- 1071 Okunma
- 11 Yorum
- 0 Beğeni
Bir "H"arfin ettiği !..
Büyük bir holdingin İstanbul’ ayağıydı çalıştığım şirket. Personelin çalışma ortamının, rahatlığı ve huzurlu olması için her türlü konfor, düşünülmüştü bu işyerinde. Ben de gemi broker’liği yapan bölümde çalışıyordum. Yoğun bir tempo vardı her zaman, ama değiyordu verdiğim emeğe doğrusu. İşe başlayalı üç yıl olmasına rağmen, ikinci yılın sonunda almıştım ilk arabamı. Aklınıza ne geldi bilmem, böyle deyince. İkinci el şirin minicik bir İtalyan arabasıydı sadece.
Yine böyle bir hummalı çalışma günündeyken, masamdaki telefon çalmaya başladı . Aslında durmadan çalardı zaten. Hayretim, bir süre sustuğunda olurdu ancak. Cevaplamak için ahizeyi kaldırdığımda, daha kulağıma götürürken duydum karşı tarafın bağırtısını.
-Hemen odama gelir misiniz lütfen!!..
Arayan, aynı zamanda asistanlığını yaptığım, şirketin genel müdürüydü. Cevap vermeme fırsat kalmadan da “Küütt” diye suratıma kapattı telefonu? İyi de, onu bu kadar celallendiren neydi ki? İşte onu bilmiyordum.
Heyecanlandım mı? Hayır… Ama telefonun suratıma böyle kapatılmasına çok sinirlendim. Çünkü, genel müdür yalnız değildi. Odasında, başka holdingden gelmiş, iki tanınmış iş adamı vardı. Elimdeki yazıyı bir kenara bıraktım hemen. Kendime çeki, düzen verip doğruca odasına koşturdum. Kapıyı tıklattıktan sonra da usulca içeri süzüldüm.
- Buyurun Samih bey,
-Siz demin arayan adamı, niye anlamadan dinlemeden bana yönlendirdiniz Billur hanım. Adam açmış hesap soruyor geciken malları için.
- Ama efendim, özellikle sizinle görüşmek istediği söyledi kendileri… Aslında _
-Hayır efendim… Ne alaka? Onun meselesi nakliye bölümündeki Sami beyle. Bir daha konuşmaları kulağınızla dinleyin, olur mu?
-………?? Şoktayım… Ne diyeceğimi bilemedim.
- Tamam bu kadar!… Gidebilirsiniz.
Kapıyı kapatıp çıktım. Zangır zangır titriyorum. Adam resmen “Lafı kıçınla dinleme” demek istedi bana. . Üstelik iki yabancı iş adamının önünde. Üstelik de haksız yere. Genel Müdürmüş!! Banane!.. Kim olursa olsun, haksız yere hakaret ettirmem kimseyi kendime.
Aptalca bir davranışta bulunmadan önce, arayan şahıs Sami beyi mi, yoksa Samih beyi mi? istemişti gerçekten, emin olmam gerekiyordu. Bu iki isim arasındaki tek fark, Genel Müdürün isminin sonundaki fazladan bir “h” harfi taşıyor olmasındaydı. Hatta bir gün konu olmuş ve yetkililerden biri bu hatanın nüfus memurunun yüzünden kaynaklandığını söylemişti. Ailesi de düzeltmemiş de öyle kalmışmış. Daha duyduğum ilk gün bile çok yadırgamıştım bu ismi.
Doğruca Nakliye bölümüne gittim. Bu şahsın Samih beye yönlendirilmesini onlar rica etmişti çünkü. Sami bey; Arayan kişiyle, kim bilir kaçıncı konuşmasını yaptığını, adamı bir türlü ikna edemeyince, özellikle Samih beye konuşturmak istediği için, bize yönlendirdiğini söyleyince, lafı benim kulaklarımla dinlediğim kesinleşmişti. Dişlerimi öyle bir sıkıyordum ki, her biri takır takır dökülecekti neredeyse. Sami bey, ileri geri hareket halindeki şakaklarımı görünce;
- “ Üzüldüm böyle arada kalmış olmanıza, ama takmayın ya!.. diye, beni teselli etmeye çalıştı. Misafirleri gitsin, ben kendisine izah ederim durumu nasılsa..
İyi de, benim içimde çoktan kabara kabara gelen bir tusunami başlamış bile, Tutabilene aşk olsun. Sonucu ne olursa olsun, ille ki çarpacak kıyıya. Çünkü oldum olası, karşıyım bir çalışanın azarlanmasına, hakaret görmesine. Herkes, iyi kötü emeğini koyuyor ortaya. İşveren de karşılığını ödüyor. Yok, eleman işine yaramıyor diye mi düşünüyorsun? Kesersin işle ilişkisini olur biter.
Ama hakaret etmek, aşağılamak asla… Hadi onu geçtim, bir de haksız yere. Hadi onu da geçtim, bir de iki görgü şahidi önünde. Daha nakliye bölümünden çıkar çıkmaz, doğruca genel müdürün kapısının önünde aldım soluğu. Kapıyı tıklattım ve davet beklemeden açtım.
-Evet… Ne vardı ?
Samih bey tekrar beni karşısında gördüğüne hiç hoşlanmamıştı. Bakışlarından anlamıştım. Yada halimden onun canını sıkacağımı anladığı için bir garip bakıyordu yüzüme.
Bir elim, kapının tokmağı üzerinde, kapıyı yarı aralamış olarak, içeri girmeden, Sami beyin az önce söylediklerini (Ki, o ben sonra izah ederim demesine rağmen, çünkü bu hazzı kimseye bırakamazdım.) bir çırpıda aktardım ve ardından da ekledim.
-Bence sayın müdürüm, bundan sonra, siz söyleneni kulağınızla dinleyin. Olur mu?
Aynen onun yaptığı gibi, konuşmasına fırsat vermeden de kapıyı çekip kapattım. Oh! Sanki ağır bir yük kalkmıştı üzerimden. Kuş gibi hafiflemiş ve buz gibi soğumuştu yüreğim. Ama bacaklarımda sinirden, tir tir titriyordu. Saatime baktım, yemek saati gelmişti. Ardımdan odasından çıkma ihtimaline karşılık hemen, asansöre koşturup, girişteki restoran katının düğmesine bastım.
Aşçı beni görünce çok şaşırmıştı. Sanırım ilk kez bu kadar erken gidiyordum yemek salonuna. Çünkü, masama yığılan işleri bir türlü bitiremediğimden, yada aman laf gelmesin diye, kusursuzluk peşinde olmamdan, genelde en son giden birkaç kişiden biri olurdum hep. oturup ağırdan alarak yemeğimi bir güzel afiyetle yedim.
Oradan ayrılmadan önce, görevlilerden birinden boş bir karton kutu istedim. Orta büyüklükte bir kutuydu verdikleri. Eh!.. üç yıllık oda işgaliyem için yeter de, artardı bile.. Tekrar asansöre binip son kata çıktım. Santralın önünden geçiyordum ki, yolumu kesip, muhasebeye uğramamın istendiği söylendi. Neden diye sormadım bile. Bana yol göründüğü belliydi.
Hani, “Minareyi çalan, kılıfını hazırlar” derler ya!.. Bende eşyalarımı toplamak için karton kutumu bile hazır etmiştim. Odama girmeden, karton kutu elimde, doğruca muhasebeye gittim. Muhasebe yardımcısı, Kemal işe başladığımdan beri iyi anlaştığım, hiçbir problem yaşamadığım arkadaşlardan biriydi. Yemek saatlerinde, ikimiz de sona kalanlardan olduğumuz için, aynı masada oturur, yedi yıldır nihayetlendiremediği nişanlılığını konuşurduk.
Benim geldiğimi görünce, derinden bir “Off!.. çekip, sen ne yaptın der gibi iki yana salladı başını. Sonra masanın çekmecesinden bir zarf çıkartıp uzattı.
-Elçiye zeval olmazmış arkadaşım…
-Ne bu?.. Tezkerem mi?
Zarfı ve yerden karton kutumu aldım ve başka bir şey demeden odama gittim Şirketle ilişiği kesinlere verilen yazılardan bir kopya, bu kez benim elime tutuşturulmuştu. Ekindeki notta da kıdem tazminatımın, diğer alacaklarımın, eksiksiz olarak ödeneceği yazıyordu. Şaşırmamıştım, bekliyordum zaten.
Çarçabuk masamın çekmecelerini açıp, bana ait ne varsa karton kutunun içine gelişi güzel tıkıştırdım. Firmalardan çeşitli nedenlerle gönderilen, süslere, çiçeklere hiç dokunmadım. Sonra, tekrar muhasebeye gidip, eşyalarımı topladığımı ve birazdan çıkacağımı söyleyerek ödememi ne zaman alacağımı öğrenmek istedim.
- Yarın öğleden sonra hazır olur, dedi Kemal. Peki sen gelmeyecek misin yarın?
-Ne geleyim canım… dedim. Siz hazır olduğunda telefon edesiniz ben de o zaman gelirim artık.
-Durup dururken, işinden oldun gördün mü?.. dedi Kemal, çok üzgündü gerçekten. Mavi gözleri buğulanıvermişti. Keşke yapmasaydın böyle.
-Ne yapmışım ki?
-Ya arkadaşım... Bana gözlerini kocaman açarak bağırdı.. Rezil oldum misafirlerimin yanında... Gönderin gitsin hemen. Neye mal olursa olsun fark etmez, dedi adam ya!
- Aslında ben onun söylediğini iade etmiştim… Bak gördün mü? dedim. O söyleyince rezillik sayılmıyor. Ben söyleyince hakaret oluyor. Al sana teskere!…
-İyi de ne dedin adama ki, bu kadar kızdı, söylesen de bir anlasam.
Öyle ya, işten çıkarılacak kadar ne söylemiş olabilirdim, Kemal pek merak etmişti. Ben de kısaca aramızda geçen diyalogu naklettim. Veda faslını yarın bırakıp, odasından ayrılırken arkamdan seslendi.
-Peki, genel merkezle konuşmayı düşünmüyor musun? Seni çok severler biliyorsun…
-Ne gerek var ki? Takıştığım kişi genel müdür... Sonunda haklı çıkan o olur nasılsa. Hiiiç uğraşamam, dedim. Ben yarın gelir paşa paşa alır giderim paramı.
***
Karton kutu elimde, asansörün önüne dikildim. Her ikisi de meşguldü. Biri inerken, biri de çıkıyor görünüyordu. Çıkan asansör gelip durduğunda, içinden kim çıksın dersiniz? Tabi ki “ İstemediğin ot burnunda bitermiş misali ” Samih bey hazretleri(!).. İçine üç yılımı tıktığım kutu elimde, tek kelime bile etmeden, onun çıkmasıyla asansöre dalıp, bastım garaj katının düğmesine. İçimden de söyleniyorum.
-Bundan sonra selam bile yok sana… Şe…min müdürü seni (!)
Kutuyu arabanın bagajına koydum ve arabamı çalıştırıp evimin yolunu tuttum. Florasan ışıklarından kurtulup, gün ışığına çıkınca, aklım başıma geldi sanki. Daha doğrusu sağ ve sol omzumdaki, koruyucu meleklerim başladı söylenmeye.
- Nedir bu senin yaptığın? Yine çarptın kapıları gidiyorsun! Farkında mısın acaba, bu davranışının sana neye mal olacağını?
-Kahretsin ki biliyorum.
-İşsiz kalacaksın bir kere.
-Kalacağım doğru.
-Üstelik saatlerce, üstelik günlerce, haftalarca, üstelik belki de aylarca boooş boş oturacaksın. Biliyorsun değil mi?
-İşte orası hiç belli olmaz(!) Ayy!… Oturur muyum ki?… Olur mu, olur!
Sonunda eve vardım. Beynim çatlıyor ağrıdan. Arabamı park edip, kutuyu bagajda bırakarak, bahçeye indim. Annem vakitsiz eve gelişime şaşırmıştı. Ama hemen söylemek istemedim başıma geleni.
- Tansiyonum düşmüş biraz, git dinlen dediler ben de geldim.
-Bir de araba mı kullandın böyle? Niye bir taksiye binip gelmezsin ki kızım?
-E.. Anne, eve vardım ya? Daha ne telaş ediyorsun?
-Ha! Tamam… Bu yanlışın üzerini örter değil mi? Hadi neyse… Sen git uzan ben de bir tuzlu ayran yapıp getireyim iyi gelir.
Konuyu uzatmamak adına, içeceğiz ayranı artık. Bir bardak soğuk su içmekten iyidir şimdilik. Ertesi gün erken kalmamı beklemiyor annem. Çünkü, geceden tembihledim sabah kaldırma erkenden diye. Ertesi sabah, kendim kalkmaya karar verdiğimde saat ona geliyordu. Annemi kahvaltı hazır etmiş, kalkmamı beklerken buldum.
- Günaydın!.. deyip önüme bir zarf koydu. Dün telaştan unutmuşum vermeyi.
“Hayda bir zarf daha… Bakalım bu zarf nelere gebeymiş” deyip, alıp üstünü okudum. Amerika’da yaşayan ve uzun zamandır yazıştığım bir ahbabımızdan geliyordu. Ne zaman istersem yanına gidebileceğimden ve istediğim kadar da kalabileceğimden söz ediyordu. Çok heyecanlanmıştım. Daha iyi anlamak için bir kere daha okudum mektubu. Özellikle açık davet taşıyan o satırları…
Anında kafamda ziller çalmaya başlamıştı. “Ay! Gidebilir miydim acaba? E.. Niye olmasın ki? Kim tutuyordu ki beni… Dün kopartmıştım ya bağlarımı. ” Annem yüzümün aldığı şekillere bakıp, iyi bir şeyler olduğunu anlamıştı. Bekledi, bekledi sonunda,
-E.. Kızım ne diyor İz ? Niye ağzın kulaklarına vardı böyle? Demek ki memnuniyetim bu kadar belli olmuştu. Sevinçle sarılıp yanağına bir öpücük kondurdum.
-Anneee, İz beni Amerika’ya davet ediyor… Üstelik, gel istediğin kadar da kalabilirsin diyor. Giderim bende… Giderim, değil mi ama?
-Aa!.. Çoştun sen yine.
Şımarıyorum hemen...
-Eveeet!.. Çoştum yine dal-ga-la-nıyorum beeeen… Yine yine ha-yal -leyorum beeeen…
Gerçektende hayallere dalmıştım çoktan. Az sonra Kemal’den paranın hazır olduğunu bildiren telefonu alınca da arabaya atladığım gibi “eski işyerimde” aldım soluğu. Bir oraya buraya bir sürü imza attıktan sonra, bu kez bir zarf dolusu para sıkıştırıldı elime. Sıra mesai arkadaşlarımla vedalaşmaya geldiğinde, gülümseyerek verdim haberi.
- Ben Amerika yolcusuyum arkadaşlar yakında. Bana bu fırsatı yaratan Samih beye, teşekkürlerimi iletirseniz çok sevinirim.
Ardından da bir daha ayak basmamayı ümit ederek, ayrıldım oradan. Sonra ne mi oldu? Çok şükür, her şey yolunda gitti ve dediğim oldu. Vizemi İz’in gönderdiği davetiye sonucu, bir sorun çıkmadan aldım. Bunun üzerine annemi, İngilizcemi ilerlettikten sonra kesinlikle geri döneceğime ikna ettim. Kardeşimin yardımıyla arabamı sattım, aldığım tazminatları da üzerine kattım ve tam bir ay sonra Amerika’ya ayak bastım.
İnanabiliyor musunuz? Bu fırsatı bana yaratan küçücük bir “h” harfi olmuştu. Hem ona, hem de yıllar önce, bu yanlışlığa sebep olan nüfus memuruna, o günü hatırladıkça, kaç kere teşekkür ettim kim bilir?
Ee… Bir harf deyip geçmezsiniz artık. Hangi harf, hangi nedenle, size de şans getirir bir gün bilinmez!.
***
İstanbul / Ekim 1985
YORUMLAR
Bilmem neden geldim sayfanıza,, " h" harfini bir okuyayım neymiş bakalım bu "h" meselesi diye meraktan geldim. Aynur hanım da yorumda bulunmuş,, demiş ki,, "şunu şöyle yazsan iyi olur." keşke cevabınızda şunu deseydiniz " bu benim tasarrufumda, teşekkürler inceliğin için"
Aranızdaki bağ beni ilgilendirmez, yazı gayet başarılı. bir solukta okudum. bir çırpıda da diyebilirim. Hatta, bir nefeste de diyebilirim. Türkçemizin zengin bir dil oluşu mutlu ediyor beni.
Şans yardım etmiş size.Samih Bey'in sayesinde ABD'ye gitmişsiniz. İyi de olmuş. Mesleki görgünüzü ve bilginizi artırırsınız.
Dikkat ettiğim bur husus da şu oldu yazınızda: Deyimleri ve atasözlerini yerli yerinde kullanmışsınız. Sevindirdi beni bu durum.
Başarılarınızın devamını diliyorum,, Beğenerek okudum yazınızı. Samih bey ile görüşüyor musunuz? Merak ettim. Bir de demişsiniz ya, " şe.... min müdürü seni." çözemedim bulmacayı. neyse,, fazla merak iyi değildir..Nezaketsizlik tabirini kullanmıştınız da,, aklıma geldi onu okuyunca. demekki müdürlere yapılır hak ediyorsa.. Sizin tasarrufunuzda tabi, neyi nasıl kullanacağınız.
iyi günler..
Billur T. Phelps
Görgü, bilgi önce kendi ailesinden gelir insana. Sonraki adımlarda da dışarda katkıda bulunan bir sürü kişi girer insanın hayatına.
Ben çok şanslı biri olarak saydım kendimi her zaman. Hala da öyle hissediyorum çok şükür. Ama şansı çoğu zaman kendim yarattım diyebilirim. Yoluma çıkan fırsatları değerlendirerek.
Sizin sayfama niye mi geldiğinize gelince. Belki de bu ukala da kimdir, bir yazılarına bakayım, bir iki laf da ona çakayım diye gelmiş olabilirsiniz belki.
Ama olabilir. Çünkü bende eleştirilmeyi sevenlerdenim. Kusurlu dolanmaktansa, gidermeyi canı gönülden isterim. Ancak, sınırlar aşılmadan yapılırsa, elde bir çuvaldızla üstüme gelinmezse tercihimdir. :)
Ziyaretinize teşekkürler.
Yaşanmamış Aşkların Şairi
Sziin sayfanıza niye mi geldim??? Ukala oluşunuzdan değil,, çok bilmişliğinizden geldim.. bir bakayım dadim şu H harfinin eksikliğine.
H harfi olmazsa, türkçede neler oluyor diye geldim.
bahtınız açılmış fena mı olmuş..
Özür dilerim,, bi daha rahatsız etmicem..
Hayattan alıntılarınız kaleminizin kudretiyle o kadar yükseklere taşıyor ki öyküleri. Akıcı herkesin kolaylıkla söyleyebileceği gibi. Ama hikayenin arkasında duran yürekli bir de kadın var. Sözüne ve ruhuna sadık, geçmişin üzerindeki zaman elbiselerini çıkartmasını bilen... Tebrikler, çok güzel bir çalışma. Severek okudum bir solukta.
Billur T. Phelps
Sizi takip ediyorum Sn. Kaygısız,
Başka arkadaşlara bıraktığınız, yüreklendirici, cesaretlendirici ve yerinde yaptığınız güzel yorumlarınızı da gülümseyerek okuyorum. Pozitif bir insansınız ve güzel bir enerji geçiriyorsunuz yazı sahibine..
Ben şahsen böyle güzel sözlerdenbesleniyorum her zaman.
Sevgiler.
Umut Kaygısız
Haksızlığa kesinlikle tahammülüm yok benim de. Anlatımın çok akıcı. Tebrikler. Sevgilerimle.
Billur T. Phelps
her şerde bir hayır vardır, bu fark edebildiğimiz güzel bir anıydı... saygılarımla...
Dr. Ufuk Bayraktar
iyi ki bölmemişsiniz... :)
Billur T. Phelps
Çok, çok teşekkürler,
Güzel yorumuz ve iyi dilekleriniz için :))
Birincisi tepeye oturttuğun ve "özür" gibi duran "Biraz uzun oldu ama" cümlesini çıkartmalısın sevgili Billur. Çünkü hem okur algısını daha ilk satırdan zedeliyor bu cümle, hem de kimse lutfettiği için okumuyor seni, sevdiği için okuyor. Sen ne kadar uzun yazarsan yaz da kalemini seven üçe bölerek de olsa seni okuyacak. Kaldı ki, uzunluğuna rağmen kesinlikle mükemmel derecede akıcı bir anı/ öykü yazısı.
İkincisi kalemini çok farklı buluyorum. Satırların nefes alıyor. Tasvirler, iç konuşmalardan ziyade direkt hayatın akışını yazıyorsun. Bu da sana doğallık kazandırıyor bana göre.
Kutluyorum. Bugnün öyküsü bence. Sevgiler.
Billur T. Phelps
Ayrıca samimiyetine iiçten inandığım için yorumun, memnun etti beni.
çok teşekkürler ve sevgiler...
Dr. Ufuk Bayraktar
yine de takdir yazanın en sonunda...
Aynur Engindeniz
Nasip ve kısmetten öteye bir şey olmaz.Sizin de Amerika'da yiyecek rızkınız, içecek suyunuz varmış, bir H harfi vesile olmuş.
Güzel paylaşıma teşekkürler, selamlar.
Billur T. Phelps
Biliyor musun sevgili Handan,
Bazen insanın kaderini biraz da kendisinin yönlendirebildiğine inanıyorum ben.
Boyun büküp razı olmamak lazım ara sıra :))
handan akbaş
Sevgilerimle...
Billur Hanım...
Davranışınıza yürekten katılıyorum.
Ben bir şiirimde " Kim kimden neye göre üstün.- Üstünlük iddiam yok. - Ama alçak ta değilim . " demiştim...
Sizin yaşadığınıza benzer bir olay da ben yaşamıştım. Yaşadıklarımı da "NEDEN" başlıklı yazıda aktarmıştım.
Akside olabilirdi. Olayın lehinize gelişmiş olması sevindirdi..
Selamlarımla...
Billur T. Phelps
Bu benim gerçekten çok hassas olduğum bir konu. Sadece iş yerlerinde falan değil, bir kişinin çıkıp anlamadan dinlemeden başka birinin tepesine binmesi çileden çıkartır beni.
Kaldı ki, sizi emeğiniz için kiralamış birilerinin bunu kendinde hak görmesi, sonuç ne olursa olsun katlanamadığım bir olaydır.
Ziyaretinize teşekkürler, saygılar :)