- 2345 Okunma
- 21 Yorum
- 0 Beğeni
ŞURADA BİR CEVİZ AĞACI OLAYDI
Ceviz Ağacıma
Acelem vardı yine benim. Koşar adım geçtim sokakları. Topuk seslerim karıştı insan avazlarına. Gözlerim bir adım önümde. Çarptıklarıma bile dönüp bakmadım. Söylendiler arkamdan. Duydum da duymadım.
“Kaç” dedi içimden tanıdık bir ses. “Kaç yıkılacak bu şehir az sonra.”
Taşlardan hep korktum ben. Serttir onlar, duygusuz ve de soğuk. Ezilmek vardı gurbetin bilinmezliğinde. Annem arardı beni sonra. Katmer katmer çilenin altında buldukları saç telimi gösterirlerdi ona. Kuzgun karası kederimden tanırdı beni. Ağlardı dizlerine vura vura. Duyar da seslenemezdim. Taşlardan beter ezerdi beni anne çığlığı. Babamın bıyığı düşerdi hiç olduğumu duyunca. Cebinden mutsuz günler dökülürdü. Kahvede beni anlatan bir gazete koyarlardı önüne. Adım tam yazılmış, soyadımda tek bir harf. Tanırdı beni yine de. Kimde var böyle kederli bir ad? Gece haberlerinde bir kadın kentin altında kaldı derlerdi. Mütahitler yayına bağlanır “Biz bir şey yapmadık” diye yemin ederdi. “Tuğlasızlıktan yıkılmadı bu şehir. Çekerinden fazla ah yüklediler kubbesine.” Bir de sert bastığım topuklarıma bulurlardı kabahati.
Denize doğru yürümeli. Çabuk çabuk. Arkandan dev bir yalan koşuyorcasına. Dilimde söylene söylene yuvarlanmış bir türkü. Fukara bir umut kesesi elimde. Kaç kızım, hayat seni arıyor bütün kuytularda. Bir yakalarsa alnından öpecek. Çok yaşayacak, ağrılar içinde öleceksin.
Hangisi doğru bilemedim. Kent yıkılacak mı, yoksa hayata mı yakalanacağım?
Yoruldum. Salyangoz yazılarıyla dolu bir duvara yasladım yekûn varlığımı. Karıncalar geçti üzerinden, öteden beriye. Kıpırdamadım. Ta uzaklardan bir çınarın yaprağı düştü önüme. Tanımış gibi baktı ayaklarıma. Geriledi sonra. Yola düştü. Bir çöp kamyonunun tekerine yapıştı. Döne döne ezildi, gördüm.
Caminin mikrofonuna vurdu bir el. Bekledim ezan okunsun diye. Yatsı olsun, kıvrılıp yatayım şu duvar dibine. Yoruldum, evim bin yıl kadar uzak. Az sonra kent yıkılacak. Bari uyurken gelsin ölüm. Duymayayım kalbimin kırıldığını. Gözümden akmasın muradım.
İmam adımı okudu minareden. Döndü bana baktı ahali. Bildiler beni. Kimde var böyle ayrık bir ad? Hepsi birbirine benziyor, bir benim ellerimde kalem kokusu. Sevmediler beni. Gizli yanları vardı, örttükçe aşikar olan. Ya görüp yazıverirsem akıllarından geçen cinayetleri? Şu tombul teyzeyi mesela. Ya biliverirsem tüpün arkasına sakladığı paraları? Bir takvim yaprağında okuyuverirse kocası, haftaya allı basma alacağını? Alnından damlayan ter ile boğmaz mıydı onu? İki de mahzun bakış saplamaz mıydı bağrına? Ya şu fesinin altından yarım yarım bakan adam…Hiç ister miydi bir lanet kalemin bilmesini, içinden geçen cinnetleri?
Sevmediler beni. Bir halka oldular önce etrafımda. Sonra çekildiler geri geri. İşaretlediler beni ama. Bir daha karşılaşmamak için gözlerimle. Karşılaşsalar da temkinli şeyler düşünmek için. Beklemediler. Belki güzel bir şeyler diyecekti benim için imam. Belki unuttuklarını hatırlatacak bir periydim, alınlarına güzel günler çizecektim.
İyi ki gittiler ama…Kent yıkılacaksa eğer, onlarla kalmak istemezdim altında. Acıtırlardı beni kalem koktukça ellerim.
İmam konuşmadı daha zaten. Bir adımı demeyle, koca bir deniz kulağı oturdu boğazına. Dalga sesi duyuldu minareden. Bir de ağladı küçük bir denizkızı.
Doğruldum; yaslandığım duvarda kaldı tenim. Sırtım üşüdü. Söküp alayım dedim gölgemi duvardan, karıncaların çoktan sırtlayıp götürdüklerini gördüm gölgemi. Ne işinize yarar dedim, sıcakta bile titreyen bir gölge? Döndü baktı en öndeki. “Dut silkeleyeceğiz” dedi, “Gölgeni açacağız çul niyetine.”
Ağlayacaktım, vaz geçtim. Pekmezi severim ben.
Saate baktım. Deniz vakti. Vapur bekliyor iskelede. Güvertede bir adam halatı sallıyor. Beni bu kentte bırakmakla tehdit ediyor. Biri de küpeştede. Küçük bir deftere yalanlar yazıyor. Miyopum ama gördüm. “Çağırdık gelmedi” diyor. Omuzlarımı silkmişim hem de. Oysa ben hep sevdim beyaz giyenleri. Onlar tertemizdir sandım hep.
Boynumu büktüm.
Ama biri ne güzel seslendi arkamdan. Döndüm baktım; tükenmez kalem satan bir dede. Eliyle ta öteleri gösterdi. Yedi iklim ötede, sırtı bana dönük bir sokak ressamı. “Bak seni çiziyor, bir gülsene şöyle” dedi dede. İnanasım geldi ona. “Arkası bana dönük ama” demeyesim geldi. Güldüm. Eğer gerçekten yıkılacaksa bu kent, son şeklimi gülerken bilsindi annem.
Dede yaklaştı bana. Bir tümseğe takıldı yırtık ayakkabısı, boynuna taktığı kalem tablası titredi. Bir kenara yığıldı kalemler. Baktım tablada bir kitap. Üzerinde adım var. Bir de gülen bir resmim. Az önce gördüğüm göbekli hanım teyze ve aklından cinnetler geçiren yarım bakışlı adam da kitabın kapağında. “Ağlama sakın” dedi dede. “Gökyüzü seni seviyor, bir gülsene söyle.”
İmam geçti aramızdan. Kulaklarında deniz kabukları. “Doğru” dedi. Sonra silinip gitti sokak ötelerinde. Ben ona küsmüştüm oysa.
Yüreğim ne kadar sesli konuşuyordu böyle. Duyacaklar diye avuçlarımı örttüm üzerine. Parmaklarımı sıyırdı geçti kelimeler. Öptüler kalem kokulu parmaklarımı, birer birer.
Kaldırdım başımı denize baktım. Vapur boydan boya yırtmış denizin entarisini. Altına giydiği beyaz içliği görünüyor. Ne güvertede biri var, ne küpeştede. Korktum, ne yalan söyleyeyim. Tanıdık bir tek zil olmayan bu kara kentte, artık biriciktim ben. Biricik hüzün, biricik isyan, biricik kalem kokulu.
Topladım bacaklarımı, yürüdüm. Saat sekiz yönünde. Hangi zamandayım ben? Hicri altı Ramazan, Rumi yirmi dört Temmuz, Hızır doksan üç. Hiroşimaya bomba düşmüş az önce. Günler iki dakika kısalmış. Bu gece doğuranlar yarın oğullarına Baki, kızlarına Bakiye koyabilirmiş. Yemeklerden imam bayıldı, ekmek kadayıfı ayran çorbası yiyebilirmiş acıkanlar. Rüzgar kuzeybatıdan esecekmiş. Kent yıkılacak az sonra. Bunu yazmıyor takvim yaprağı. Onu da yarın yazacak.
Kent çok arkalarda kaldı.
Ben bir takvim yaprağı okuyana kadar. Çok mu hızlı yürüdüm? Geri geri mi gitti şehir? Yol kenarında yaşlı bir dilenci kadın gördüm. Elini arkasına doğru uzattı. Arkasında açtı avcunu. Hepsi yalancı bunların. Kimseye inanmıyorum artık ben. Geçip gittim önünden. Birkaç tane ben çıktı benden. Tükürdüler yüzüme. Hepsini çiğnedim de geçtim. Dilenci son kez bağırdı arkamdan: “Güldür yüzümü!”
İşte bu dokundu içimdeki anneme. Oturduğu yerde kaşlarını çattı. Elindeki şişi salladı bana. Sonra yalnızca ikimizin bildiği bir şey söyledi. Bir şey…Kimse bilmez…Bir ikimiz bilir, bir ikimiz ağlarız bir şeyimize. Geri döndüm. Gittim öptüm yaşlı dilenciyi. Buruştu yanakları gülerken. Arkasından çıkarttı ellerini. Baktım avcunda bir ceviz. “Al” dedi. “Yüz yıldır seni bekledi.”
Bir ceviz. Ne kadar güzel duruyordu sertliği. Ne kadar yumuşak çizgileri vardı. Acıktım ama yemedim onu. Temiz bir toprak buluncaya kadar yürüdüm. Tam işte burası dediğim yerden riya fışkırdı. Ya da kurak çıktı kıraçlar. Adım attıkça kökleri çıktı cevizin. Bilek damarımdan yüreğime uzandı kökleri. Biraz daha dursaydı elimde, dev gövdesine takılı bir portre olacaktı bedenim.
Arkama dönüp şehre baktım. Ufuktan buyana bir kara gölge çöktü çatıların kahverengi kiremitlerine. Kuşlar bana doğru uçtu. Karalı aklı kuşlar…Daha yürüyemedim. Oracığa oturup, bir elimle toprağı kazdım. Cevizli avcumu soktum çukura ve örttüm tekrar üzerini. Şehirden seslendi bir adam: "Dur, bu kentte ceviz dikenleri asarlar!"
Bir şiir okudum. Bir dua ettim. Bir kere gülümsedim. Uyudum sonra.
Burnuma kelebek kondu. Açıp kapattıkça kanatlarını, rengarenk tozları kirpiklerine yapıştı. Hapşırdım. Uyandım. Kent karşıda dümdüz. İskele vapur dolu. Bütün zillerde annemin adı. Başımda yumuşak bir hışırtı.
Tükenmez kalem satan dede seslendi şehirden. “ Gökyüzü seni seviyor. Bir gülsene şöyle.”
Kaldırdım başımı gökyüzüne.
İki elim koynumda. Kalbimi dev bir ceviz ağacına yaslamışım. Kara kuşlar ve ak kuşlar toplanmış dallarında. Güneş, müsaade ettiği kadar dökülüyor yüzüme.
***
Anlatsam inanır mıydınız parmakları kalem kokan bir çocuğun masalına?
Hicri yedi Ramazan, rumi yirmi beş Temmuz, hızır doksan dört.Gece oldu anne, hadi üstümü ört…
...ENGİNDENİZ...
Öyküyü yazdığım dört saat boyunca, hiç yorulmadan aynı şiiri okuyarak bana eşlik eden sevgili Nebiha Muradi’ye teşekkür ederim.
YORUMLAR
Hayata yakalanmak!
Bana ne çok şey anlattı Aynur...
İlham annesine ayrıca sevgimle...
Aynur Engindeniz
Sevgilerimle güzel dostum...
Her öykünüze aynı şeyleri yazıyorum ama MÜTHİŞ ne yapayım, benim suçum yok:)
Hep bir sonraki öykünüzü bekliyorum merak ve heyecanla.
Kutladım çok.
Selam ve sevgimle.
Aynur Engindeniz
Düşüncelerinizle birlikte ben de gezintiye çıktım. Duygu yüklü bir yazı. Kişinin ruh halleri devamlı değişen dünyaları...
Yürekten kutluyroum, Sevgiyle kal...
Aynur Engindeniz
Aynur Engindeniz
Bu mükemmel bir öyküydü sevgili AYNUR
Dolu dolu gözlerim
içinde annem var
içinde her sokağa çıkışımda ayaklarıma takılan taşlar var
içinde her ezan duyuşumda sarsılışım var
içinde ceviz ağacı ki kökleri metrelerce etrafa dağılmış, gölgeliğinde bir sürü sofralar kurulan, altında bir adam yan gelmiş yatmış. Gözleri kısık yeşil, ne düşünürdü hiç bilemediğim...
Ağlatacaksın az kaldı.
Tekniğine gelince, nefis bir anlatım. Ah su gibi aktı yanan bağrıma. İlk defa okuyorum sanırım bir yazını, müptelası olurum artık. Siz nesirciler, hayran bırakıyorsunuz kendinizi bana. Şiirlere takılalıberi ne çok güzel kalemi unutuyorum. Bu büyük bir eksiklik benim için.
Tebrik ediyorum tüm içtenliğimle, yüreğimle...
BİR DE İZNİNLE AŞAĞIYA ALDIĞIM ŞU BÖLÜM VAR YA MÜTHİŞŞŞ MÜTHİŞ.......
"İmam konuşmadı daha zaten. Bir adımı demeyle, koca bir deniz kulağı oturdu boğazına. Dalga sesi duyuldu minareden. Bir de ağladı küçük bir denizkızı.
Doğruldum; yaslandığım duvarda kaldı tenim. Sırtım üşüdü. Söküp alayım dedim gölgemi duvardan, karıncaların çoktan sırtlayıp götürdüklerini gördüm gölgemi. Ne işinize yarar dedim, sıcakta bile titreyen bir gölge? Döndü baktı en öndeki. “Dut silkeleyeceğiz” dedi, “Gölgeni açacağız çul niyetine.”
Kalemine ve yüreğine hayranlığım / sevgilerimle
Aynur Engindeniz
Sevgiler çok çok...
Kalimera.
Bu yazının satır aralarında, sanki bir önceki “ÖYLESİNE BU KEZ” isimli yazının hiç de öylesine yazılmadığının şifreleri gizli. Şifreleri çözüyorum, çözüyorum, nahlet gitsin bu sefer Pin kodlarına takılıyorum.
Fırtına dinmiş, bırak hasar tespit çalışmalarını, faaliyete bilem geçilmiş. Bu arada Nebiha hanımın Guines Rekorlar Kitabına girmeye aday hareketi ayrıca takdire şayan.
Tebrikler, saygılar, selamlar
Bedri Tokul
MUTLAKA SEN OLURSUN AĞYAR....
SELAMLARIMLA....
Aynur Engindeniz
Teşekkür ederim İsmet Abi. Saygılar.
Kalem kokan ellerinizin ruhlara dokunuşunu okudum. harükuladeydi diyeceğim ama o da az gelecek. Tebrikler Aynur hanım.
Aynur Engindeniz
Aynur Engindeniz
Gezgin bir ruhun, sokak sokak dolaşması gibiydi bu yazı. Ben de dolaştım yazarla birlikte.
Tebrikler sevgili Aynur.
Aynur Engindeniz
Emine UYSAL (EMİNE45)
Düşüncelerinizle dolu bir denizde serinledik yine. Zaman tam da o zamandı anlaşılan. Biraz konuşkan içinde, biraz suskun dışında. Gözler en büyük kalabalığın ortasında çocuksu bir telaşla katlanıyor yalnızlığa. Dedim ya zaman o zamandı... Kapısız kalmıyordu düş odaları...
Tebrikler, yine çok güzel ve keyifli bir paylaşımdı.
Aynur Engindeniz
Aynur Engindeniz
Sürükleyen ,zaman zaman içinde beni de bulduğum ,güzel bir anlatımdı.
Zaten öyküyü okuma nedenim de ceviz ağacıydı.
Ceviz ağaçları büyüttüm. Ellerimle toprağa özenle yerleştirerek.
Hiç biri yok şimdi , Ağaçlarım öldü,insanlığımızla birlikte.
Sizi kutluyorum.
Aynur Engindeniz
labirentler arasından çıkış hamlelerinin insandaki ruh halleri..birebirlik.....haklısın nebihada cevher hat safhada...şimdi onun şiirine dönüyorum usta....saygılar
Aynur Engindeniz
Demek bunları düşündün o gün...
Halbu ki bende var idim yanında...
Koca dalgaların arasından ara ara yüzüne serpişen su damlasıydım.Ama ağladığını görmedim...Yüzüne bakmıyordum ki.Yüreğindeyken pek bakmam yüze...
Tarzım değil...
Sahi ben ağladım ama...Bir şey koptu içimden...Bilmiyorum ne ama ? Bir bağ hissettirdi .Köprüydü onun adı.sevgi köprüsü.İçten candanlık köprüsü...
Sevgimle her vakit olduğu,daim olacağı gibi...
Aynur Engindeniz
Sevgiler güzel kalbine.
Kalem kokan ellerin hep yazsın. Harikuladeydi. Kutlarım. Sevgilerimle.
Aynur Engindeniz
Çıkmazda olan bir insanın ruh halinin gözlemini yapmışsınız...
Doğrusu; dramatik olmasına rağmen çok hoşuma gitti...
Gününüz aydınlık olsun.
Selamlar...
Aynur Engindeniz
Aynur Engindeniz
Aynur Engindeniz
Bir de alnından öptü yine öykücüsünü...