- 1946 Okunma
- 13 Yorum
- 0 Beğeni
Dört kişilik mutluluk !
Göğsünde şiddetli bir ağrıyla uyandı genç kadın. ‘’Ne kadar da soğuk ! ‘’ diye geçirdi içinden. Gözlerini açacak takati yoktu. Yüzünde ‘’ çarşaf’’ diye tahmin ettiği bir bez hissetti. Tanımlayamadığı bir şekilde kötü kokuyordu çarşaf. Ve gözünü açmasa bile ışığı kesen bir şeylerin varlığını hissedebilirdi kapalı gözkapaklarının ardından. Öyle bitkindi ki düşünebildiğine bile şaştı bir an . Kaba ve aksanlı konuşmalar duymaya başladı sonra. Yetişkin erkek sesleriydi bunlar:
- Burayı biraz ısıtsak mı acaba.
- Olur mu! İyice kokarlar sonra. Baksana şu sedyedeki kokmaya başlamıştır bile dışarıda.
- He yaa! Onu koyacak bir çekmece boşalmadı de mi daha?
- 12 numaradakini bugün gelip alacaklardı. O gelirse belki. Diğerleri yarın, öbür gün alınacak.
- Ne insanlar var!
Genç kadın zaten buz gibi olan ortamda kaskatı kesildi birden. Çalışan tek yeri, beyni de durmuştu sanki. Ona saatler gibi gelen bir zamanda yavaş yavaş idrak etmeye başladı olanları. Morgdaydı ! Kalp krizi geçirdiğini hatırladı sonra. Ve öncesini …
…
Bir gün önceki sabah saatlerine gitti…
Amerika’daki okulu Bahar Şenlikleri nedeniyle 10 günlük bir tatile girince fırsatı değerlendirip Türkiye’ye, ailesini görmek için yola çıkmıştı. Ne de çok özlemişti annesini, babasını ve 2 ay sonra askere gidecek olan erkek kardeşini. Kelebekler uçuyordu hassas kalbinde. Kalbi delik doğmuştu Ferda. Çeşitli operasyonlardan geçmesine rağmen tam olarak sağlığına kavuşamamıştı. Çok çabuk yoruluyordu. Ama bu heyecan iyi gelmişti ona. Kanatlanıp bir an önce uçmak istiyordu doğduğu topraklara. Bilet gişesinde işlemlerini tamamlayınca kenara çekildi ve yerini arkasındaki kişiye verdi nazikçe. Sıradaki adam inanılmaz bir panik içerisindeydi. Elleri titriyor, alnından terler boşalıyor gözleri alev alev yanıyordu. Ağlamaklı bir sesle :
- Turkey please ! diyebildi zorla.
Gişedeki görevli kız yer kalmadığını, son biletin de az önce satıldığını söyledi kendi dilinden. Genç adam daha da panik oldu. Dizleri vücudunu taşıyamıyor gibiydi . Son bileti kimin aldığını sordu. Gişedeki kız gözleriyle Ferda’yı işaret ederek; ‘’Miss Ferda Türkeli’’ dedi. Adam Ferda’ya döndü ve yalvaran bir sesle:
- Siz de Türk’müşsünüz. Ne olur yardım edin. Yerinizi bana verin . Bugün mutlaka gitmem gerek. Benim için çok önemli.
- Benim için de çok önemli beyefendi. Bu fırsatı kaçırırsam bir daha kim bilir ne zaman giderim.
- Bakın, anlamıyorsunuz… Ücretin iki katını öderim. Ne olur yarınki uçakla gidin.
- Yalnız ben miyim kardeşim bu uçağa binecek olan. Gidin başkalarına da sorun.
Adam yılgın gözlerle çevredeki diğer insanları süzdü. Önce en insaflı görünenlere sordu. Türk olanlara daha çok yalvardı. Ama, kafası kesilmiş bir tavuk gibi salonun ortasında bir oraya bir buraya çırpınmasına rağmen kimseyi ikna edememenin hüsranıyla tekrar genç kadının yanına döndü. Son bir kez yalvardı yine çakmak çakmak gözlerle. Ama nafile. Genç kadın vicdanı sızlamasına rağmen oldukça kararlıydı.
Vakit geldi ve Ferda uçağına bindi. El çantasını yerleştirdi.Pencere kenarındaki koltuğuna kuruldu. Dışarıya bakarken aşağıdaki adamı düşündü. Ne derdi olduğunu bile sormamıştı. Öğrenirse vicdanına yenileceğini ve yerini vereceğini biliyordu çünkü. Adam da söylememişti nedense. Yine de onun için ‘’Umarım sorun her neyse hayırlısı olur’’ diye iyi dilekler geçti içinden.
Gözlerini kapattı. Uymak istemiyordu. Sadece yol boyunca geçecek zamanı sevdiklerini düşünerek, onlarla karşılaşmanın hayalini kurarak geçirmek istiyordu. Önce babası geldi gözünün önüne. Emeklilik ikramiyesiyle, yıllardır hayalini kurduğu otomobili almamış, kızını Amerika’ya okumaya göndermişti. Annesi evlerinin bitişiğine inşa ettikleri tek göz odada kendi diktiği ve ördüğü kıyafetleri satarak evin geçimini sağlıyordu. Ve erkek kardeşi. Belki de annesinden babasından bile daha çok seviyordu onu. Arda, küçüklükten beri her canı yandığında ‘’anne!’’ diye değil ‘’abla!’’ diye ağlardı, ve hep ablasına koşardı. Yüreğine sokası gelirdi kuzusunu o anlarda.
Havaalanın gelen yolcu bölümünde ona doğru ilk koşan yine Arda oldu. Uzun ve gözyaşı dolu bir vuslat şöleninden sonra ‘’dört kişilik mutluluk’’ yuvalarına doğru yol aldılar. Taksi salına salına süzülürken, arka koltukta çocukluklarına geri dönmüş iki kardeş, annelerinin üzerinden birbirlerini öpüp, sarılıp, yanak sıkmalarla hasret gideriyorlardı. Arada kalan anne ise ‘’eve kadar sabredemiyor musunuz!’’ diye neşeyle karışık veryansın ediyordu. Ta ki çok büyük bir gürültüyle otobanın bariyerlerine çarpıp, sayamadıkları taklalarca tarlaya savrulana kadar …
Ferda yara almamış ama sarsıntının verdiği baskıyla kalp krizi geçirmişti. Tüm müdahalelere, ve verilen şoklara rağmen inadından vazgeçmemişti yüreği… Ve şimdi morgdaydı .Şakayı severdi ama bu kadarı da fazlaydı hani.
...
Adamların sesleri de kesilmişti. Ayak parmaklarını hafifçe oynatmaya başladı. Başparmağına bir şey takılı olduğunu hissetti. Künye kartı olmalıydı bu. Birden çok tuhaf hissetti kendini. Düşüncelerinin yoğunluğundan ve giderek artan ürpertisinden vücudu ısınmaya, iyice canlanmaya başlamıştı. Sonra giderek yaklaşan sesler duymaya başladı yine. Az önceki iki adamın dışında yabancı bir ses daha vardı, ona tanıdık gelen.
- Bir an önce alıp gitmek istiyorum, prosedür neyse hızlandıralım lütfen !
- Siz dışarıda bekleyin, hazırlayalım biz.
…
- 12 numarayı çıkar Sami. Çıkış kağıtlarını hazırla ve üzerine koy. Ben de şu dışarıdakini boşalan çekmeceye koyayım.
... Aman Allahım ! Sami yaşıyor bu ! Şuna baksana göğsü inip kalkıyor ! Bu… bu … nasıl olur ?
- He valla, yaşıyor bu ölü ! Çabuk yüzünü aç ! Ölmüş ölülere alıştık da, bundan
tırsarım ben şimdi !
Ferda’nın gözleri hala kapalıydı ama gözkapaklarındaki kılcal damarlar seğiriyordu. Dışarıdaki adam dayanamayıp içeri daldı . önce Ferda’nın yattığı sedyeye yöneldi. Birden göz göze geldiler. Sedyedeki ölü gözlerini ona dikmiş, şaşkın ve bitkin bir ifadeyle bakıyordu. Ve bu kadın kesinlikle eşi değildi. Görevliler ilk anın şokunu atlatamamışken, el yordamıyla hazırladıkları diğer sedyeyi adama doğru sürdüler.
Öğle namazını müteakiben, cenaze kabristana getirildi. Tabut arabadan indirilirken kabristan görevlisi elinde bir kağıtla koşarak geldi:
- Büyük bir yanlışlık var kardeşim. Bu evraktaki isim ayrılan yerle uyuşmuyor.
Adam evraklara baktı. ‘’Ferda Türkeli’’ yazıyordu. Hemen oradakilere bir şeyler söyleyip hastaneye gitti. Görevliler yaptıkları yanlışı anlayıp özür dilediler. Sami:
- O ölü dirildi! Ve evraklarıyla birlikte kardiyoloji bölümüne yatırıldı. Sizin evraklar onlar olmalı.
Genç adam karmakarışık duygularla üst kata doğru koşmaya başladı basamakları ikişer üçer çıkarken ‘’keşke eşimin de böyle ikinci bir şansı olsaydı!’’ diye düşündü. Sora sora doğru odayı buldu.
- Merhaba! dedi ivedi bir telaşla, gözleri yarı açık kadına. Geçmiş olsun. Sanırım evraklarımız karışmış.
Yatağın ayak ucundaki dosyaya baktı. Evet, eşinin ismiydi bu. Kaptığı gibi hemşire odasına koştu.
Genç kadın takatsiz bakışlarla bakakaldı genç adamın arkasından. Adam onu tanımasa da o hemen tanımıştı Amerika’da gözyaşları içinde bıraktığı yalvaran gözleri. ‘’ keşke!’’ diyebildi içinden… ‘’keşke!’’…
Ertesi gün, daha ertesi gün ve onu izleyen günlerde her gün ziyaretine geldi genç adam. Ferda her geçen gün toparlanıyor, güçleniyordu. Ama hala ayağa kalkacak hali yoktu. Kalbi öyle hırpalanmıştı ki görevini ancak cihazlar yardımıyla yapabiliyordu. Kemal’in varlığı inanılmaz bir umut veriyordu Ferda’ya. Konuşacak gücü bulduğu bir anda kim olduğunu itiraf etti ona. Hiç kızmadı Kemal. ‘’Kader!’’ dedi … ‘’Demek ki yaşamamız gerekiyormuş bunları. Birbirimizi bulmamız gerekiyormuş demek ki !’’
Ne yazık ki tüm hayat dolu gülüşlerine rağmen giderek tükenmeye başladı kalbi. Doktorların dediğine göre; kalp nakli tek çareydi.
Annesi ve babası sık sık geliyorlar ve maddi manevi güç veriyorlardı . Kardeşi, yanlış bir takvim hatasına kurban gitmiş ve zamanından önce çağrılmıştı askere. Ayağa kalkınca yapacağı ilk iş kışlaya gitmek olacaktı Ferda’nın. Ne çok özlemişti ‘’kuzu’’sunu.
Bir sabah doktorlar gülerek girdi içeriye:
- Gözün aydın Ferda! Nihayet aradığımız donörü bulduk. Haftalardır komada olan bir hastamızın bu sabah beyin ölümü gerçekleşti. Henüz çok genç ve kalbi son derece sağlıklı biri. Haftalardır sadece kalbinin gücüyle hayata direnmesinden belli ! dedi gülerek.
Odada dört kişilik koca bir sevinç, iki kişilik gizli bir ağıt yaşandı. Kemal, tesadüfen orada bulunduğu için kendini çok şanslı hissediyordu. Hemen eğilip Ferda’ya sarıldı ve şefkatle alnından öptü onu:
- Geçti bitanem ! her şey geçti artık !
…
1 hafta sonra bandajların verdiği sıkıntı ve kaşıntıyla kımıldadı Ferda. Elini sol göğsünün üzerine koydu. Çok tuhaf bir kıpırtı hissetti . Kıpır kıpırdı yüreği. Günlerdir yeni kalbinin kime, nasıl birine ait olduğunu soruyordu ama ne ailesi, ne Kemal, ne de doktorların ağzını bıçak açmıyordu. O gün odada hiç kimse yoktu. Giren ilk hemşireyi yanına çağırdı. O ismi söylemesi için yalvardı. Hemşire yardımcı olabilmenin dayanılmaz arzusuyla:
- İnanın bilmiyorum ! dedi. Ama bir dakika beklerseniz evraklara bakıp gelebilirim.
Hemşire gelinceye dek, yalnızlığın verdiği fırsatla hayallere daldı Ferda. Olanları düşündü. Geldiği noktayı ve gitmek istediği noktaları. Mutluydu. Artık her şey daha güzel olacaktı. Amerika’daki doktorasından vazgeçecek, bir daha hiç ayrılmayacaktı beş kişilik ailesinden.
Flu, pembe bulutlar hemşirenin sesiyle dağıldı.
- Buldum ! Hem de çok hoş bir rastlantı . Soy isimleriniz aynıymış … Arda Türkeli ! …
Arda Türkeli !
… ‘’ …
… ‘’ …
Annesi, babası ve Kemal odaya girdiklerinde Ferda şu cümleyi tekrarlayıp duruyordu .
- Seni hep içime sığdırmak isterdim ya kuzumm ! Bu kadar mı dedim !
Bu kadar mı dedim !
.
YORUMLAR
İlk kez Bukowski okuduğumda tasvir ettiği hayatlar o kadar gerçek gelmişti ki, kendisi de o tür bir hayat yaşıyor diye düşünmüştüm. Konu ilham veren her neyse de güzeldi. Ve konuyu veriş kurgusu da özgün.
Doğrusu defterin yeni dizaynı, özellikle de hareketli yorum sayfası çok dikkat çekici olmuş. Neyse işte, bu güzel öyküye öyle rast geldim.
Saygılarımla
Kısa amam, kısa olduğu kadar da öz bir hikaye. Baştan sona akıcı ve etkileyici, bir o kadar da sonu merak uyandıran bir eser olmuş. Fotoğraf çizdiğiniz şiiriniz kadar etkili ve dokunaklı olmuş. Ancak hayat için her gün bir bedel ödediğimiz düşünülürse bu ödenebileceklerin en yükseği olmuş. Her ne kadar bir kurgu da olsa. Hayatın içinden bir kare seçmişsiniz. Hiç bir yerde yaşanmaması dileğiyle.
Yüreğinizi ve kaleminizi kutluyorum. Ömrünüz sağlık içinde geçsin...
Bu sanırım benim âdet hâline getirdiğim bir şey, satırlarla ağlaşmak.. Ağlamayı bu kadar mı sever bir insan, elinde olmadan hapsolduğu dalgınlığı sevdiği kadar hem de.. Çoğu zaman ağlayarak kapattığım kitaplardan nefret ediyorum. Kitaplarla ilgili not aldığım deftere son kitabı anlatırken hangi kitap hakkında ne düşünmüşüm acaba deyip evvel târihlere göz gezdirdim bir kez. Bir yazar hakkında aynen şöyle bir cümle kurmuşum son satırda:
"Bu yazardan nefret ediyorum.."
Komik olan şey ise son okuduğum kitap da aynı yazarın kitabıymış.. Ve o kitap öncekinin aksine umut veren cümleler ile bitmişti fakat yetmedi. O yazarı hâlâ iyi hatırlamıyorum ve aslâ hatırlamayacağım..
Bir kitapla, vakit sonra bütünleşiyor okur. Ve çoğu yazar okura kitap okuduğunu unutturuyor. Bu olmamalı. Kitap kıymetlidir ama bu her hâliyle ölümsüzleşeceği anlamına gelmez. Ya öğüdün olacak ya da kâlbe demirleyeceğin bir tebessümün. Bu da en az akıcı ve duru bir dil kullanmanın esas koşul olduğu kadar mühimdir.. Yâni Havin'ce öyledir..
Öykü evet çok seri ilerledi, dil ne karmaşık ne de anlaşılmayan bir hâdiseler geçidi değildi. Kalemimin yetersizliğini bana bir kez daha hatırlatmış oldu tabiî..
Bu kalemi sevdiğimi düşünüyorum. Her kelimesi, hazinem için mükâfat. Yazınca böyle olunmalı, satırlar muhakkak sevilmeye değer olmalı ama lütfen kalemi unutturacak yâhut kaleme menfî hislere sebebiyet verecek kadar taş olunmasın..
Hüzündü, bunun yanında.. Morg sedyesinden ya da o garip kutudan sonra yeniden ayağa kalkmak, kaç kere düşündük.. Hasta yatağından kalkmaya benzemediğinden eminim.
Sevgimle...
baştan sona sürükleyici, bir konu ve anlatım
genellikle yazıların ortasında sıkılır, çoğunu yarıda bırakırdım
bu yazı bitmesin diye yavaş yavaş okudum
bir çok yerde tavan yaptı duygularım, şiirde olduğunuz kadar, yazıda da harikasınız..
çokça beğenim ile tebriklerimi bırakıyorum...saygımla
gülkurusu
güzel gören güzel yüreğinize sağlık ...
saygı dolu selamlarımla ...
Ben ağlamadım, duygulanmadım da. Çok nadirdir okuduğum yazıların beni aşırı duygulandırdığı. Ama müthiş bir kurgunun içine dalıp gittim. Merakla okudum. Her kareyi gözümde canlandırdım. Çok beğendim. İyi gidiyorsun gülkurusu...
Sevgiler.
gülkurusu
hep gül, hep mutlu ol ...
sevgimlesin ... derinden !
offffff bu nasıl bir şeydi böyle. kanım dondu, tüylerim diken diken oldu.. ahh gülsuyummm
inan şuan ne diyeceğimi bilemiyorum, şaşkınlıktan dilim tutuldu, valla yutkunamıyorum
deli kadın ağlattın beni, ahhh bu gerçek olmasın n'olursun.. okurken dayanamadım ben :(((
şaşkınım, okurken aklıma neler geldi anlatamam ama tahminlerimin tam tersi şekilde gelişti her şey
yazının büyüklüğü ve derinliği de burada sanırım, asla tahmin edemeyeceğim şeyler oldu..
ben çok kötü oldum yeminle.. müsadenle..
sarsıldım!
eyvallah gülsuyum.. ahh :(((
fulyaa tarafından 8/4/2011 2:30:07 PM zamanında düzenlenmiştir.
gülkurusu
hem hayatta öyle şeyler oluyor ki herbiri için bu kadar sarsılırsak kendimizi bulamayız sonra ...
öpüyorum duyarlı, narin yüreğinden...
uzak dur acılardan e mi ...
- Seni hep içime sığdırmak isterdim ya kuzumm ! Bu kadar mı dedim !
Bu kadar mı dedim !
Gerçekten çok güzel bir hikaye yazmışsınız. Sonlara doğru inanılmaz duygulanıyor insan okurken. Kendini tutmasa ağlayacak gibi oluyor. Çok teşekkürler bu güzel hikaye için. Hisseden yüreğiniz daim olsun. Saygılarımla
puan verip kaçıyorum, sonra okumak için yine geleceğim
zira önemli bir şeylerden söz ediyorsun anladım ben onu :)
bekle beni :p
gülkurusu
puanın acelesi mi var ... işine bak sen e mi ! (* ♥ *)