- 563 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
Çingene Rapsodisi
Bir hırsız gibi geldi yaz. Pencereyi açık unuttuğum bir Mayıs gecesinde içeri sızıverdi. Başta varlığını farketmedim. İşe gidip geliyor, hayatı normal akışında sanıyordum. Sonra bir gece kendimi çıplak buluverdim. Çırılçıplaktım. Çarşaflar ise sıırlsıklamdı. Uykuya da geri dönemedim. Ne yaptımsa fayda etmedi, yaz sıcağı bir türlü yakamdan gitmedi.
Sokaklarda anlamsızca dolaşır olmuştum. Belki bir rüzgar eser, bir yerde yaprak kımıldar da ben kendime gelirim diye. Esmiyordu. Rüzgar yoktu bu canına okuduğum yerde. Bulut da yoktu. Maviliği bile kalmamış bir gökyüzü ve nem... Hep beraber yaşıyorduk.
Artık geceleri de uyuyamıyordum. Kafamı yastığa koymamın üzerinden fazla geçmeden tekrar gözlerim açılıyordu. Sabaha kadar televizyonda bir kanalı açıyor ama karşısına geçip bir türlü sızamıyordum. Gün içinde ise dikkatimi toparlayamaz olmuştum. Bir yarı uyur gezerlik yakama yapışmıştı.
Temmuz’un ortalarında bir gün yine kendimi dışarı atmıştım. Çok uzağa gidemeden bir banka oturdum. Yanımda getirdiğim kitabı okuyamayacak kadar kafam bulanıktı. En zahmetsizinde karar kıldım ve manzarayı seyretmeye başladım. Onu da tam yapamıyor, neye baktığımı ayırt edemiyordum. Nehrin üzerinde yelkenliler geziniyordu. Normalde onlara bakıp iç çeker, bir gün kendi teknemde yelken basmanın hayalini kurardım. O gün ise tek hayalini kurabildiğim şey güvertede uzanıp uyumaktı.
Yanıma oturduğunu farketmedim. Dikkatimi kayışının uzunluğu sayesinde ayaklarıma gelebilen köpeği çekti. Hayvan ayaklarımı kokluyor, arada da başını kaldırıp bana bakıyordu.
“Kusura bakmayın, size kadar gelebildiğini farketmedim.”
Köpeğinden bahsettiğini anlamam zaman aldı. Uykusuzluğun verdiği sersemlik yüzünden bazen kelimeler bir şey ifade etmiyordu. Bazen de gördüklerimden bir şey çıkaramıyordum. Karşımda otuzlarının başlarında bir kadın vardı. Spor ayakkabılarını giymiş, köpeğini öğleden sonra dolaştırmaya çıkmıştı. Olabilirdi, eğer insanlar çalışmıyorlarsa akşam yerine öğle yemeği sonrasını hayvan gezdirmek için tercih edebilirlerdi. Üzerine belki de beraber koşmuş olabileceklerini gösteren kısa bir şort giymişti. Biraz yukarıda göbek deliğini farkettim. Onun da üstünde mor renkli bir bikini üstü. Büstüyer değil, sütyen değil, bikini üstü. Göğüsleri güzeldi; bunu dumanlı kafama rağmen söyleyebiliyordum.
“Önemli değil. Köpeklerle aram iyidir zaten. Geçen seneye kadar benim de vardı.”
“Ah! Öldü mü?”
“Evet. Yaşı vardı ama ben biraz daha dayanır diye umut ediyordum.”
“Üzüldüm. Adı neydi?”
Durdum. Hatırlamıyordum. On iki yıl beraber yaşadığım, sağda solda “Hiç bir kız arkadaşıma değişmem!” dediğim köpeğimin adını hatırlamıyordum.
Sessizliğimin ne kadar garip durduğunu farkedip aceleyle bir isim uydurdum:
“Şerafettin!”
“Ne?”
Doğal olarak ilkokulda Güzel İngilizcemiz kitabını okumuş olan bu kadına Şerafettin adı bir şey ifade etmiyordu.
“Yabancı bir dilden. Uzun olduğu için ben ona aslında Fettin derdim. Siz sorunca tam adını söyleyip söylememe konusunda tereddüt ettim.”
“Ah, peki. Hangi dilde bu?”
“Arapça kökenli Türkçe bir isim. İnsanlar için modası geçtiği için artık genelde hayvanlara veriliyor.”
Uyduruyordum. Bir kere ağzımdan Şerafettin kelimesi çıkınca gerisi de gelmişti. Hatta bir ara sanki hayalimdeki köpeğe seslenircesine “Feti feti fet!” diye mırıldandığımı farkettim. Köpeğimin adının Şerafettin olduğuna inanmaya başlamıştım.
“Neyse, ben sizi meşgul etmeyeyim, kitabınızı okuyordunuz.”
Okuyamadığım kitap hala elimdeydi. İlk defa görüyormuşcasına kabına baktım: “Aptallar İçin Kuantum Mekaniği”. Gerçekten de ilk defa görüyordum. Ben Kafka’nın Şato’sunu okumuyor muydum? Dahası benim böyle bir kitabım var mıydı? Belli ki birisinden kalmıştı ama kimden?
O da kitaba bakıyordu.
“Kuantum mekaniğinin bu kadar basite indirgenebileceğini bilmiyordum.”
“Ben de bilmiyordum” diyecektim ama bu sefer durumu Şerafettin’de olduğu gibi toparlayabileceğimden emin değildim; bu yüzden sustum.
“Basitleştirmek için ellerinden geleni yapmışlar. Tabi Newton fiziğini bildiğinizi varsayıyorlar.”
Yine uyduruyordum. Nasıl olsa kitabı okumadığını biliyordum.
“Akademisyen misiniz?”
“Yoo, satışçıyım. Resmi ihalelere katılıp, araç satmaya çalışıyorum.”
Ne yaptığım değil, ne olmadığım onu daha çok ilgilendirmişti.
“Ne bileyim, günün bu saatinde sizi burada oturmuş, elininizde de bu kitabı görünce...”
Bahsettiği zaman dilimi öğle sonrasıydı. Belli ki bu saatte insanların bir bankta oturup nehri seyretmesi doğal değildi.
“Siz akademisyen misiniz?” diye sordum.
“Değilim, neden ki?”
“Siz de bu vakitte burada rahat rahat oturuyorsunuz, hatta köpeğinizi gezdiriyorsunuz da...”
Gülmeye başladı.
“Yamansınız. Söyleyecek sözüm yok.”
Gülerken göğüsleri mi hopluyordu, yoksa başımın dönmesi mi artmıştı? Farketmemiş gibi yaptım.
Birden aklıma geldi: Tüylü! Evet, köpeğimin adı Tüylü’ydü. Hatta arkadaşlarım arada sırada Kıllı diye dalga geçerlerdi. Bazıları daha da ileri götürüp bana bakarak “Kıl”, sonra köpeğe dönüp “Lı” bile derlerdi. O bankta otururken Tüylü’nün parlak bir isim olmadığına karar verdim. Göğüsler aklımı başıma biraz geç getirmişlerdi.
Göğüsler ve sahibeleri bir hukuk bürosunda yarı zamanlı olarak çalışıyorlardı. Bu yüzden de Topak’ın gezdirilmesi öğleden sonraya kalıyordu (Onun köpeğinin adı da buydu; o benimkini sorarken, ben onunkini sormamıştım). Peki ben evden mi çalışıyordum?
Evden çalışmıyordum. Haliyle sabahtan akşama kadar ya büroda, ya da ilahecilerle birlikteydim. Böyle sakin bir şekilde dışarıda oturabilmem ancak tatil günlerine mahsustu.
O zaman izin almıştım.
“Yoo, izin filan almadım.”
Sahi, bugün neydi?
“Çarşamba.”
Hafta içi mi?
"Yani, evet..."
Ayağa fırladım. Topakların sahibesine hoşça kalmasını bile söylemeden eve doğru koşmaya başladım.
Sahi, sahibenin adı neydi?
YORUMLAR
Gülerek hatta kahkayla okudum öykünüzü...
Kahramanımız çok bunalmış, duyguları dağılmış bir türlü toparlanamamış..
Zaman zaman ben de kahramanımız gibi dağılırım. İnşallah Bademın adını unutmam. Uyksuzluk adamı öyle dağıtır ki ; toparlanması oldukça güç olur
Ama güzel bayan kahramanımızın aklını başından almış uyanmasına sebep olmuş...
Günün yazısı diye ilan ediyorum, tebrikler, sevgilerimle...
İlhan Kemal
- Pardon, uykusuzluk işte, adını bir anda anımsayamadım.
- Bilirim seni. Uyusan da hatırlamayacak, rüyanda bikinili kadının adını sayıklayacaktın.
- Adını bilmiyorum ki onun. Ne sayıklayacağım? Bikinili kadın, bikinli kadın mı diyeceğim?
- Sen bulursun bir yolunu. Olmadı hışt, pışt dersin.
Pardon, bir an daldım. Herkese derin uyku dileklerim ve size de sevgilerimle.
Siz beni tanıyor musunuz?... Tanımıyor musunuz?... Yoksa, beynimi mi ele geçirdiniz?... Aynı sıkıntılarla, çok benzeri bir anekdotu öyküleştirmiştim, kısa bir süre önce; yayınlanacağı günü beklemekteydi. Pes yani, bu kadar tesadüfe diyerek, bu öyküdeki dili çok sevdiğimi, kullandığımı, sizi tanımış olmanın mutluluğuyla ifade etmek istiyorum.SAYGIYLA.
İlhan Kemal
Kemnur
İlhan Kemal
İlhan Kemal
Seviyorum kaleminizi. Farklı ve kendi içindeki devinimlerden galip çıkıyor gibi mutlu ve huzurlu. Oysa birkaç cümle sonra kaygısını okuyucuya aktarmakta bir o kadar başarılı. Paradoksta kalırken aldığım haz tarifsiz inanın. Tebriklerim çokça.