- 1276 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
MISTIK
Mıstık fıstık, arabaya kıstık, kırk mum yaktık, seyirine baktık... kirli çocuk suratımızla arkadaşlarımla birlikte koro halinde avazlanıyoruz .... Zavallı komşu oğlu Mıstık kimbilir kaç kere darıldı, kaç kere ağladı küstü, bu tekerlemeden nefret ettiğini nasıl anlatacağını şaşırdı, biz gibi yaramaz çocuklara... Mıstık ateşçi Hüsnü Amca’nın biricik ve boğazına düşkün araları toz dolu kıvırcık saçlı koca kafasıyla sevimli oğluydu...
Cebinde akide şekerleri, dut kuruları ,muhakkak yenecek birşeyler bulunurdu..Çoğu zaman sokakta, duvar diplerinde, elinde ya reçelli, yada ekmek üstü tereyağı muhakkak arada yemesi gerekirdi.... Oburluğu yanında sessiz kendi halinde bir çocuktu,orta halli bir aile olmalarıyla birlikte o yıllarda hemen hemen herkes orta halliydi, ama herkeste bir yakınlık sıcaklık her daim vardı, anasıda kendi halinde zayıf bir kadıncağızdı, bazen kapı önünde annemle dertleştiklerini görürdüm... Mıstığı oyuna çağırmak hoşuma giderdi, evlerinin koca kanatlı tahta kapısının üzerindeki sarı madenden yapılmış el şeklindeki tokmakla kapıya vurmak nedense bana ilginç gelirdi, yıllar sonra öğrendimki erkek misafir gelince kapıdaki maden elle vurur, tok diye ses çıkar, o zaman bilirlerki gelen erkektir, kadınlarsa kapının yanlarındaki ince demir halkalara vururlar kapıyı anlaşılırki gelen kadın misafirdir hala bu edep terbiye beni sarsar....
Ben ve arkadaşlarım sokaklar bizim ikinci evimizdi... Körebe, aç kapıyı bezirgan başı, elim sende, daha neler neler Mıstık sevimli ve toparlak yüzüyle ortalıkta döner durur bazen oyun arasında onu yürümeyen yuvarlanan büyücek bir top zannederdim... Çocukların takılmaları hiç bitmez,
’Ulen Mıstık, az ye,’ ’Şişko Mıstık, Topaç Mıstık’.
Arkadaş diye bağrına bastığı çocukların bu ihanetini Mıstık bazen buruk sahte bir gülümsemeyle geçiştirmeye çalışır, tahammülü bitincede eğilir, bükülür yüzünü ekşiterek bir köşede ağlamaya başlardı, o ağlamaya başlayınca hepsi birden alıklaşır, susar bir kaç gün sonra unutur yine bu alıngan şirin çocuğu incitirlerdi, bense çoğu zaman onlara uymaz, bu masum yüzlü saf oğlancığa bir nevi ablalık yapardım... İçimde nedeni bilinmez bir acıma o ağladığı zaman teselli ederdim ...
O gün sıcak bir ilkbahar günü olmasını temenni ederdim ama Sivas’ta ilkbahar günleri sıcak olmaz, olsa, olsa, biraz ılık olurdu... Günün ilk ışıklarıyla arnavut kaldırımlı yollar ısınıyor, gün nazlı nazlı ağarıyordu, onca soğuk kış kar yeni ilkbahar gelmiş minik gelincikler Sivas’ın dağlarını yeni yeni süsler olmuştu.... O gün erkenden uyandım, Arkadaşlarla Kadı Burhannettin türbesine gidecektik, sabah Annemin sözünü dinlemiş reçelli ekmeğimin hepsini yemiştim... Dışarı çıktığımda hafif soğuk bir hava burnumu sızlattı,küçük kirli parmaklarımı çevreleyen terliklerimi şıpırdatarak buluşma yerimize yürümeye başladım....
Olağan üstü sandığım ve inandığım, türbeye cam yapıştırma oralarda koşma oynama benim için sanırsınız mutluluk iksiriydi, ninemden duymuştum, Allah dostunun asırlar önce yaşamış Sivas hükümdarı olduğunu ve Sivas kale burçlarında adamlarıyla küffarla çarpışırken şehit olduğunu, işte bundan sonra türbeye olan sempatim saygım daha bir artmıştı, biraz sonra arkadaşlarla sokak başında toplandık, oda ne Mıstık ortalarda yoktu yaramazda olsalar o zamanki çocuklar daha bir sadık, verici ve saftı arkadaşımız Mıstığı gelene dek bekledik....
Biraz sonra ötelerden görünen Mıstığın ardında minik bir köpek tıpkı sadık bir at gibi muti adımlarla onu takip ediyordu, yanımıza geldiğinde çocuklar hemen itiraza başladı.
’Bu uyuz köpekte nereden çıktı’ ? ’Pirelimi bu ? len ben köpekten korkarım’
zavallı Mıstık yalandan gülümsüyor, bakıp büyütmeyi düşündüğü enikten ayrılmamak için arkadaşlarının abes sözlerine pişkin pişkin cevaplar veriyor, aklınca ortalığı sakinleştiriyordu..... Onca sorgu ve suçlamaya ince sesiyle inler gibi bizim evin duvarındn dibinde buldum, heç biti piresi yoktur diye mırıldanıyordu... Eniğin gelmesine Mıstığın hatırına razı olup türbeye doğru yola koyulduk...
Mıstık yolda anlatıyor köpeğin adını Fıstık koymuş Mıstığa uysun diye, o gün çocuklara yeni bir eğlence çıkmıştı, zavallı mıstıkla eğlendikleri yetmezmiş gibi sıra minik eniğe gelmişti, kimi kuyruğunu çekiyor, kimiside minik taşlar atarak korkutmaya çalışıyordu, yumruklarımı sıktım, hayır ne Mıstığı nede köpeğini ezdirmiyecektim.... Zavallı Fıstık’sa dermansız gözlerle sağa sola bakıyor, ayaklarını titreterek yürüyor, küçük aptal bir şey anlaması imkansız oyuncak bebekler gibi gözleri bomboş bakıyordu.... Vakit öğleye dönerken, hava iyice ılıklaştı o gün türbeye cam yapıştırmak oynamak hoplamak hiç içimden gelmiyordu, çocuklar benimle uğraşmaktan yorulup eniği rahat bırakmış Mıstık’la birlikte hepsi oyuna dalmıştı....
Her ne kadar incinsede Mıstıkta bir çocuk, arkadaşlarıyla oyuna dalınca herşeyi unutuyor...Fakat ben örüklü saçlarımı sallayarak oturduğum yüksekçe türbe duvarından ayaklarımı sallıyordum.... Birden gözlerim Mıstığın köşedeki ağaca bağladığı minicik köpek yavrusuna takıldı, ah benim ölçüsüz ve yersiz merhametim. Köpeğe dikkatle baktım, zavallının boynundaki ip çok sıkıyor gibi geldi bana, yavaşça yerimden kalktım, Fıstığın boynundaki ipi biraz gevşetmekti maksadım, ama ben uğraşırken ip hayvanın boynundan gevşeyeceğine iğreti bağlandığı ağaçtan çözülmezmi,! daha ne olduğunu anlamadan köpek sola doğru kaçtı kayboldu, bense şaşkın bakakaldım...
Kendime gelince söylememeye karar verdim... Ben eniğe değil Mıstığa acıyorum köpeğe bakarken gözlerindeki sevgiyi görmüştüm, belki kendisini küçük görmeyen alay etmeyen gerçek bir dosta ihtiyacı vardı, bu düşünceler içinde gözlerim doldu boğazım acıyla düğümlendi, Mıstık hiç bilmesin görmesin istiyorum, ne çare gördü! bir süre ağaca baktıktan sonra başladı ağlamaya, benimse yüreğim yırtılıyor, kimsede çıt yok, çocuklar perişan şaşkın nede olsa onlarda bir kalp taşıyorlar, Mıstık sağı solu arıyor, nafile küçük salak enik çoktan kaçmış, zavallı bir ağacın dibine çöktü daha beter ağlamaya başladı...
Bir süre sonra ’Belgin’ dedi. ’Hııııııı’ dedim..! ’İp, ipi hiç gören oldumu?’
Ardın hıçkırarak ’iiiip, iiiiiip’ diye ağlıyor artık, cesaret edip sordum, ’Ne olmuşki ipe’? ’Bahçedeki çamaşır ipini söktüm, annemin haberi yok eğer geri götürmezsem evdede bir alay sopa yiyeceğim’. Toparlak perişan yüzüne merhametle baktım, ’üzülme ipte bulunur’. ’Enik için kendini bu kadar hırpalama buluruz’. diye elimi omuzuna koydum, gözleri ağlamaktan kan çanağına dönmüş,hırsla yüzüme baktı,
’Anlamıyormusun’ dedi.’Ben itte değilim ipteyim’!..
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.