- 1120 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BAŞPARMAK
Fatih kan ter içinde bilgisayar başında duruyordu. Atama sonucunu merak ediyordu. Dört yıllık fakülteyi bitirmiş öğretmenlik sınavında başarılı olmuştu. Sıra atamaya gelmişti. Bilgisayar başında adeta zaman durmuştu. Sonuçlar bir türlü açıklanmıyordu. Annesi içeri girdi umutlu bir ses tonuyla oğluna dönüp:
—İnşallah yakın bir yer çıkar oğlum. Dedi.
Fatih annesinin umuduna kızdı aniden:
—Anne yakın bir yerin çıkmayacağını sana kaç defa söyledim. Puanım yeterli değil ki kim bilir hangi daha önce adını duymadığımız yer çıkacak dedi.
Annesi söylediği sözden dolayı pişman pişman tekrar girdiği odadan gibi çıkıp mutfağa gitti. Tam işe dalmıştı ki birden ‘’ Allah kahretsin.’’ diye bir ses duydu. Fatih mutfağa daldı sinirli bir halde annesine:
—Anne ya Derik Mardin diyor ya. Sakarya neresi Mardin neresi ya. Ne yapacağım ben. Anne oğul düşünceli düşünceli avluda oturdular. İkindi gibi babası yorgun ama güler yüzle kapıdan içeri girdi. Sıcaktan terlemiş bir halde musluğa yönelirken Fatih’e dönüp
—Oğlum neresi çıktı ya? Bak işten güçten arayıp soramadım.
Annesi birden atıldı:
—Bey çocuk atanmış adak adayacaktın sen adağını hazırla. Dedi. Baba Fatih ‘e bakıp onun cevap vermemesine şaşırarak:
- Hanım adak kolay da oğlum söylesene neresi çıktı.? Bunun üzerine her ikisi de Fatih’e bakmaya başladılar. Fatih ise daha önceleri hayal ettiği gibi değil de sakin bir ses tonuyla:
— Mardin’in Derik ilçesi baba. Oraya atanmışım. Puanım tercih ettiğim hiçbir okula yetmemiş ki.
Baba yüzünü buruşturup kendi kendi olayı değerlendirmeye başladı. Elini kurutup çardağın altına oturdu.
—Ne yapacaksın. Orası da vatanımızın bir parçası bayrağımızın dalgalandığı yer değil mi? Gider aslanlar gibi görevini yaparsın. Sonra birkaç sene içinde tayin ister bu taraflara gelirsin dedi. Ama söylediği şeyler kendi içine de sinmemişti. Kendi içinden:
—Hay Allah ya başka yer mi kalmadı. Kim uğraşacak şimdi bu sıcakta bir de Mardinle. Diyordu.
Aradan iki sene geçmiş, Fatih kararsızlıklardan kararsızlıklar beğenerek sonunda ilçeye gelmiş ve göreve başlamıştı. Bu zaman içinde bütün korkuları ve endişeleri yok olmuş mutlu ve fedakâr bir öğretmen olup çıkmıştı. Annesi ve babasıyla her tatilde onları görev yaptığı ilçeye çağırmasına rağmen ikisi de buna pek yanaşmamış her seferinde ya işlerini ya da sağlıklarını bahane ederek bunu ertelemişlerdi. Fatih iki yıldır kirada oturduğu Ferhan Dayıyla baba oğul olmuş hatta beraber taziyelere ve düğünlere bile gitmeye başlamıştı. Ferhan Dayı Fatih’in ailesiyle ilgili sorular sormakta ve aldığı cevaplara tuhaf bir şekilde ‘’Vay be, yok ya, ciddi misin, Bak sen şu Allah’ın işine, kadere bak.’’ Diyordu. Fatih bu tepkilere bir anlam veremiyor ama ailesinin buralara olan ilgisizliğinden dolayı da üzülüyor hatta utanıyordu. Ferhan dayıyla olan samimiyetinin bir de başka bir yönü vardı: Sultan. Dayının en büyük kızı olan Sultan Derik’te hemşire olarak çalışıyordu. Birbirlerini ilk gördüklerinden beri olmasa da zamanla bu iki genç birbirlerini tanıdıkça konuşmaya anlaşmaya başlamışlardı. Ferhan Dayı, kızıyla gurur duyuyor ama bu duruma bir isim konulması gerektiği için kızına da baskı kurmayı ihmal etmiyordu. Sonunda Fatih, Ferhan Dayının sıkıntısını giderecek açıklamayı yapıp uygun görürse ailesiyle tanıştırmak istediğini söyledi. Ferhan Dayı ise bu iki gencin mutluluğunu düşünürken derinlere dalıp kendi kendine çok uzaklara bakıyordu.
Sonunda Fatih evlenme fikrini ve Sultan’ın birkaç fotoğrafıyla Babasının karşısına çıktı. Durumu anlattı. Osman Bey önce güldü sonra tedirgin olmaya başladı. Oğluyla birkaç defa bu işin heves olduğunu, geçeceğini, başına iş açmamasını söylediyse de tedirginliği boşa değildi. Çünkü Fatih’in niyeti ciddiydi ve ilk defa babasıyla bu kadar kesin sert ve sinirli bir şekilde konuşuyordu. Babası kararını verdi.
—Ben öyle insanlarla muhatap olmam, akraba olmam. Sevecek başka kız mı bulamadın oğlum. Dedi. Bu işten vazgeçmesini yoksa ailede huzurun kalmayacağını da ekledi. Huzur çoktan kaçmıştı. Fatih Mardin’e dönmüş ve ailesiyle ilişkisini kesmeye hazır bir tavırla kendini yeni bir yaşama hazırlıyordu. Her şey kötü gitmeye başlamıştı. Fatih’in kimseyle karşılaşmamak için evden çıkmadığı, Sultan’ın gizli gizli ağladığı ve Ferhan Dayının bir filozof edasıyla sakalını sıvazlayıp kendi kendine ‘’Ulan bu nasıl iştir yahu’’ dediği bir gün Fatih’in babası telefonda yarı üzüntülü yarı ne halin varsa gör bir ses tonuyla bu işe ‘’ Tamam.’’ Dedi.
Aradan iki ay geçmiş serin eylül akşamında Derik’te evin damında yerdeki sofrada nişan sonrası yemekler yenilmiş kaçak çaylar içiliyordu. Muhabbet oradan oraya kayıyordu. Osman Bey Sakarya’da fındık ticareti yapıyor, fındık toplayan Kürt işçiler hızlı çalışırlarsa eğer daha çok para kazanıyordu. Ferhan Dayı ise Derik’te elektrik işi yapıyor, trafo patlarsa, voltaj yükselirse veya evlere kaçak elektrik döşerse para kazanıyordu. Herkes anlatılanlara gülüyor ve bu iki kültürün yan yana gelmesinden dolayı aşka olan inançları artıyordu. Fakat bu iki kişi dışında herkes halinden memnundu. Ferhan Dayı suskunlaşmış, Osman Bey de neşelenmek için bir şey arıyordu etrafta. O esnada çaylara şekerler konulurken Osman Bey bir şey fark etti. Ferhan Dayının başparmağı yoktu. Osman Bey mistik bir hikâye arzusuyla Ferhan dayıya döndü:
-Ya dünür başparmağına ne oldu? Anlatsana…
Birden herkes sustu, çaylarda dönen kaşıkların sesi kesildi. Ferhan dayı yüzü yerdeki kilimin motifleri arasında:
Uzun hikâye ben bile unuttum. Dedi. Osman dayı avını yakalama arzuysa tekrar anlatmasını rica etti. Ferhan dayı gözlerini kısarak dinleyen cemaate baktı. Eski dostlarını aradı. Sonra Osman Bey’e döndü.18 yıl önce vatan aşkıyla yanıp tutuşan bir adam bizi bölücü diye gurbette tüfekle vurdu ama kötü nişancıydı parmağımı kopardı sadece…
Osman bey’in tadı kaçmış ama meraktan da kendini alamayarak tekrar sordu:
—Nasıl oldu ya? Meselenin aslı neydi? Dedi.
Ferhan dayı Osman Bey’in gözlerinin içine bakarak sessizce:
—93 yazıydı fındık topluyorduk sizin orada. Bingöl’de 33 asker şehit edilmiş haberimiz bile yoktu. O akşam tarlanın sahibi elinde tüfekle tarlaya girdi. Sağa sola ateş etti. Bize hakaret etti ve bizi tarladan çıkarıyordu. Ben de onun üstüne yürüyüp bizden ne istediğini sordum. Ateş etti. Dediğim gibi kötü nişancıymışsın ama dediğim gibi şu gençlerin gözlerindeki pırıltıyı görünce ben her şeyi unuttum.
Osman Bey’in elindeki bardak yere düştü. Kilimin motiflerini kirleten sıcak çay adeta Osman Bey’in başından aşağı dökülmüştü. O tüfeğin hala evin salonunda asılı hali beynine vurdu. Bakışları anlamsızlaştı cemaatin. Fatih’in gülen yüzü kurak bir çöl gibi kırıştı. Gözleri büyüdü. Ferhan Dayı kilimin kirlenen motiflerindeki değişimi izleyerek:
—Dediğim gibi Osman Efendi ben çoktan unuttum o hikâyeyi.
Osman Bey dünyanın en ağır yükü altında eziliyordu sanki. O gürleyen sesi gitmişti. İlk defa bu kadar aciz bir ses tonuyla Ferhan Dayıya dönüp:
—Peki, ben nasıl unutacağım. Dedi. Peki, ben nasıl unutacağım? Bu soru değildi aslında. İçinde bir çok cevap olan ama soru olmayan bir acıydı. Ferhan Dayı, konunun uzamasından rahatsız bir mütevazılıkle cevap verdi:
—Çocuklarımızı birleştiren sevgi, benim yaramı da senin pişmanlığını da unutturur…
05.00
14.08.2011
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.