- 882 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
İnci Çiçeği
Kabul etti, geliyordu. Ocağın altını kapatmam gerektiğini söyleyip telefonu bıraktım, salona gittim ve dizlerimin üzerine çöktüm. Goool! diye bağırmak istiyordum ama duyabilirdi. Sakinleşip geri geldim. Evet, Çarşamba günü. Evet, öğle yemeği. Neresi mi?
O anda tüm planlarımı onu ikna etmek üzerine yaptığımı farkettim. Sonraki adımı düşünmemiştim bile. Ama bir anda kabul safhası geride kalmış, ölümcüllüğünü hissetmeye başladığım bir soruyla karşı karşıya kalmıştım. Yemeğe nereye gidecektik? Benden çok kazanıyordu, pahalı bir yerle onu etkileyemezdim. Zaten param da yoktu. Ona değişik gelecek ama beni de iflas ettirmeyecek bir yer olmalıydı.
“Kennedy’nin Yeri mi? Güzel olur. O zaman Çarşamba günü yarım gibi ben geliyorum.”
Eleftera’yı işinden almama bile gerek yoktu. Öğle arasında atlayıp gelecekti. Beraber yemek yiyecektik, sonra o dönecekti. Mükemmeldi ve dahası, çok kolay olmuştu: Eleftera’yla buluşuyordum.
...
Kennedy’nin Yeri... Gayet ucuzdur, yemekleri de şanslıysanız sıradandır. Hocaların yemeklerini yedikleri yer olduğu için de adım başı bir tanıdığa denk gelirsiniz. Orada dedikodu hep olur, olmadığında çıkartılır, çıkartılınca da büyür. Ama iki özelliği vardır ki bütün bu olumsuz yanlarını unutturur.
İlki manzarasıdır: Boğaza bakar. Siz dalıp gitmişken yediğiniz yağlı köfte ağzınıza kırlangıç buğulama gibi gelir. Karşınıdaki pek konuşkan değilse, manzarayı seyrederken onu unutabilirsiniz bile. Sizi su yolu mu, yoksa geçen gemiler mi, ya da karşı tepeler mi çeker bilinmez ama baktığınızın hiptonik bir etkisi vardır.
Kennedy’nin Yeri’nin ikinci özelliği ise bir üniversite lokantasında olmanıza rağmen öğle yemeklerinde şarap servisi yapılmasıdır. Böylece manzaraya karşı eliniz boş, başınız eğik olmaz. Geçen yüzyıllara, yanıbaşınızdaki kaleye, vadiyi kendini yol yapan denize, kısaca aklınıza ne gelirse ona kadeh kaldırırsınız. Benim aklımda ise Eleftera vardı.
...
Eleftera beni bölümdeki odamdan aldı. Odanının diğer sakinlerinin anlamlı bakışları arasında Kennedy’nin yolunu tuttuk. Çok rahattı, ben de ona ayak uydurmaya çalışıyordum. Ne kadar şanslı olduğumu hatırlattı. Nedenini soruduğumda çok güzel bir ortamda çalıştığımı, katı mesai saatlerimin olmadığını söyledi. Ben de bunların bedelsiz olmadığını, kendisini daha iyi bir yere götürecek kadar kazanmadığımı söyledim. Omuz silkti, ne farkederdi? Ah, tuzu kuru Eleftera!
Rezerve edilmiş bir masamız yoktu. Kapıda bir garson bizi karşılamadı. Ama şanslıydık.
“Şansına” dedim, “manzaraya bakan boş bir masa var.”
Masaya oturduk. Garson geldi, siparişlerimizi aldı. Şaraplarımızın rengini sordu; ikimizinki de kırmızıydı.
“Dönünce şarap kokacağım.” dedi gülerek.
“Müşterilerle hiç içmiyor musunuz?”
“Ben müşterilerle yemeğe çıkmıyorum ki.”
Sıcakkanlı, konuşkandı. Gülümsemesine yeşil gözleri de eşlik ediyor, heyecanlı bir şeyler anlattığında sarı saçları oynuyordu. Söylediklerine yoğunlaşmaya, kendimi ağzım açık bir şekilde onu seyrederken bulmama çalışıyordum.
“Daha şarap var mı?”
Kadehi boşalmıştı. Bu sefer de hazırlıksız yakalanmıştım. Dönüp bir garsona bakınmaya başladım. Bir taraftan da gelecek garsona ne diyeceğimi düşünüyordum. Kennedy’nin güzel tarafı şarapların ücretsiz olmasıydı. Ama öte yandan en fazla bir tane içebilirdi.
Neyse ki masamıza Kennedy’nin en kıdemli garsonu geldi. Ağlamaklı bir ifadeyle:
“Misafirimize bir şarap daha alabilir miyiz?” diye sordum.
“Derhal efendim. Siz de ister miydiniz?”
Aslında beni bu durumdan kurtaran garsona sarılmak istiyordum ama bunu içtiğim tek kadehe yorabilirlerdi. Sarılmadım, teşekkür ettim. Biraz sonra ikimizin de dolu kadehleri vardı. Yeşillikler arasındaydık, Boğaz’a karşıydık, Eleftera’ya bakıyordum, daha ne isteyebilirdim?
“Oturabilir miyim?”
Birisi sessizce yaklaşıp hiç bir şey söylemeden yumruk atmaya başlasa bu kadar şaşırabilirdim. İnanamayarak sese döndüm.
“Kusura bakmayın. Boş masa kalmamış, yoksa rahatsız etmezdim.”
Kennedy’de adetti: Yer yoksa gidip başkalarının masasına oturabilirdin. Şimdi de Ece Hanım yanımıza gelmek istiyordu. Onu reddedecek durumumuz yoktu, o da oturdu. Koca Kennedy’de Ece Hanım gelip bizim masamıza oturdu. Hem de üç yıldır bir kere bile gelip benim masama oturmamışken.
O gelince sohbetimiz bozulmadı, hatta daha da canlanarak devam etti. Eleftera’nın en yakın arkadaşı Ece’nin kuziniydi. Ortak noktaları çoktu. İkisi de çok güzeldiler. İkisi de karşımdaydılar. İkisine de... Yo, değildim. Sadece birine...
Aslında Eleftera o kadar güzel değildi. Belki manzaranın, belki de şarabın etkisiyle bana hoş gelmişti ama şimdi Ece Hanım’ın karşısında otururken anlıyordum ki ben hala esmerleri seviyordum.
Söylemeye gerek yok, Eleftera ile bir daha buluşmadık.
YORUMLAR
Güzeldi ve de zevkle okudum.Kutladım.Asıl kız hep kazanmaz mı zaten?:)
İlhan Kemal
Yani bu öykü kafamdaki genel erkek ruh yapısıyla birebir örtüşüyor.
Her zamanki gibi "su" güzelliğinde satırlarınız. Duru ve parlak yani. Ve her zamanki gibi İlhan KEMAL yazılarını okumayı çok seviyorum.
Saygılar.
İlhan Kemal
Cinslerin böyle yapıp yapmayacağı sonsuza kadar giden bir tartışma konusudur. Genellemek yerine öykümdeki kişilerin ruh yapılarına vermeyi tercih ederim.
Benim açımdan deneme niteliğindeki öykülerden biriydi (Neresinin deneme olduğunu dışarıdan bakan birinin kolay kolay farkedebileceğini sanmıyorum) Okuttuysa kendini, sorun yok. Teşekkür ederim. Saygılarımla (ve Günün Yazııs için de tebrikler)
Aynur Engindeniz
Yazılarınız kesinlikle çok güzel. Elbette okutuyorlar kendilerini.
Ve ayrıca tebrik için teşekkür ederim.
Saygılar.
İlhan Kemal
Çok keyifli ve tamamen ruha hitap eden bir çalışma olmuş. Çok severim, dağınık ve suratıyla konuşan insan hallerini... Büyük kahraman adayları buldum burda:=) Tebrikler, gecenin nefesini uzattı öykünüz.
İlhan Kemal
Güzel bir manzara, güzel bir esmer bayan ve kırmızı şarap...daha ne olsun..
Tebrikler, bu saatte çok güzel bir öykü okudum..sevgilerimle...