- 651 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
HAMAL (11. Bölüm)
Yalnız insan merdivendir
Hiçbir yere ulaşmayan
Sürülür yabancı diye
Dayandığı kapılardan
Yalnız insan deli rüzgar
Ne zevk alır ne haz verir
Dokunduğu küldür uçar
Sunduğu tozdur silinir…………………………(*)
07 Nisan 2010 Ayvalık
Şehirlerarası otobüs terminalinin içindeydi ama bu terminale daha önce gelmemişti. Çok büyüktü, basamak basamak yükselen peronlarda onlarca otobüs park halinde yolcularını beklemekteydi. Sağına soluna bakındı, göremedi. Telefonuna sarıldı elleri, hiç çalmadan konuşmaya başladı.
‘’Nerdesin?’’
‘’Yukarıdayım, yukarı baksana’’
Yukarı baktı, telefon hala elindeydi. En üst basamaktaki perona kadar taradı ufku ama hayır, göremedi.
‘’Göremiyorum seni, etrafında ne var, nerdesin?’’
‘’Ben seni görebiliyorum, başını kaldır’’
Gözlerini açtığında tavanda bir gölge gördü, bir anda sıçradı yataktan; ter içinde kalmıştı ve nefes nefese… Rüyasında kimi aradığını bilmiyordu ama tanımıştı o sesi ve ağlamaya başladı. Bu gece ‘’Lacrimosa’’yı dinleyememişti. Bu defa gözyaşları öyle ince akıyordu ki, yüzünü yıkama ihtiyacı hissetmeden balkona çıktı. Hala sızıntı halinde ıslanırken yanakları, bir sigara yaktı. Güneş görünmüyordu baktığı cepheden ama gün ışımaya çoktan başlamış olmalıydı çünkü denizin griliği net olarak seçiliyordu, hava aydınlanmıştı.
Bu serinlik fazla geldi, içeriden üstüne kalın bir şeyler atarak tekrar balkona çıktı. Öylece denize baktı, bittikçe yenisi yakılan sigaralar eşliğinde… ‘’Keşke her şeyi yenilemek bu kadar kolay olsa’’ diye düşündü ama sonra yaktığı yeni sigaranın, eskisi olmadığını hatırladı. Giden, biten her şey gittiği ve bittiği ile kalıyordu, hiçbir şey yenilenmiyordu. O ara sanki biraz daha coşkulu akıyordu gözyaşları ama tek bir ses çıkmıyordu hıçkırıklarından; bunca zaman sonra sessizce ağlamayı öğrenmişti.
Boğazı iyice kurudu, yutkunamadı. Banyoya gidip ağzını çalkalamaya karar verdi ama yüzünü de yıkamak zorundaydı artık. Mini bardan küçük bir şişe bira aldı. Yeterince içmişti ama onca rakının ardından bir cila fena olmayacaktı. Sigaralar… Sigaralar… Kanser olup ölmek istiyordu sanki, bu şekilde ölmeye kalkmak zordu, zira zoru başarmaktı önemli olan. Kendini asıp ya da kafasına bir tabanca dayayıp o anda ölüvermek acizlerin işiydi sadece!
Güneşin sıcaklığı yüzünü yakmaya başladığında mini bardaki tüm biralar tükenmişti. Sağa sola yalpalayarak yatağına döndü ve o anda sızıverdi. Tavandaki gölge usulca yatağa doğru alçaldı, Burak ürperdi ve bilinçsizce çarşafı vücudunun üstüne doğru kaydırdı.
Gözlerini tekrar açtığında öğleden sonra dörde geliyordu saat. Sabaha karşı gördüğü rüyanın etkisindeydi ve ‘’ben de seni görmek istiyorum’’ dedi içinden. Şimdi bir süre daha yatağında oyalanacak ve tavana bakacaktı. Tavan beyaz alçıyla kaplanmıştı, tam orta noktadaki avizenin etrafında anlamsız çizgilerden oluşan bir figür vardı, hiçbir şeye benzetemedi. Avizenin şekline hiç dikkat etmedi, gözü sadece tavandaydı.
Bir süre sonra midesinin bulandığını ve guruldadığını fark etti. Oda servisini arayarak çay bardağıyla koyu sade bir kahve getirmelerini istedi. Yaklaşık yirmi dakika sonra kahve geldi. Beklerken başını, yüzünü, ellerini ve kollarını soğuk sudan geçirmişti. Balkona çıktı, bu kahve ile kendine tek bir sigara hakkı tanındığını fark etti, gülümsedi. ‘’Kahvenin üstüne yürüyüş iyi olurdu zaten’’ dedi. Kahvesini içtikten sonra tekrar banyoya girdi ve ılıktan biraz daha sıcağa ayarladığı su ile güzel bir duş aldı. Sarıldığı bornoz ile yatağına uzandı yeniden, çok kalamadı çünkü sigarası bitmişti. Üzerine gündelik bir şeyler giyerek dışarı çıktı. İlk işi bir büfeden dört paket sigara almak oldu, sonra sahile yöneldi. Kıyı boyunca epey ilerledi, yaya yolunun bittiği yerden itibaren yol kenarında yürümeye devam etti. Neredeyse Cunda yoluna varacaktı ki, iyice acıktığını hissederek geri döndü. Terlemişti, bu defa da sıcak suyla duş almaya karar vererek banyoya yöneldi. Bütün kasları gevşeyene kadar sıcak suyun altında kaldı.
Saat Akşam sekize doğru yol alıyordu ki, arabasına atlayarak Cunda’nın yolunu tuttu. Önce liman yakınlarındaki sahil lokantalarından birine geçti. Ana yemek için tercihi orta boy bir çipura oldu. Ara sıcak ve mezelerden karides, kalamar, ahtapot salatası ve biber közleme söyledi. Alkollü içki istemedi, şimdilik sadece su ile yetinecekti. Önden gelen mezeleri yerken, gelen tüm kızarmış ekmekleri ufalayıp denize attı. Yansıyan ışıklardan küçük balıkları hayal meyal seçebiliyordu. Bu defa ortalıkta hiç martı yoktu ama kediler karides, kalamar ve ahtapottan oluşan menüye hayır dememişlerdi yine; ‘’bir de nankör derler’’ dedi içinden… Hiç şüphesiz çipurayı da kedilerle paylaştı. Yemek faslı sona erdikten sonra nereye gideceğini biliyordu, yeni bir hayat bulduğu ‘’Hayat Bahçesi’’nde aldı soluğu.
Bu defa biraz erken gelmişti sanırım, Füsun sahne almamıştı henüz… Bilgisayardan yankılanan dingin şarkılarla içti ilk dublesini. Leman Sam ‘’Rüzgar’’ı söylerken onun kızıl saçlarını düşündü. Bir defa konserine gitmişti, rüzgarla savrulan saçlarıyla büyülenmişti. Leman Sam şarkısını bitirdikten sonra müzik sustu. Füsun parlak kızıl saçlarıyla kapıda belirdi. ‘’ O kadar içmedim henüz’’ diyerek içinden gözlerini kapadı, hafifçe ovuşturdu. Tekrar açtığında hafif göğüs dekolteli, dizlerinin beş parmak üstüne kadar inebilen siyah elbisesi ve kızıl düz saçlarıyla Füsun’u gördü. Gülümsüyor ve küçük sayılabilecek mekandaki masalara göz gezdiriyor, selamlıyordu. Dişleri inci gibiydi, acaba yapma mıydı? Derken mini orkestra çalmaya başladı, Yunanca bir şarkı ile yapmıştı gecenin açılışını; ‘’Eleni’’ ile…
Dün gece masasına yanaşıp mikrofonu uzattığı bu yalnız adamı hemen tanımıştı, gece epey ilerlemişken salona defalarca sorduğu soruyu bir daha sormuştu; yalnız adam ‘’Arkadaş’ı bir daha söyleyebilir misiniz?’’ demişti… Huyu değildi aynı şarkıyı söylemek ama o kadar derinden gelmişti ki bu istek; itiraz etmemiş ve müziğin başlamasını beklemeden başlamıştı şarkıya.
Bir kıvılcım düşer önce büyür yavaş yavaş
Bir bakarsın volkan olmuş, yanmışsın arkadaş
Dolduramaz boşluğunu ne ana ne kardaş
Bu en güzel, bu en sıcak duygudur arkadaş…
Şarkının bu kısmını söylerken yüzü yalnız adama dönük, geri adımlarla yavaşça uzaklaşmış önce; sonra da yine yavaşça yalnız adamın masasına yanaşarak mikronu ağzına dayamıştı.
Ortak olmak her sevince, her derde, kedere
Ve yürümek ömür boyu, beraberce el ele
Olmasın hiç o ta içten gülen gözlerde yaş
Yollarımız ayrılsa bile seninle arkadaş…
Bu kısmını yalnız adam söylemişti, gözlerinde biriken şey yaş mıydı, nasıl böyle buğulu bakabilmişti? İşte yine gelmişti, aynı şarkıyı bir daha ister miydi? Cevabını aramasına gerek yoktu çünkü bu gece için seçtiği ikinci şarkı buydu! Neden böyle yapmıştı, geleceğini biliyor muydu; yoksa koridordan geçip yukarı çıkarken masada oturan adamı görüp böyle mi karar vermişti? Her neyse, müzik çoktan girmişti. Şarkının ilk cümlesini söylediğinde adamın masasına varmış ve elini ona uzatarak ayağa kaldırmıştı bile. ‘’Bir bakarsın volkan olmuş, yanmışsın arkadaş’’ dediğinde sahne ortasında elinden tuttuğu bu adamın dudaklarındaydı mikrofon. Şarkının gerisini Burak söyledi. Yine buğulanmıştı gözleri ama şarkı bittiğinde salondan öyle bir alkış kopmuştu ki, hemen dünyaya geri dönmek zorunda kaldı.
‘’Tebrik ederim, hem bu güzel sesi hem de duygu dolu nefesi’’ diyerek yalnız adamı masasına uğurlamış ama huyu gereği ara sıra masalara mikrofon uzatma geleneğini bu gece biraz abartmıştı. Hemen hemen bütün şarkılarında bir masaya misafir olmuştu mikrofon, en çok da yalnız adamın masasına… Ve tabi sonradan verdiği kararla Zülfü Livaneli’nin ‘’Yalnız İnsan’’ şarkısını söylemiş, yalnız adamın dudaklarının kıpırdadığını görünce hiç tereddüt etmeden masasına yanaşmış ve yanına oturarak devam etmişti şarkıya; bir cümle kendi, bir cümle yalnız adam…
Böylece geçmişti gece ve sahneyi bırakma zamanı gelmişti. Lavaboya yapılan kısa bir ziyaretten sonra salona geri döndü. Masaların çoğu boşalmıştı artık. Her zaman olduğu gibi en köşeleri tutan masalar zevkle muhabbete devam ediyordu, yalnız adam da öylece oturup ağır ağır yudumluyordu rakısını. Önce kalabalık masalara yanaşmış, ayak üstü sohbet etmişti. Çoğu zaten mekanın devamlı müşterisiydi, tanıyordu. Sonra yalnız adamın oturduğu masaya yanaşmış ve tedirgin ama net bir ses tonuyla ‘’Oturabilir miyim?’’ diye sormuştu. Tabi ki oturabilirdi…
Ufuk Bayraktar
____________________________________________________________________________
(*) Zülfü Livaneli ‘’Yalnız İnsan’’ şarkısından…
Resim : Ayvalık, Cunda Adası’ndan görünüm (Liman)