- 861 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
iNANARAK YAŞAMAK
iNANARAK YAŞAMAK
Her insanın sınırsız düşleri vardır. Dünya döndükçe düşlerimiz de döner dolaşır, ayrı ayrı hücrelerinde benliğimizin gezinir. Bazen güzel yanımızdan uyanır, hayırlı düşler kurarız, bazen de kötü düşlere dalar, kararır kalırız.
Düşlerimiz ileride eyleme dönüşecek gerçeklerin başlangıcıdır. Bizleri güncel yaşantımızda, türlü türlü düşüncelere sevkeden binlerce neden vardır. Bunların içinde, iyilik düşleri, kötülük düşleri, sevgi düşleri, ölümcül düşler, ekmek düşleri, tanrısal düşlerimiz arkasında hep; maddi ya da manevi yaşama ilişkin, doyum sağlamak amacına yönelim ve yönlendirilim söz konusudur. Düş kurmak güzeldir, düşsüz yaşanmaz. İnsan hayâllerinin sınırları kadar özgürdür. Düşlerin YARATICI düşlere dönüşmesi, ancak bilimsel düşünme yöntemi ile olasıdır.
Yaratıcı sözcüğü kökten dinci (Radikal-Fundamentalist) anlayışa göre yalnızca tanrı için kullanılan bir sözcüktür. Beyninin sınırlarını genişletememiş insan ``Yaratan ``denildiği zaman hep tanrıyı algılar.
Mutlak bağlamda bilimsel olarak da ``Maddenin ve enerjinin sakımı yasasına göre; yoktan bir şey var olmaz, var olan bir şey yok olmaz, madde ve enerji yalnızca biçim değiştirir, birbirine dönüşür``(Antoine Laurent Lavoisier ). Enerjinin maddeye dönüştüğü yer neresidir? Bu soru bilimin önünde yanıtı aranılan bir soru olmalıdır. Acaba güneş enerjisi alamayan sebze ve meyvelerin büyüyüp gelişmediğini düşünmek, bu soruya yanıt için bir çıkış noktası oluşturabilir mi? Özümleme (Fotosentez) ve ışığa yönelme (Fototropi) altındaki gerçek nedenler nelerdir; bu konu yeterince bizlere anlatılmış mıdır?
Bu noktada bilimsel araştırma konularının yönelmesi gereken bir açılım, evrenin büyüme kuramına (Stefan Hawking) göre ağırlığının değişip değişmediğidir ki, bu birim özgül ağırlığın yanısıra, EVRENİN YOĞUNLUĞU ile de bağıntılı olmalıdır. Çünkü evrenin farklı derinliklerinde farklı yoğunlukların yaşandığı artık kanıtlanmış bir gerçektir ve bir çay kaşığı kadar maddenin, milyarlarca ton olduğu ortamlar sözkonusudur. Kafama takılan soru; evrenin genişlemesi salt kütlesel midir, yoksa ağırlığı da artmakta mıdır sorusudur. İsviçre`de CERN`de oluşturulan çekirdek parçalama ve elektronları çarpıştırma laboratuvarında yapılan ve yapılacak bilimsel deneylerin, maddenin yapısı alanında bir çok gizemi ortadan kaldıracağı bir gerçektir.
Gözlem yolu ile dünyamızın ağırlığının her gün arttığı kanıtlanmıştır, çünkü her an atmosferden yıldız tozları yağmaktadır dünyamıza. Kütlesel ağırlığı zamanla değişen yıldız, kuyruklu yıldız, gezegenler, gökadalar arasındaki çekim gücü neye bağlı olarak değişecektir. Bunu önceden tahmin edebilmek çok zor bilimsel hesapların ve araştırmaların yapılmasını gerekli kılar. Ne zaman dünyamıza bir göktaşı çarpacak, ne zaman bir kuyruklu yıldız dünyamızın yakınından geçecek; bunları bilim dünyası bizlere haber verebilirken, bilmezliğin ağzından genellikle kıyamet senaryoları dökülür, ahir zaman alâmetleri denir ve konu böylece mutlak kaderine terkedilir.
Dedelerimden birisi imamdı. Hem köylerde hem de şehirde imamlık mesleğini yerine getirmişti. Vaktinde Konya`da medresede dini eğitim almıştı ve çeşitli arapça yazılmış kitaplara sahipti, arapça okur ve tercüme edebilirdi. Ancak dedem aynı zamanda muska yazan üfürükçü bir imamdı. İnsanlar sık sık ona gelir, muska yazdırırlar, o her gün bazı insanların, istemedikleri insanların ``Ağzını bağlar ``, aleyhteki mahkemelerin lehe çevrilmesi için, çocuğu olmayanların çocuğunun olması için muskalar yazar dururdu, genellikle de muskaları okunup üflenmiş bir şişe suya koymalarını, suyu azar azar ilaç gibi içmelerini öğütlerdi. Büyüler yapardı. Örneğin ``Ben onun ağzını bağladım!`` deyip bir yumma bıçağı okuyup üflerdi ve `` Bıçak burada ağzı kapalı kalacak, o bir daha ağzını açamıyacak ! ``derdi ve yumma bıçağı yumarak, oturduğu hasırın altına saklardı. Ancak büyü yaptıran kişi gidince, bıçağı koyduğu yerden alır karpuz keserdi ve yerdik.
’Dede sen neden böyle yapıyorsun?’ dediğim zaman da , ``Oğlum bunların hepsi itikat, itikat (İnanç )!`` derdi . Küçük yaşlarda (4-5 yaş) yaz aylarında ben yanlarında olurdum, severlerdi beni. Sık sık evin yakınında bir menengiç ağacına salıncak kurarlardı benim için...
Dedem, ay yüzüne Apollo -11 uzay aracı indiği zaman (23 Temmuz 1969 / Edwin Aldrin, Michael Collins, Neil Armstrong), inanamadı ve ``Bu şeytanın işi, televizyon da şeytan işi, ``AY MELÂKEDİR, O NURDUR, ONA İNMEK MÜMKÜN DEĞİLDİR! ``diye şartlandırmıştı kendisini.
İster istemez yeni düşlere kapılar araladım sabah sabah, düş ve düşünce gücü adına çok şey söylenir elbet daha...
Saygılarımla...
Şaban AKTAŞ
05.05.2008
07.34
Resim:www.google.com/imgres?imgurl=www.onemliolaylar.com/wp-content/uploads/aya-ayak-basan-ilk-insan.jpg&imgrefurl=www.onemliolaylar.com/aya-ayak-basan-ilk-insan.htm&h=313&w=610&sz=42&tbnid=72MTEeYcQqJZzM:&tbnh=62&tbnw=120&prev=/search%3Fq%3Daya%2Bayak%2Bbasan%2Bastronot%2Bresimleri%26tbm%3Disch%26tbo%3Du&zoom=1&q=aya+ayak+basan+astronot+resimleri&docid=WpImgU-mnHuuzM&sa=X&ei=QS0wToDtBovYsgbr-fkp&ved=0CCYQ9QEwAw&dur=467
YORUMLAR
Şaban Aktaş (Homerotik)
Sağlacakla kal.Selamlar.
....Konusu ve yalın anlatımı ile zevkle okunabilen güzel bir yazıydı.
Usta kalemi kutluyorum.
Selamettin PULAT tarafından 7/27/2011 6:35:39 PM zamanında düzenlenmiştir.