- 457 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İNSANIN YARATILIŞ GAYESİ
İnsanın Yaratılış Gayesi:
Yüce Yaratıcı, yaşadığımız şu sonsuz evreni ve içinde bulunan tüm varlıkları bir düzen içinde yaratmıştır. Gökyüzünde bulunan gezegenler; ay, güneş ve yıldızlar, insanların öteden beri dikkatini çekmiş ve bu sonsuz âlemin bir yaratıcısının olabileceğini düşünmüştür. Bu baş döndüren varlıkların bir düzen ve ahenk içinde hareket ettiğini anlayan ve uzayı keşfe çıkan insanoğlu; hem evrenin ve hem de kendisinin mutlak surette bir gaye için yaratıldığını düşünmek ve anlamak durumundadır. Yüce Yaratıcı, Kuran’da insanoğlunun yaratılış gayesini şu şekilde açıklamıştır: “O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır” “Ben cinleri de, insanları da yalnız bana ibadet etsinler diye yarattım” (Zariyat/56)
Yüce Yaratıcı, kullarını başıboş bırakmamıştır. Merhametinin bir neticesi olarak kullarına kulluk görevlerini nasıl yapacağını da peygamberlerine indirdiği ayetlerle öğretmiş ve kullarına bir takım sorumluluklar yüklemiştir. Yüce Allah, (c.c) yarattığı kulları için şöyle buyurmaktadır: “İnsan, kendi başına ve sorumsuz bırakılacağını mı sanıyor?” (Kıyamet/36)
İnsanoğlu, dünya düzeninin bozulmasına asla müsaade etmemelidir. İnsanoğlu, yaratılan düzenin korunması yönünde bir takım çabalar içinde bulunarak kulluğunun gereğini yerine getirmelidir. Yeryüzünün düzeninin korunması, insanoğlunun hayrına olan bir çabadır. Zira gözle gördüğümüz veya göremediğimiz pek çok canlı-cansız varlıklar, bizimle birlikte bu evrende yaşamakta ve insanoğluna türlü faydalar sağla-maktadır.
Buna dair örnekler:
Balık avlama mevsimi gelmeden, daha fazla balık avlayabilmek için göllere, nehirlere veya denizlere trol atılması balık yumurtalarının ve balıkların yok olmasına sebep olur. Kaz, ördek, tavşan, tilki, ceylan, yaban domuzu gibi daha pek çok hayvanın henüz av mevsimi başlamadan avlanmaları bu canlı türlerinin yakın gelecekte soylarının tükenmesine neden olur. Yaşadığımız şu günlerde soyları tükenmiş ve tükenmekte olan pek çok hayvan türünün olduğunu biliyoruz.
Rantçı kişilerin coğrafi özellikleri sebebiyle büyük orman alanlarında yer açabilmek için keyfi yangınlar çıkarttığı bilinmektedir. İhmale dayalı veya menfaate dayalı çıkartılan bu tür yangınlarda yüzlerce canlı türünün yok olduğunu hesaba katarsak, durumun vahametini daha iyi anlamış oluruz.
Şunu çok iyi idrak etmeliyiz ki; her canlı Yüce Yaratıcı tarafından belirli görevleri yerine getirmek amacıyla yaratılmıştır. Arılar bal yaparak yaşarlar ve yaptığı ballarla insanlığa büyük hizmette bulunurlar. Köstebekler, karıncalar ve yılanlar gibi yer altında ve üstünde yaşayan canlı türleri, toprağın altında tüneller açarak toprağın havalanmasına ve üzerinde bulunan nebatların daha gür çıkmasına vesile olurlar. Otlanarak yaşayan hayvan türleri de bu otlarla beslenerek doğal dengenin sürdürülmesine katkı sağlarlar.
Farelerin en büyük düşmanları kediler ve yılanlardır. Şayet kediler ve yılanlar fare ile beslenmeselerdi; fareler çoğalarak insanların evlerini, bahçelerini istila ederek hayatı çekilmez hale getirirlerdi. Kediler ve yılanlar, kendilerine verilen ilahi komutla fare sa-yılarının belirli sayıda kalmasını sağlarlar.
Uçan ve uçmayan kanatlı hayvan türleri, yeryüzündeki karıncalarla, köstebeklerle, yılanlarla, zararlı-zararsız böcek türleriyle ve leşlerle beslenirler. Şayet bu düzen bu şekilde tasarlanmasaydı; haddinden fazla yılanların, zehirli böceklerin, köstebeklerin, farelerin ve karıncaların yeryüzünü istila etmesi kaçınılmaz olacaktı. Böyle bir durumda insanoğlunun hayatı da adeta kâbusa dönüştürecekti.
İnsanoğlu, Yüce Allah’ın bahşettiği cüzi iradesiyle iyilik ve kötülük yapabilme imkânına sahiptir. Elbette iyilik yapan iyilik bulacak, kötülük yapan da kötülük bulacaktır. İnsanoğlu, ancak iyilikte yarışarak fazilet ufuklarını açar ve yücelir. Kötülükte yarışanlar ise, kötülüğün girdabına düşerek, aşağıların aşağısına yuvarlanırlar.
Müminler, Yüce Allah’ı görmediği halde, O’nun kendilerini her an görüp takip ettiğini bilir ve ona göre hareket ederler. Bu bakımdan Allah sevgisi, müminleri hayra ve selamete ulaştırır. Bakınız, Yüce Allah, kulluğumuz hakkında Yüce Resul’e nasıl sesleniyor: “Ey Muhammed! De ki! Şüphesiz benim namazım da, diğer ibadetlerimde, ya-şamam da, ölümüm de âlemlerin Rabbi Allah içindir” (Enam/162)
Dünya, ahretin tarlasıdır. İnsanoğlu, bu dünyada kendisine bahşedilen cüzi iradesiyle yaptığı iyilikleriyle birlikte ahrete göç eder. Cüzi iradesiyle kötülüklere sapmış olanlar da yaptığı kötülüklerle ahrete göç eder.
Günümüzde şu üç tip insanın hali gerçekten düşündürücüdür!
a-) Ölümün ansızın geleceğini bildiği halde, kişinin halen dünyalık peşinde koşabilmesi,
b-) Gaflete dalıp, kendini unuttuğu halde, kendisini unutmayan Yüce Allah tarafından hesaba çekileceğini tefekkür edememesi,
c-) Yüce Allah’ın (c.c) kendisinden razı olup olmadığından emin olmadığı halde hayatını nefsi arzularına göre sürdürebilmesi,
Ve İnsanoğlu şu üç şeye sarılmadıkça asla kurtuluşa eremez!
a-) İbadetleri zamanında yapmak,
b-) Haramlardan sakınarak yaşamak,
c-) Hayatının her döneminde helal kazanç peşinde koşmak.
İnsanoğlu biraz tefekkür âlemine dalsa; dünyanın geçici ve boş olduğunu; Yüce Allah’ın yasakladığı şeylerde zerre kadar hayrın olmadığını ve bu dünyanın bir imtihan sahası olduğunu rahatlıkla anlayabilir. Oysa Yüce Yaratan, kullarına merhametle yaklaşmış, imtihan sorularını henüz imtihan başlamadan evvel vermiştir. Kul, Yüce Yaratanın bu merhametine karşılık, nefsinin eline düşerek ve iblisin peşinde koşarak hem bu dünyasını ve hem de ahretini kendine zindan etmektedir.
Yüce Allah (c.c) kullarını nefisle birlikte yaratmış; iblise de kullarını yoldan çıkarması için müsaade etmiştir. İnsanoğlunun üstünlüğü; yani eşref-i mahlûkat olması bu yüzdendir. Kul, hem nefsi ile mücadele etmekte ve hem de iblis ile mücadele etmektedir. Bilinir ki; meleklerde nefis yoktur ve onlar asla günah işleyemezler. Meleklerden olan iblisler, nefis sahibi olan insanlara bu yüzden secde etmek istememişler ve cennetten kovulmuşlardır. Yüce Allah, kullarının başına iki büyük düşman verirken onları iki düşmana kolay lokma kılmamıştır. Kuluna kendi sevgisini vermesinin yanı sıra, akıl, düşünce, tefekkür ve irade bahşetmiştir. Yani kullarını büyük silahlarla donatmıştır. Kimi kulları bu silahlarıyla düşmanına karşı koyabilmekte, kimi kulları ise silahlarını yeterince kullanamadığından büyük-küçük günahlar işleyebilmektedir. Yüce Allah, kullarının işlediği günahlardan dolayı “AF” kapısını açmıştır. Kul, her ne kadar günah işlerse işlesin, işlediği günahların Allah’a bir isyan olduğunun farkına varıp, tövbe ederek işlediği günahların affedilmesini sağlayabilmektedir. Tövbesinde samimi olan kulların, geçmişte yaptığı günahların tamamı da sevaba çevrilmektedir. Böylece kul tövbe etmekle kulluğunun gereğini de yerine getirmiş olur. Bu durum, Yüce Allah’ın (c.c) kullarına ne kadar hoşgörülü ve merhametli olduğunun çok açık delilleridir.
Mümin odur ki; hastalığın da, sağlığın da Yüce Allah (c.c) tarafından geldiğine şüphesiz iman eder. Hastalıkta, herhangi bir musibetle karşılaştığında isyan etmez. Allah’tan (c.c) gelene isyan edildiği zaman bu apaçık şirke girmek olur. Müminlere yakışan; sağlıkta, hastalıkta veya herhangi bir musibet anında Yüce Yaratana büyük bir samimiyetle teslim olmaktır. Şüphe yok ki; Yüce Allah (c.c) bizleri yaşantımızla ve İslam ile imtihan etmektedir. Bu bakımdan Yüce Yaratıcı Kuran’da şöyle buyuruyor: “Bugün sizin dininizi kemale erdirdim. Üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam’ı seçip beğendim”(Maide/3)
Son söz olarak; yaratılan insanlar bir yandan Allah’a (c.c) kulluk vazifesini yerine getirmeli, bir yandan da kâinat düzeninin korunmasına çalışmalıdır. Yaratılan her canlı, dünyanın birer parçalarıdır ve her birinin birer görevi vardır. Canlı türlerinden herhangi birinin veya birkaçının yok edilmesi demek, dünya düzeninin bozulması demektir ki bunun tehlikelerini insanoğlu yaşamaktadır ve yaşayacaktır.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.