- 6475 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
ACI ÇEKMEK ÖZGÜRLÜKSE, ÖZGÜRÜZ İKİMİZ DE…
Kadın, hayatın acıya bakan pencerelerini özenle sildi parlattı…Acı, bazı insanların kuzeyidir, yüzleri nereye dönük olursa olsun ibreleri hep aynı noktayı gösterir. Bir yaprağı bir dalı değil belki ağacın tüm gövdesini sarıp kurutan bir sarmaşık gibi, acı , sarılmıştı genç kadının ömrüne….Sıkan , nefes aldırmayan bir aşkla her gün ve an be an ölüme yaklaştırıp onu…
İnce boyunlu , gözleri gece kadın tam da orada durdu. Ansızın sarışın bir üveyik kuşu havalandı kirpiklerinden. Yaşantısını düşündü…Hayallerin ve gerçeğin sarkacında savrulduğu gecelerden, bir kadın bedeninin acının hadsiz hesapsızını , limitsizini biriktirip içinde saklayabileceğini öğrenmişti …Ne kahreden bir tecrübe……Pencere önündeydi. Dışarıda puslu bir karanlık ve odada , mutfaktan gelen sinir bozucu , biteviye ses.. Bozuk musluktan lavaboya düşen damlaların sesi…tıp tıp… Elindeki bıçak yere düştü… Kan sızıyordu yere avuçlarından …Soğukkanlı ve hissizdi şu an. İçinde dolaşan sarı bukleli , büyüyememiş kızı susturmayı başarmıştı nihayet.
Bir kalem gecenin siyahına kanın kırmızısıyla yazdı:
" Emre, bebeğim…
Ruhum hep yanında yörende dolaşmakta...Ama ben yanında değilim...Çok uzağında...Hırçınlığımın sebebi bu galiba...İçimde bir ses hep tekrar edip duruyor: gözden ırak olan...
Ama sonra bakıyorum kendime...Gönülden ırak mısın? Ne kelime...Gönlümün ta kendisisin sen...
Ne komik değil mi, bu sözler? Bir daha yaşamam sanıyor insan ayrılınca …Aslında alışık olduğum , aşinası olduğum bir duygu bir heyecan değilmiş aşk ...O yüzden böyle zor adapte oluşum belki....Bir çocuğun çok sevdiği oyuncağı kimseyle paylaşmak istememesine benziyor duygu olarak...Bazen o kadar çok seviyor ki, tutup kırıyor o oyuncağı, başkaları da oynamasın diye...
İçimde sana karşı hem sevgi , hem nefret büyümekte...Nefret kadar yıkıcı bir duygu var mıdır, söyle güzel gülüşlüm?
Ama sonra gözlerimi kapatıyorum ve sadece anılar kalıyor geriye...Bu dünyanın renkleri, sesleri, görüntüleri siliniyor...Ve bir düş -geri zamana gidiyorum...Elimi tuttuğun ilk ana...Sıcak bir zehir gibi içime akışını hissediyorum...O ana dek koruduğum sükunet ve dengeyi yitirişimi anımsıyorum. O an o tek bir an...Benim tüm kalelerimin düştüğü, mukavemetimin bittiği an işte...
Emrah’ Im Dinledin Benim Sözlerim
Muhabbetin Can Evimde Gizlerim
Ne Duruyon Ağlasana Gözlerim
Bir Daha Yarini Görebilmezsin
Görebilir miyim seni bir daha dünya gözüyle acaba? Ama şu da bir gerçek en azından seviyorum...Yani eğer seni sevmezsem hayatım çok yoksul olur...Bunu deniyorum...Seni atmayı benden...Senden kurtulmayı...Dün çarşıyı dolaştım amaçsız... Dedim ki amaan işte ne güzel hoş biriyim, ilgiye de mazhar ...Hep de şımardım bu yüzden… Bir iki alışveriş de yaptım...Suni bir ışıltı geçti gözlerimden...O’na ihtiyacım yok dedim...Emre olmasa da varım ben...
Sonra...Sonrasını sorma hiç...O yalancı ışık aktı gitti içimden de geriye kalan karanlığı ne sen sor, ne ben söyleyeyim...
Çünkü adını heceliyorum dur ma dan ...Yu nus Em re ...Kalbimin vuruşuna denk...Dudaklarıma yazılıyorsun bir mühür gibi...Yu nus Em re Yu nus Em re.....
Sen böyle...Paldır küldür girdin benim dünyama...Bir çocuk telaşı buldun belki bende...Bir büyümemişlik...Hesapsız hadsiz bir sevgi...Haddimi bilemiyorum sevgilim...Ben hadsiz hesapsız seviyorum seni...
Affet bunun için...
Sen çok konuşmazsın bilirim…Benim konuşmalarım şiirdir, senin susuşların…
Ama susma be gülüm, konuş artık sevgini…Kuyunun içine uzatıyorum elimi , tut söz ipinden sevgili…
Belki uzun konuşmayı öğreteceğim sana...İçini kaplayan sesleri bana duyurmayı...Ve boşaltmayı zehrini dışarı...Bir büyücü gibi çekip alacağım kelimelerini içinden...
Ve öyle çok konuşmak isteyeceksin ki bir gün tüm susmaların korkacak bundan...Tüm susmalara bedel bir konuşma olacak...Belki taş taş üstünde kalmayacak sevgilim...Ama başaracağım bunu...Senin kelimelerini hapseden her ne ise ya da her kim, korkmuyorum asla...Onu deliğinde bulup ele geçireceğim ve cezasını keseceğim...Darağaçları kurmaktayım bin bir özenle...İnfaz yakın ...”
Başka bir seçenek her zaman vardır. Adam bunu biliyordu bilmesine… Ama güzel gülüşlü , karlı boranlı adam acıyı sahipleniyordu. Varoluşun bir biçimiydi çünkü acı hissi. Ölüler acı duymaz…Kırmızı bir gölge dolaştı sıkıntıyla çehresini. Bir hatıra kıvılcımlandı zihninde. Bir çakmak... Sevdiği kadına ait bir çakmak…1907 , Fenerbahçe’m benim…Yanmaz o , demişti , ebedi rekabeti unutmadan; bu takımın çakmağı yakmaz bir cigarayı bile…Oysa , nasıl da sevgiyle taşımıştı o küçük hatırayı…
Başka bir seçenek vardır her zaman…Oysa adam acıyı sahipleniyordu…Sözleri gibi kısaydı mutlulukları da, hayalleri de…Korkuyordu uzun cümlelerinden hayatın.
Oysa bir ümit kuşu da havalanmadı değil kalbinden…Bir iki kanat sesi duyuldu belli belirsiz…Bir çırpınış göğüs kafesinde…
Kadın sustu, odadaki sesler, musluk…
Dışarıda yükselen ay…Puhu kuşu…Karanlığın gözleri sustu…Her şey… Kainat kulak kesildi adeta.
Bıçak gecenin içinde yalazlanıyordu…Işığında sarı bukleli küçük kızın korkulu gözleri…Ve adam en uzun cümlesini kurdu bir anda:
“Sevmiyorum seni. Git ! ”
Sessizlik parçalara ayrılıp dağıldı gökkubbeye…Ve acı…
Kadın boynunu eğdi… Çaresiz , çıktı gitti geceden, o evden, o düşlerden… Hıçkıra hıçkıra gülerek arşınlamaya zamanı… İçinde öldürdüğü sarışın küçük kızın cesedi , yürüdü kuzeye daima kuzeye …
GILS SIBRAN
“ yoksulluğu duymuyorsan yokluğumda, ne anlamı vardı zaten varlığımın? “
YORUMLAR
Başladığı yer ve bittiği nokta... Upuzun bir yolculuk gibi ama iki bakış arası kadar kısa. Ne çok değişim barındırıyor içinde, ayhnı kalmışlık sevgisi sarsarken ruhunu. Çok güzeldi, var ol dost kalem. Tebriklerimle.