- 994 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
Hayat Sahnesi (1. Bölüm)
Şubat 2010, Ayvalık
O gün biraz kırgın uyanmıştı. ‘’O sigarayı bahçede içmemem gerekirdi’’ diye düşündü. Öyle ya bütün gece sahnedeydi, içerisi çok sıcaktı ve terlemişti. Biraz nefes almak için bahçeye çıkıp, o nefesi sigarayla öldürmenin bir anlamı var mıydı? Kaç sigara etmişti toplamda, kaç nefes alıp vermişti o dakikalarda? Ne gereği vardı ki şimdi bu hesapların, hastalanmıştı işte! Oysa çok dikkat ederdi kendine, nasıl böyle bir aptallık yapmıştı, çok mu içmişti? Yo, her zaman olduğu gibi sahneye çıkmadan iki bira içmişti sadece, kadeh tokuşturacak kimse yoktu ki programı bittikten sonra bir şeyler içsin. Kahve söylemişti çocuklara, biraz daralmıştı içi ve dışarı çıkmıştı. Dün akşamdan mı başlamıştı rahatsızlığı?
Nane limon kaynattı annesi Füsun’a. Pek ateşi yoktu ama vücut sıcaklığı normalin biraz üstündeydi, öyle demişti Muhterem Hanım’ın kızının alnına değen dudakları. Öksürüğü yoktu, ateşi de çok yüksek değildi; demek ki grip oluyordu yavrucak. Bu nane limon iyi gelecekti, bir de şu ağrı kesiciyi içip bir de güzel dinledi mi yarına bir şeyi kalmayacaktı. Peki ya gece, bu gece sahneye çıkmasa olmaz mıydı? Hayır Füsun’un şarkı söylediği sahne öyle çıkılacak bir yer değildi de, lafın gelişi öyle söylüyordu. Bildiğiniz eski bir evin salonu, girişi… Tadilatla biraz genişletilmiş bir mekan, masaların arasında kalan yer de sahne!
‘’Kızım Meryem’i ara da bu akşam sahneye çıkamayacağını söyle’’
‘’Hayır anne, akşama bir şeyim kalmaz.’’
‘’Peki ama akşama kadar düzelmezsen göndermem seni.’’
‘’Tamam anne, kundağımı da sararsın olur mu?’’
‘’Dalga geçme anneyle, iç şunu artık iyice soğumadan’’
‘’Ama çok sıcaktı anne ya…’’
Haliyle öğlene sarkan kahvaltı sofrasından hiçbir şey yemedi Füsun. Muhterem Hanım yalnız başına kahvaltı yapmaktan hoşlanmazdı. Kızı gece geç saatlerde eve gelirdi, bu yüzden geç uyanırdı. O da sabahı akşamdan kalma çorbayla –illa ki her akşam yemeğinde bir çeşit çorba olurdu- geçiştirir, öğlene doğru kahvaltı sofrasını kurar ve kızıyla beraber kahvaltı yapardı. Bu ‘’sabah’’ öyle olmadı, Muhterem Hanım’ın ısrarlarına rağmen Füsun pek bir şey yiyememiş en sonunda pes etmiş ve sofrayı kaldırmıştı ‘’Bak şimdi çarçabuk bir tarhana kaynatacağım, onu da içmezsen kafandan aşağı boşaltacağım’’ diyerek.
Tarhanaya bir güzel limon sıkıldı, kaşığın ucuyla ucuyla içildi ama o kase bitti. Füsun şimdi biraz daha uyusa, dinlense iyi olacaktı. Odasına gitmesine izin vermedi, televizyonun sesini kıstı, ince bir battaniye getirdi ve kanepeye yatırdı. Baş ucundaki diğer kanepeye kurulup evlendirme programlarından birini izlemeye koyuldu, bir gözü Füsun’da… Eyvah, akşam yemeği! Onun da iştahı kaçmıştı ama kızın bir şeyler yemesi gerekiyordu mutlaka. Hemen mutfağa koştu, sebzeleri yokladı; domates, salatalık, biber tamamdı… Ocaktaki tencereye baktı, tarhana çorbasından bir kaseden biraz fazla kadar vardı; ‘’Kahvaltıya’’ diye düşündü. Tavuk suyuna şehriye çorbası, fırında sebzeli tavuk akşam yemeği için iyi bir seçim olacaktı. Şehriye vardı evde ama yine de bakkala ve manava hızlıca uğranacak ve eksikler alınacaktı.
Uyandığında kendini biraz daha iyi hissediyordu. Annesine yardım etmek istedi ama tatlı sert bir azarla sıcak odaya geri gönderildi. Yemek bir saate kadar hazır olacaktı ve o ıhlamur fazla soğutulmadan içilecekti!
Muhterem Hanım genelde bu kadar emretmezdi Füsun’a ama hastalandığında ipler hemen ele alınırdı, o bir anneydi… Az mı sabahlamıştı baş ucunda? Biricik evladıydı o, ilk çocuğunu ateşli bir hastalıktan kaybetmişti. Bütün gece baş ucundaydı, daha iki yaşındaydı İhsan… Sabri Bey evde yoktu, balığa gitmişti kör olası adam ama ne yapsın balıkçıydı sonuçta… Sabahın ilk ışıklarıydı, kaç kere bez yeniden ıslatılıp alınana koyulmuş, vücudu silinmişti körpenin; nöbet geçirmişti en sonunda. Kucağında bebeğiyle komşu kapısında bulmuştu kendini sabahın o kör saatinde. O zamanlar otomobil olacak bir evde… At arabasıyla koyulmuşlardı köyden yola ama yolda bir nöbet daha geçirmiş ve nefes almaz olmuştu; doktor ne yapabilirdi ki artık ‘’Çoktan ölmüş’’ demekten başka?
Füsun; biricik evladı, nar çiçeği… O kara günlerde anne ve babasına yaşama isteğini yeniden kazandıran sihirdi, adı bu yüzden ‘’Füsun’’du. O sihir hep hayatlarında olmalıydı, yoksa yaşamanın ne anlamı vardı? Başka da çocukları olmamıştı nedense…
Kapının kilitlenmemesi için Füsun yemeğini yedi, başka türlü çıkamayacaktı evden ama ne yaptıysa annesinin gelmesine mani olamadı, Meryem’le dedikodu yapacaktı azcık, yalana bak!
‘’Birkaç duble viski falan da götürürsün ha!’’
‘’Dalga geçme anneyle!’’
‘’Ya anne, bütün gece tepemde dikilmeyeceksin değil mi?’’
‘’Ne kadar istersem o kadar dikileceğim tepende.’’
‘’Ama anne, kadın oradan buraya koşturuyor bütün gece; bir de seninle mi uğraşsın, yarın çaya gidersin…’’
‘’Sus, ne yapacağımı söyleme bana.’’
‘’Tamam ama bak, biraz kalıp geri dön; her zaman yaptığın gibi…’’
‘’NE YAPACAĞIMI SÖYLEME BANA!’’
Hafif çatallaşmış sesi nasıl bu kadar net çıkıyordu şarkı söylerken? Tamam, Füsun’un sesini ve sahnesini bilen biri tuhaflık sezebilirdi bu gece ama ilk defa dinleyenler için… Yine de normalden erken indirdi sahneden Meryem Hanım onu, annesi onun başının etini yediği için değil ama… Boncuk boncuk terleyen alnını gösterip kızacaktı hatta Muhterem Hanım’a…
‘’Ne yapayım dinlemedi beni, kalktım geldim ben de onunla…’’
‘’Kuzum beni arasaydın ya…’’
‘’Sonra da mezarımı kazacak birini arardım ha!’’
Füsun için sahne demek, her şey demekti ve eli ayağı tuttuğu sürece sahneden inmeyecek ve mümkünse sahnede ölecekti. ‘’ Az kaldı kızım, biraz daha inat edersen birazdan isteğin olacak’’ diyerek azarladı Meryem Hanım. İnatlaşamayacak kadar yorulduğunu hissetti birden, usul usul paltosunu giydi ve çağrılan taksiye bindi.
‘’Hastaneye gidelim anne, Öznur da nöbetçi zaten, bir iğne yaptıralım, vitaminli serum… Yarın bomba gibi olurum.’’
‘’Patlasan da yarın sahne mahne yok sana, bir ton azar işittim senin yüzünden!’’
‘’Tamam anne, tamam.’’
‘’Tamam mı?’’ Kızının alnına götürdü dudaklarını, ateşi iyice yükselmişti… ‘’Biraz çabuk’’ diye endişeyle seslendi şoföre… Yol neredeyse bomboştu o saatte, birkaç dakika sonra varmışlardı hastaneye. Tam kapıdan girerken ‘’Otomobil…’’ dedi içinden ‘’…olsaydı İhsan’ımı da yetiştirir miydi çarçabuk hastaneye?’’
Ufuk Bayraktar
YORUMLAR
bu kadar cabuk bklemiyordum acıkcası serininizin devamını ... merakım hep önde gider okuduğum beni çeken öykülerin sonunu görmek için hüzün ve acı olsa da ...iki ucu keskin bir bıcak gibi olsa da yine de hamal ı ( kimimiz de yok ki )olduğunuz bu duyguları bizlerle paylaşmanız büyüklük...saygılrımla başarılrınızın devamını dilerim..
Dr. Ufuk Bayraktar
beni mutlu ettiniz yazdıklarınızla, sağolun...
Güzel bir anlatımdı. Devamını merakla bekleyeceğim. Kutlarım. Saygılar.