Öznur’a nasıl söyleyeceğini hesaplıyordu. Masaya iyice yanaştı Öznur, korkmaya başlamıştı, Akif Bey’le tanışmıyorlar mıydı, niye konuşmuyordu; tanıştırılmayı mı bekliyordu? ‘’Başını kaldır be adam’’ dedi içinden.
‘’Günaydın.’’ Deyiverdi en sonunda, Alper Bey cevap verdi önce, sonra da Akif Bey… Keşke hiç konuşmaya başlamasa mıydı?
‘’Füsun Hanım yakının mı’’ diye sorarak başlamıştı.
‘’Evet, çocukluk arkadaşım benim, bir sorun mu var?’’
‘’Lökosit sayısı çok yüksek Öznur, ilk numuneyi üç kere çalışmışlar, ikinci numuneyi de iki kere çalışmışlar ama sonuç aynı…’’
‘’Ne kadar yüksek, niye yüksek?’’ derken sesi titriyordu. Niye olduğunu biliyordu aslında ama şu an hiçbir şey bilmek istemiyordu. Onlar serviste hiç kanser hastası takip etmemişlerdi, onlar hep poliklinikten sevk edilirlerdi, genellikle de İzmir’e…
‘’Lenfositer Lösemi olabilir, kesin bir şey diyemem. Endişeye kapılmayın ama ihmal edilecek bir durum değ(il)…’’
‘’İzmir’e gitmemiz gerek değil mi?’’ diye sözünü kesti Öznur.
‘’Evet’’ deyip rahat bir nefes aldı Akif Bey .
Akif Bey o nefesi verirken Öznur hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştı. ‘’Ne diyorsunuz Akif Bey’’ diyordu bir yandan, adamcağız kalkıp Öznur’a doğru yürüdü ve sardı onu ‘’Dokunma bana, haram olsun sana ve hastalarına verdiğim emekler’’ diyordu içi ama onun da kolları dolanmıştı doktoruna… Artık onun işyerinden doktoru değil de Füsun’un doktoru mu olmuştu; hayır olmamıştı, İzmir’e gidin dedi ya!
Yıkılmıştı ama çabucak toparlanması gerekiyordu. Önce lavaboya gitti, yüzünü yıkadı. Gözleri kıpkırmızı olmuştu; ‘’Zor bir nöbetti’’ diyecekti sorduklarında… Gerçekten de zordu!
Füsun’un ateşi düştükten sonra oturduğu sandalyeden kızının başucuna doğru yarım bir uykuya dalmıştı Muhterem Hanım. Bu yaşta ateşli havaleden kimse ölmemişti daha ama şimdiye kadar uykusuzluktan da kimse ölmemişti, nasıl uyuyabilirdi? Füsun her kıpırdadığında yerinden sıçramış, eliyle ve ya dudaklarıyla ateş kontrolü yapmıştı. Çok şükür bir yükselme olmamış ve rahat uyumuştu. Birazdan Öznur gelecek ve eve gideceklerdi hep beraber… Nerde kaldı bu kız, nöbeti bitmedi mi daha?
Kıpkırmızı gözleriyle gülümseyerek girdi odaya Öznur. Füsun henüz uyanmadığından kısık sesle ‘’günaydın’’ dedi teyzesine. ‘’Doktorla konuştun mu, ne zaman çıkacağız’’diye sordu günaydına cevap verdikten sonra. ‘’Hemen gidip konuşayım’’ dedi ve çıktı odadan yine. Öyle ya, bugün ne yapacaklarına dair bir şey konuşmamışlardı…
Koşa koşa Alper Bey’i çıkmadan yakalamak için doktor odasına doğru gitti. Kapıyı çaldı, içeri girdi. ‘’Gel’’ denmesini beklemedi, mutlaka ‘’gelmesi’’ gerekiyordu çünkü. Alper Bey hala odadaydı, bir kahve söylemiş ve sigara yakmıştı odada içilmesi yasak olduğu halde. ‘’Gel Öznur’’ dedi gülümseyerek, ona da bir sigara uzattı; ‘’Hayır’’ denilecek zaman değildi, aldı.
‘’Hemen bugün gidelim mi’’ dedi Öznur.
‘’Hayır, paniklemeyin. Farenjit’i geçsin, bir kendine gelsin, öyle gidersiniz ama çok da geç kalmayın.’’
‘’Anladım. Peki bugün ne yapacağız, eve götürebilir miyim?
‘’Ateşi düştü, sabaha kadar da normal seyretti. İstediğiniz zaman gidebilirsiniz, isterseniz acilde de kalabilir istediğiniz kadar…’’
‘’Gidelim o zaman doktor bey…’’
‘’Tamam ama ateşine dikkat edin, ilaçlarını yazmıştım, giderken alın mutlaka, bol sıvı alsın bir de...’’
‘’Endişe etmeyin, bakarım ben ona’’ dedi ve teşekkür etti.
Bütün nöbet iznini Füsun’un başucunda geçirdi Öznur. Üç gün sahneye çıkmadı Füsun. Dördüncü gün gücünü iyice toparlamıştı artık ve söz dinlemeyecekti, Öznur’un deyimiyle ‘’cırlayacak’’ ve akşam sahneye çıkacaktı. Elbette masaların birinde o günkü nöbetini arkadaşıyla değişen Öznur ve Meryem Hanım’la dedikodu yapacak Muhterem Hanım işgal edecekti. Gecenin açılışını ‘’Öyle Bir Geçer Zaman ki’’ şarkısıyla yapacak, üç gündür sahnelerden ayrı kaldığı için zamanın onun için çok zor geçtiğini söyleyecekti dinleyenlerine… Hemen her akşam ‘’Hayat Bahçesi’’ne misafir olan Haldun Bey de ‘’Meryem Hanım’ın plaklardan seçtiği şarkılar da güzeldi ama sizin sesiniz bir başka’’ diyerek masasındaki beyaz çiçeklerden birini uzatacaktı Füsun’a. Füsun çiçeği alırken ‘’Ah Haldun Bey, plak mı kaldı’’ diyecek ve bütün salonu güldürecekti.
Gece yarısına yaklaşırken Öznur tuvalete gitme bahanesiyle Meryem Hanım’ı alarak bahçeye çıkacak ve olanı biteni anlatacaktı. Söylediği ilk kişiydi ve sıkı sıkı tembih edecekti Muhterem Teyze başta olmak üzere kimseye bir şey söylemeyecekti.
Meryem Hanım’ın gözleri dolmuştu, aldığı son nefesi geri verse hıçkıra hıçkıra ağlayacaktı, içinde sakladı o nefesi.
‘’Henüz Füsun da mı bilmiyor?’’
‘’Ona söyleyeceğim bu gece, Muhterem Teyze uyuduktan sonra…’’
‘’Ne zaman gideceksiniz?’’
‘’Öyle apar topar gidersek Muhterem Teyze işkillenir, bir sonraki gün diye düşündüm ama Füsun ne der bilemem.’’
‘’Ben hallederim orasını kızım, hele sen onunla konuş da gece… ‘’
O gece sabaha döndüğünde Ayvalık’ta hava durumu nasıldı bilinmez ama gök gürültüsüz sağanak yağış olduğu kesindi Füsun’ların evinde…
Ufuk Bayraktar
YORUMLAR
öykü de en cok roman havasını aldım bu bölümde ve hastane ortamı canlandı gözümde , çoğu zaman soğukkanlı dedikleri bizlerin de olaylar kaşsısın da ne kadar acı çektiğimizi vurgulamanız güzel... saygılaımla..
Dr. Ufuk Bayraktar
Annemi on üç yaşındayken kan kanserinden kaybettiğim için öykünüz beni bir hayli etkiledi. Anlatımınız öykünün duygusunu tam olarak vermişti. Hüzünlendim. Bakalım neler bekliyor bizi. Takipteyim. Tebrikler. Saygılarımla.
Dr. Ufuk Bayraktar
Saygılarımla...