- 711 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
Anadol
Bir “Anadol”umuz vardı bizim. Dört ileri bir geri vitesli beyaz bir Anadol. Beş kişilik bir aileydik biz. Çok akrabamız vardı. Kalabalık olduğumuzda bana yer kalmazdı, öndeki iki koltuğun arasına, el freninin olduğu boşluğa bir minder konurdu, ben de onun üstüne otururdum. Herhalde hiç de rahat bir yer değildi ama “rahat mısın?” dediklerinde “rahatım” derdim hep. Kalabalığı severdim.
Onbir yaşıma geldiğimde o minder şoför koltuğundaydı ve ben de 4-5 dönümlük bir tarlada yeni biçilmiş ekinin üstünde hayatımda ilk kez araba kullanmanın zevkini tadıyordum. Direksiyonunu ilk tuttuğum, debrijayına ilk bastığım araba Anadol’du. O tarlaya kuyunun başına piknik yapmaya giderdik hep. Halam gölgeye oturur, çay pişirir, yufka dürerdi. Alzheimer olmadan çok önceydi.
Yazları o Anadol bizi ya memlekete taşırdı ya da devlet kurumlarının ucuz sahil kamplarına. Üstünde bir portbagaj, onun üstünde valizler ve çadır olurdu. Bagajda küçük tüp, yiyecekleri koyduğumuz bir mukavva kutu, bir iki küçük çanta filan. Sıcak hava, bozuk asfalt, ve gaza her basışta beli ağrıyormuş gibi homurdanan, içi her zaman benzin kokan ve istisnasız her yolculukta en az bir defa tekeri patlayan bir araba. Öyle giderdik yaz tatiline işte.
Beni araba tutardı. Şimdilerde kalmadı böyle bir hastalığım. Belki zaten o zaman da yoktu, belki o sarsıntıda o havasızlıkta durmanın imkanı olmadığından kusuyordum, ama adım “onu araba tutar”a çıkmıştı işte. Zaten herhangi bir hastalığın yakışmayacağı gürbüzlükte filan da değildim. Zayıf küçük bir kızdım işte. “Nane molla” derdi annem bana. Virajlı dağ yollarında, bir büyüyüp bir küçülen viteslerde bulantı hissi başlar, biraz açılırım umuduyla elime dökülen 70 derece limon kolonyasının ılık buharıyla herşey daha da kötüleşirdi. Leblebi, şeker nafile.
Teker patlayınca ayrı bir tören olurdu. Babam bagajdaki onca ıvır zıvırı çıkarır, asfaltın üstü bir anda çarşamba pazarına dönerdi. En alttan stepne bulunur, kriko ile araba kaldırılır, ağabeyim bujileri tek tek söker, lastik değiştirilirdi. Patlak teker bagaja konur, ablam yola dağılan torbalardan, çuvallardan utanır hepimize kızar, söylene söylene toplardı döküntüleri. Yola devam edilirdi. Ablam gurbete gelin gitmeden çok önceydi. En yakın lastikçide patlayan iç lastiğe mutlaka yama yaptırılır, çünkü bilinir ki bizim Anadolun herhangi bir yolculuğu sadece bir lastik patlamasıyla tamamlaması çok nadirdir. (balans ayarı mı bozuktu acaba?) Babamın yanından ayrılmazdım ben, lastikçiye de onunla beraber giderdim. Turuncu renkli lastik yamaları olurdu, biz çayımızı içerken lastikçi de iç lastiğin deliğini onunla yamardı. Sıcak pres gibi bir şey miydi yapılan işlem bilmiyorum, yamanın ısıtıldığını hatırlıyorum bir tek. Henüz okula bile gitmediğim yıllardı. Yarılmış lastiklerin, makine yağlarının ve oraya buraya atılmış kirli üstübülerin içinde en beğendiğim şey, turuncu renkli lastik yamasıydı.
Tatil dönüşünde Anadolun ne üstünde ne arkasında bir gıdım yer kalmamış olur ama yol boyunca satıcılardan alınacaklar bitmezdi. Hele bir yerin pazarına denk geldiysek, kavunlar, üzümler kilo kilo alınır, ayağımızın dibine konur sonra bir çeşme başında mola verildiğinde birazı yıkanıp yenirdi. O yaz sıcağında insana meyve kadar iyi gelen bir şey olamazdı. Böyle yol üstü alışverişlerinde; aslında sonradan hiç kullanılmayacak olan toprak testiler almaya hevesi vardı babamın. Çatlayıp patlamadan Ankara’ya gelirse de birkaç ay mutfakta boş bekler sonra ayak altında olmasın diye balkona ya da kömürlüğe kaldırılır, oralarda unutulurdu o testi. Ertesi yaz tatilinde yine testicileri dolaşıyor olurduk nedense.
Anneciğimin o çileli tatile nasıl katlandığını düşünüyorum. On- onbeş saat o Anadolla yol gitmeye, küçük tüpte yemek pişirmeye, çeşmede çamaşır yıkamaya, çadırda yatmaya, dönüşte valizlerin her yerine doluşmuş kumları temizlemeye nasıl tahammül ettiğini. Ne bir şikayet, ne bir kaş karartma görmedim onda. Üstelik tatilden tek anladığı, romatizmalarına iyi geleceğini umarak kuma girmekti, denizden bir nasibi de olmazdı. Basmadan elbiseler dikerdi serincecik, onları giyerdi. İşler bitince çayını alır oturudu çadırın önüne. Ameliyat olmadan çok önceydi.
Beş kişilik bir aileydik biz. Anadoldan sonra başka arabalarımız oldu. Ağabeyim askerden gelince, sıfır bir yerli araba aldık. Fabrikayı açtığımız sene, Anadolu kamyonet olarak değerlendirmek için arkasını kestirdik. İlk kez biriyle çıktığım, ilk kez ayrıldığım ve bulduğum her kuytuda salya sümük ağladığım o saçmasapan ilkbaharda da, turkuaz rengi bir Japon arabasını getirip koymuşlardı apartmanın önüne. Ağabeyim şirketten ayrılmadan çok önceydi.
Şimdi , klimalı, yol bilgisayarlı, prestijli siyah bir Alman arabasına sahibiz. Annem artık aramızda değil. Babam araba kullanamayacak kadar yaşlandı. Ben nane mola değilim artık, deli gibi çalışıyorum çok kazanmak için ve yolculuk fırsatı bulduğum nadir zamanlarda bile otobanda, izin verilen en yüksek hızda, yol üstü satıcılarını, kasaba pazarlarını, testicileri görmeden geçip gidiyorum. Güven duygusu ve konfor var artık. Çadır yok, küçük tüp yok, bulantı yok, 70 derece limon kolonyasına ihtiyaç yok, iç lastik yok. Ama mutluluk? Beyaz Anadol günlerinin kaygısız, katıksız mutluluğundan geriye, o turuncu renkli lastik yaması kadar bir şey kaldı mı içimizde? Bilmiyorum. Sanki çok önceydi.
YORUMLAR
Çok güzel yazmışsınız,içten ve de akıcı,tebrik ederim.Ve de ekleyeyim; bizim de bir anadolumuz vardı ve onunla çok güzel anılarımız olmuştu, ta ki birgün kendi kendine alev alıp yanana kadar..şükrettik biz içinde olmadığımıza ,çoğu yanmış arabayı da sattık bir iki kuruşa..öyle günlerdi işte..velhasıl ; anıları güzeldi yine de:)
cizgilikagit
bizimkisi hala kamyonet olarak yaşamaya devam ediyor,
yorumlarınız için teşekkürler
Çok beğendim. Bugün okuduğum en güzel öykü -ya da anı yazısı mı demeliydim-
Kutluyorum.
cizgilikagit
Anadol ile bir bakıma Anadolumuz, dönem şartları ve yaşamda anlatılmış gibi..Yolların olmaması bir yana , insanların bugün metrobüs yerine at arabaları ile taşındığı yıllar.İnsanlar yaşlandığında genelde geçmişe özlem duyarmış.
Güzel bir anı ve seyahat yazısı okudum.Kutlarım.
cizgilikagit
Saygılarımla.
O eski günlerde ki kaygısız çocugu ben de çok özlüyorum içimde.Keşke çocuk olarak kalabilsek...Keşke yanımızda kalabilse sevdiklerimiz...Kaleminize saglık.Saygılarımla...