- 592 Okunma
- 7 Yorum
- 0 Beğeni
Biri Şu Anneme Dur Desin- II
-Oğlum, buldum kızı, buldummmmm!
Annemin sesiyle öyle irkilmiştim ki, madensuyu şişesini istemeden dişlemiştim. Küçükken çok defa açacakla açılacak şişeleri ağzımla açma deneyimim olduğu için artık ustalaşmıştım. Dişlerimin herhangi bir şok onunda belli bir mm derinlik dişlemeyle, şişenin çeneme uygulayacağı mukavemeti dengeleyeceğini artık iyi biliyordum. Babamla göz göze geldiğimizde, garibanda da farklı bir heyecan vardı.
-Oğlum hadi hadi, anneni söyletmeden geç yanına.
Esasında babamda kızı merak ediyordu, ama daha fol yok yumurta yokken, tedbirli bir heyecan yaşamaya çalışıyordu. Mesleği itibariyle de, yıllarca insanlara şüpheyle yaklaşımı sonucu, kimseye tam olarak inanmıyordu. İnternetten resmine bakacağımız bir kız içinde böyle düşüneceğini tahmin ediyordum.
Annemin yanına gittiğimde, parmağıyla bir profil resmini öyle gösteriyordu ki; led ekranlı monitörün içindeki sıvının patlayacağını düşünmeye başlamıştım. Yaşlı kadının heyecanı beni de heyecanlandırmıştı. Altı üstü resmine bakacağımız bir kızdı, ama bu konuda o kadar şevkliydi ki, benim durgunluğumu da üzerimden atmıştı. Zamanında benim de kız arkadaşım, sevgilim olsun dediğim günlerim olmuştu, fakat her defasında yalancı bir aşk duygusuyla acı tartışmalardan başka avuçlarımda bir şey kalmıyordu. Ağlamak mı? Kızlar bunu daha iyi beceriyordu.
Monitöre doğru yaklaşırken, içim kıpır kıpırdı, ama bunu anneme belli etmemeye çalışıyordum. İnsan ne yaparsa yapsın, böyle konularda istemeden de heyecanlanabildiği için, kendimi sıkmaya başlamıştım. Ekranda ki resme baktığım an ise, tamamen hayal kırıklığına uğramıştım.
3 cm karelik yerde, iki bayan samimi bir şekilde poz vermişler ve ben şaşkınlık içerisinde neyin ne olduğunu anlama uğraşındaydım. Hangisiydi, kimdi, ya bu muydu yani?
-Anne, Allah aşkına hangisi Cemre?
-Bu işte oğlum, bak pembe bluzlu olan.
-Bunun ne olduğu dahi anlaşılmıyor, kavanoz gibi güneş gözlükleri var.
-Baksana canım, ne hanım bir kız…
-Çoook anne, çoook! Hiçbir şey belli olmuyor ki!
-Oğlum, öyle deme lütfen. Baksana zarafete, güzelliğe…
-Gözünde büyütmüyorsun değil mi sen bu kızı?
-Niye öyle olsun canım ya, hem söylediklerine göre…
-Ya kim ne söylüyor? Ben bu dünyada kime inanıp bir şey yapsam, işlerim daha kötü oldu,
psikolojik olarak çöktüm hep.
-Aaa, annene güvenmiyor musun sen ya?
-Güvenmek farklı, burada başkasının sözüyle iş yapıyoruz.
-Ya oğlum, bizim Mevrune hanım vardı ya, geçen telefon açtı. Bu kızın annesini
tanıyormuş, bir övdü ki annesini…
-Annesini mi alıyoruz anne, kızı mı?
-Anasına bak kızını al demişler yavrum.
-Yaaa, bu zaman da öyle şeyler kaldı mı hala?
-Yapma canım ne olur böyle! Hem deneyeceksin sadece, ben senin iyiliğini düşünüyorum.
-Ya yine fiyasko olursa çoğu şeyim gibi?
-Sonunda ölüm mü var canım, kırma beni, üzmede; sadece dene!
-Tamam tamam, deneyeceğim, ama sırf seni kırmamak için, tamam mı?
-Oyy kuzum benim, canım oğlum…
-Dur ya, yatsıyı kılmam için abdest mi aldırıyorsun bana?
-Ne oldu yavrum?
-Su içinde bıraktın yüzümü, hadi hadi artık sen bir gün ayarlarsın, bakarız, görüşürüz.
-Ne günü?
-Buluşmak için, kıza da haber verirsiniz, kabul ederse görüşürüz bir gün.
-O iş tamam canım…
-Nasıl tamam ya?
-Bugün Salih’e telefon açtım. Dedim ki, halacım, Orhan abin için bir iyilik yapman lazım..
-Ne yaptın anne sen yaaa!
-…sonra bir çiçekçiye gönderdim onu. Parasını sen ver dedim, ben Orhan abinden alıp sana
veririm dedim sonra. Göndermiş güzel güzel kırmızı güller…
-Kırmızı gül mü? Bari benden habersiz iş yapıyorsun, yaparken de düzgün yapsaydın!
-Ne, ne oldu canım, yanlış bir şey mi yaptık?
-Yok, yok da; fikrimi danışsaydın keşke!
-Kabul etmezsin diye sana söylemeden gönderttim çalıştığı yere.
-Kızın adamakıllı resmi yok, tanımıyoruz bile, çalıştığı yeri biliyoruz ve adını, soyadını.
Kırmızı gül gönderip, birdenbire alevsi bir âşık havası vermenin lüzumu var mıydı? Bu
zamanda kızların gözü öyle açılmış ki anne, çiçek dilidir, yoksa gönderilen mesaja kadar,
hepsine bir kulp takabilirler. Kırmızı güller sence normal mi? Ne bileyim insan papatya ya da
nergis alır gönderirdi! Goncasından göndersen, hadi yine gençsin, güzelsin manasına
gelirdi de, neyse ya! Allahtan ıhlamur filan göndermemişsiniz…
-Kötü mü yaptım yani şimdi?
-Ya üzülme, ya saçmalama anne ya, ağlama lütfen!
-Özür dilerim oğlum.
-Anneee…
-…
-Ya kime diyorum?
-…
-Gel bakayım sen buraya, ağlama diyorum, sil şu yaşlarını…
-Affet oğlum, yanlış yaptıysam…
-Olanı değiştirebilme imkânımız var mı anne, olsun, kız da sevinmiştir güllere.
-Sevinmiştir değil mi?
-Tabi canım, üzülme sen.
-Bir şey daha var canım.
-Ne anne, bugün her türlü sürprizi kaldırabilirim artık.
-Gülme annene. Şey diyecem…
-Ne?
-Yarın için öğleden sonra size buluşma ayarladık.
-Nasıl yaaa?
-Annesiyle telefonda görüştüm. Tamam dedi, gençler konuşsunlar, anlaşsınlar dedi.
-Daha neler çıkacak bakalım!
-Yok oğlum, daha ne olacak?
-Dahası mı var anne?
-Kırıyorsun anneni…
-Kız ne demiş?
-Güller galiba işe yaramış mı ne, evet demiş oğlum…
-İyi gideriz, kaçta nerede, nasıl tanıyacağız adam gibi birbirimizi?
-Hünkâr’da, Yeşil Caminin altında var ya…
-Biliyorum…
-Saati de size kalmış artık!
-Nasıl yani?
-Telefon numarasını aldım kızın, yarın açacak oğlum dedim, tamam dediler.
-Süpersin anne, vallahi de billahi de ancak bu kadar olur.
-Ne oldu yine?
-Sen okusaydın herhalde seni Amerika kaçırırdı ülkesine. Beyin göçü bahanesiyle…
-Aaa, bir oğlum var canım, onun için uğraşmayacak mıyım?
-Tamam annecim, tamam. Bugün bu kadarı yetti galiba, yorgunum, ben yatayım en iyisi.
-Oyyy yavrum, yat yat, yarın yorulacaksın nasıl olsa!
-Anneeee!
-Ne?
-Gören de yani…
-…
Annemle uzun bir sohbetten sonra gerçekten de düşündüklerim beni yormuştu. Mübarek annem her şeyi ayarlamıştı ve son dakika itibariyle her şeyden haberim olmuştu. Aslında mutluydum, benim uğraşacağım fazla bir şey yoktu. Üstümü giyinip, tıraş da olduktan sonra kızın yanına gidecektim. Yok kızı çağıracaksın da, kabul ettireceksin de, etrafında bin tur atıp onu etkileyip yemeğe çıkartacaksın da, hiç de öyle zorlamalara girmeyecektim. Her şey yaşlı kadın tarafından ayarlanmıştı, kafam rahattı.
Resimde gördüğüm gibi pembe miydi üstü, bu muydu ya o acaba? Bu kadar güzel miydi bu kız? Allah Allah! Kulağına yasladığı telefonla birini bekliyordu. Benim de kulağımda telefon, birbirimizi bulana kadar böylece konuşuyorduk. Ama gülmekten başka adamakıllı konuşamıyorduk dahi. Evet, biraz önce espri yapmıştım.
-‘Şimdi gülüyor. Bana gülüyor bu. Bana gülüyor, evet bana bana! Ama ya o değilse? Ama tam da buluşacağımız yerde bekliyor? Başkası da bu saate gelebilir ama! İki buçuk milyonluk şehirde bir olasılık mı sadece? Ne diyorum ben, ne saçmalıyorum?’
Farkında olmadan iyicene saçmalamaya başlamıştım. Cemre’nin simsiyah saçları beline kadardı. Ama resimde sarıya yakın saçları vardı. Boya mı yaptırmıştı acaba? Kuaföre gidip su dalgası yaptırdığı belliydi. Zavallıydı, benim için mi süslenmişti bu kadar? Ah zavallı kızlar! Güzelliklerini erkeklere ispatlamak adına ne uğraş veriyorlardı. Oysa buluşmaya gelmeden önce sadece bir duş alıp, bir de tıraş olmuştum. Güneş tahriş ettiği içinde yüzüme krem sürmüştüm. Bu kadar basitti benim hazırlanmam. Ama ya Cemre, ya kızlar?
Telefon hala kulağımda, bana güllerden bahsediyordu. Çok teşekkür ediyorum filan ayağına yatarken, ayakkabısına baka baka ona yaklaşıyordum. Sadece dinliyordum ve kendi kendine bir şey anlatıyordu. Hafif bayır çıktığım içtiğim nefes nefese kalmıştım.
Arkasına geldiğimde, hafifçe omzundan dokunmuştum. Telefonu kulağında tutarken, şaşkın bir şekilde arkasına dönmüştü. Göz göze geldiğimizde, ben gülüyordum. O ise şaşkın şaşkın bakmaya devam ediyordu.
‘Şaşırdın’ demiştim kısık bir sesle. ‘Evet’ diyebilmişti sadece. Gülüyordum. Cemre yarım saattir telefonda konuştuğu ve görmediği birisini ilk defa gördüğü an ki şaşkınlığı üzerinden atmaya çalışırken, ‘Hadi geçelim içeriye’ diyebilmiştim.
Simsiyah gözleri vardı, simsiyah ve derin bakışları olan. Hoş bir kızdı, güzeldi de. İlk görüş de alınan elektrik çoğu zaman ilişkileri devam ettirirdi, ama ya o ne düşünüyordu benim için? Şüphelerimden uzaklaşmak için ne yapıp, ne edip sormalıydım.
Sandalyeye oturması için, ondan önce davranıp, sandalyeyi geriye doğru çekip, oturmasını sağlamıştım. Teşekkür ederken hafiften gülümsüyordu. Gamzelerinin belirgin oluşu, Cemre’yi daha güzel gösteriyordu. ‘Güzel bir başlangıç olsun inşallah’ dediğimde, gülmüştü yeniden. Her şeyi bir an içinde yapma alışkanlığım karşısında zorlanıyordum. Sabırlı olup, Cemre’yi ürkütmemeliydim. Aklımdan bunları düşünürken, birden aklıma annem gelmişti. Galiba sabırsızlığımızın bir yönü de birbirimize benziyordu.
Garsona sipariş vermek isterken, ne içersin dediğimde, gülümseyerek ‘Türk Kahvesi olsa iyi olur Orhan, sen de seviyormuşsun galiba’ dediğinde, şaşkınlıktan ne diyeceğimi bilememiştim. Annem bu kadarını da yapmış mıydı?
Müzik ortamı iyicene romantik yapıyordu. Zaten duygusallık yaramıyordu bana, bir de arkadan ’Sihirli Ay’ hafiften çalmaya başlayınca, bir garip olmuştum. İki orta şekerli kahve usulca pişerken cezvesinde, Hünkâr’dan sonra beraber Cemre’yle ne yaparız diye düşünüyordum. Aslında acıkmıştım, kahveyi yemek yedikten sonrada içebilirdik, ama gelmiştik bir kere.
‘Gözlerimin içinde acaba ne görüyordu, güzel bir kız mı?’ diye düşünüyordum. Cemre gerçekten hoş bir kızdı. Benim güzellik ölçütlerim içinde rahatsız edici bir şeyi de gözükmüyordu. Bu kısmı geçtiğim için, artık ruhunu tanımam gerekiyordu. Nelerden hoşlanıyor, nelerden hoşlanmıyordu, hepsini bilmeliydim. Ama daha birkaç dakika önce ilk defa gördüğüm birine karşı yavaş hareket etmeliydim. Eğer bu buluşmanın devamı gelirse, nasıl olsa zamanla birbirimizi tanıyacaktık.
Cemre’nin gözlerinin sımsıcak bakışları karşısında iyicene koyun gibi yumuşamışken, Cemre’nin bir yere doğru baktığını ve yüzünün garipser bir hal aldığını fark etmiştim.
-Ne oldu Cemre, rahatsız edici bir şey mi gördün?
-Yok, yok da, bir kadın bize doğru bakıyor sanki!
-Nasıl yani?
-Şu masada.
Parmağıyla gösterdiği masaya baktığımda, ‘Bu kadarı olmaz!’ demiştim. Annem, nereden bulduysa artık, gözlerine taktığı güneş gözlükleriyle bizi izliyordu. Elinde de masadan aldığı gazete vardı. Gazetenin spor gazetesi olması, onu daha garip göstertiyordu. ‘Anne, senin burada ne işin var Allah aşkına?’ dediğimde, Cemre’de şaşkınlıktan elini ağzına götürmüştü. O da inanamamıştı, ben hiç inanmıyordum. Bu kadarını da annemden beklemiyordum.
-Oğlum kalk, kalk oğlum, kalk su içinde kalmışsın, terlemişsin!
-Ne oldu anne?
-Oğlum su içinde kalmışsın, rüya gördün galiba!
-Anne, burada mısın, rüya mıydı hepsi?
-Ne oldu oğlum, hayırdır kötü bir şey mi gördün?
-Ohhh, Allahım ya! Şükür rüyamış hepsi.
-Ne gördün rüyanda?
-Cemre ile buluştuğumuzda seni görmüştük de..
-Ne??? Rüyanda Cemre’yi mi gördün, onu mu düşünüyordun?
-Anneee! Bir atlet ver de üstümü değiştireyim…Gece gece, hem senin ne işin var burada?
-Oğlumun yanına gelip, öpmek istedim. Olamaz mı?
-İyi iyi. Rüyam da dahi ne hale getirdin bizi!
…
YORUMLAR
Yine çok keyifli ve güzel bir yazıydı. İyi ki yazıyor ve paylaşıyorsun. Kutlarım. Selamlarımla.
HakkınSesi
Çok teşekkür ettim..
Hürmetle, selamlar...
:)))
kesinlikle çok şeker bir annen var hayran oldum:)
o kadar keyifliydi ki anlatamam..
geçen sefer de dediğim gibi annenin ellerinden öpüyorum.
bir erkek evlat annesi oluşunun hakkını veriyor maşaallah:)
eyvallah:)
HakkınSesi
Kötü bitecek ama sonu...Haber vereyim de:)
Fazla uzatılası değil, sıkılıyorum sonra:)
Hürmetle...Şen kal..
HakkınSesi
Hürmetle..Hayırlı Ramazanlarınız olsun...
:))
Sen bittin Hakkı.Bak buraya yazıyorum....
Senin bişey yapmana lüzum yok bence.Halvet gecesi gelince annen sana haber verir...
Ha bu arada neden ıhlamur göndermemeliymiş.Anlamı ne o la ki?:)
HakkınSesi
Yok, bakalım her şeyin bir bedeli var...
Sonu kötü bitecek gibi:))
Hürmetle her daim...
Ülviye Yaldızlıı
Gaddar kardeş:)
HakkınSesi
Bi öykü daha yeter olacak sanırım bu seriye:)
Hürmetle..
HakkınSesi
teşekkürler büyüğüm..