- 657 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
HAMAL (3. Bölüm)
1 Nisan 2010, Hatay-Adana Karayolu
Gözleri kapanma isteğiyle çıldırmasına rağmen pürdikkat ve temkinli sayılacak bir hızla otoyolda ilerlerken ‘’Adana 60’’ tabelasını gördüğünde birden bire altı yüz kilometre daha gidebilecek güçte hissetti kendini. Hiç haber vermediği halde Buğra’ya uğramadan geçemeyecekti yine de, yorgunluğunu gözünden okuyan dostunun ısrarına dayanamayacak ve bu gece Adana’da konaklayacaktı, biliyordu.
Antakya’dan yeterince uzaklaştığını düşünerek sağ kolu Koray’ı aramaya karar verdiğinde güneş o gün çıkabileceği en yüksek noktaya ulaşmıştı. ‘’Ben de yeterince uzaklaştım’’ dedi içinden ve arabayı bir dinlenme tesisinin otoparkına çekerek telefonunu eline aldı. Telefon sadece bir kere çaldığında Koray karşısındaydı; ‘’Burak Bey ben de tam sizi arayacaktım’’ dedi, gerçekten de arayacaktı. Eğer önceden bilgilendirilmemişse mutlaka akşamdan kalınan bir gecikmedir bu ve işkolik patronunun duş alıp bir şeyler atıştırması ve 13:30’da bürosunda olabilmesi için on iki dolaylarında çalar saat görevi görürdü Koray; bu ona verilmiş bir talimat olmasa da iki iş arkadaşı (dost muydu yoksa) hiç konuşmadan böyle anlaşmışlardı. ‘’Biliyorum dostum’’ dedi Burak ve devam etti; ‘’Lütfen sözümü kesmeden beni dinle, belki şaşıracaksın ama tatile çıkmaya karar verdim, bir süre hiçbir işle ilgilenmek niyetinde değilim ve tam olarak nereye gideceğime karar vermedim ama çok uzaklarda olacağım’’ dediğinde Koray dayanamayarak ‘’Ama efendim’’ diyecek oldu ki Burak ses tonunu tatlı sert yükselterek ‘’sözümü kesmemeni rica etmiştim’’ diye çıkıştı. ‘’ Hatırlatmayı isteyeceğin her şey zaten hatırımda, seni zaten bunun için aradım; son projemizle ilgili planımızı yapmıştık zaten, gelişecek her türlü problemde karar verme ve sorunu istediğin gibi çözme yetkisi senin, sana güveniyorum’’ diye devam etti.
Koray duyduklarına inanmakta güçlük çekti bir süre, çünkü patron hiçbir zaman kendisine bu kadar güvenmemişti. Tatilleri genelde kısa sürerdi ve bu kısa süre içinde bile neredeyse yirmi dört saat boyunca telefonla irtibat halinde olurlardı, Koray patronuna bazen sorunu kendi çözümüyle beraber iletir ve çoğu zaman o çözüm kabul edilirdi ama son sözü patron söylemeden olmazdı; ‘’alkolün tesirinde hala’’ diye içinden geçirirken duyacağı şu cümle ile beyninde şimşekler çakacaktı: ‘’Yola çıktım bile, Adana’ya varmak üzereyim’’.
Bu son cümleyi duyana kadar bir iki cümle daha sarf etmişti patronu ama Koray dinlememişti. Nedense kulakları patronunun Adana’ya varmak üzere olduğunu bildiren cümleyi duymamakta inat etmemişti. Cevap veremedi bir süre, yutkundu. ‘’Burak Bey her şey yolunda mı’’ diye sorabildi sonunda. Burak tatlı bir kahkaha attı ve gülümsediğini her haliyle belli eden bir ses tonuyla ‘’Merak etme dostum, her şey yolunda; ben de yoluma devam edeceğim izin verirsen, gözümün arkada kalmayacağından emin olabilir miyim’’ dedi. Koray şaşkın ve mutlu, bir o kadar da tedirgin bir ses tonuyla ‘’Sanırım soru sormamı istemeyeceksiniz ama emin olmak için soruyorum, işlerle hiç mi ilgilenmeyeceksiniz’’ diyiverdi. ‘’Hayır Koray, dönünceye kadar hiçbir işle ilgilenmeyeceğim, bütün projeler sana emanet ve eğer istersen sıfırdan proje bile yapabilirsin, sana ihtiyacın olan vekaletnameyi bugün olmazsa yarın fakslarım’’ dedi kararlı bir sesle. ‘’Anladım efendim, iyi yolculuklar’’ diyerek telefonu kapattı.
Eğer hemen kapatmasaydı patronun şen bir kahkaha patlatarak ‘’kahvemi hazırlamalarını söyle, varmak üzereyim’’ diyeceğini sandı. Oysa patron kahvesini- köpüklü olsun ya da olmasın mutlaka sert ve şekersiz- Mıstık Usta Dinlenme Tesisleri’nde içmek üzereydi ve ‘’teşekkür ederim’’ lafı tamamlanamadan ağzına dolanmıştı.
Burak gülümseyerek telefonunu küçük el çantasına koydu ve arabadan indi. Otoparktaki görevliye arabayı yıkamasını işaret ederek teras sayılabilecek yerdeki masalardan birine oturdu. Otopark görevlisi aldığı işaretin kesin bahşiş olduğunu hesaplayarak, hiç işaret almasaydı bile yapacağı o işi daha bir özenerek yapmaya başladığında Burak kahvesini sipariş etmiş ve annesini aramıştı. Şimdi annesi bin tane soru soracak, karşı çıkacak, biraz dinlendikten sonra geri dönmesini emredecek ve onu susturmak Koray’ı susturmak kadar kolay olmayacaktı. Ama haber vermekten başka çaresi yoktu, o bir anneydi ve her öğle arasında oğlu hala onu aramamışsa mutlaka telefon eder, oğlunun işi varsa ‘’sadece sesini duymak istemiştim, iyiysen sorun yok’’ der kapatırdı. Oğlunun meşgul olma ihtimali bir annenin onu aramasına asla engel teşkil etmezdi ve en geç otuz dakika içinde aranıp yakalanacağını bildiğinden, itiraf etmenin hafifletici sebeplerinden faydalanmak üzere anne aranmıştı. Sonunda mutlu bir ses tonuyla telefonu açan Firuzan Hanım’a nasıl söylenecekti şimdi bu kaçma işi? ‘’Oğlum’’ diyivermişti annesi, oğul her aradığında mutlu, anne aradığında ise sitemkar ses tonuyla söylenen bu ‘’oğlum’’ kelimesinin hiç bu kadar net bir mutlulukla telafuz edilmediğini hissetti ve bir şeyi atlamış olmanın korkusuyla konuşmaya çalıştı. ‘’Annem, nasılsın?’’ Nasıl olacaktı ki, hayırlı evladı yoğun işleri arasında anacığını aramıştı, elbette ki mutluydu ve farklı cümleler kurarak çok iyi olduğunu söyledi evladına.
‘’Anneciğim’’ dedi, ‘’Şaşıracak, belki kızacaksın ama ben tatile çıkmaya karar verdim’’ diye devam ederken Firuzan Hanım o ilk ‘’anneciğim’’ kelimesinden sonra şaşıracağını, belki kızacağını anlamıştı zaten. Hiç şaşırmamış gibi yaparak, ama illa ki biraz endişeyle ‘’Çık oğlum, çık evladım; Samandağ’daki yazlığa mı gideceksin, Adana’ya mı, Mersin’e mi’’ diye sordu. Bu ses tonundan, bu cümledeki hiçbir yere gitmeyeceğini aslında annesinin de bildiğini anladı. ‘’Adana’ya varmak üzereyim, belki Mersin’e de geçerim ama…’’ dediğinde duraksadı, tam yerli yerine oturacak kelimeleri hazinesinden tararken annesinin bildik tepkisini hiç tahmin edemeyeceği cümlelerle duymaya başladı. Firuzan Hanım’ın tepkileri her ne kadar bildik olsa da asla aynı cümleleri kullanmaz, kendini tekrar etmezdi. Annesinin en çok bu özelliğine şaşırırdı ama en çok da bu özelliğine hayrandı… Ne derse desin bu habersiz gidişi anneye izah edilemeyecek, işin kötü tarafı olay asla ‘’babaya havale edilmeyecek’’ ve zafer ya da yenilgi tamamen annenin olacaktı. Her ne olursa olsun, bu telefon konuşmasını asla Burak bitiremeyecekti; ya annesi oğlunu ikna edip geri çevirecek ve telefon öyle kapanacak ya da anne ikna olmasa da yenilgiyi kabul edecek ve evlat yoluna devam edecekti. Burada işin püf noktası Firuzan Hanım asla yenilmezdi, çünkü bir şeyin savaşını veriyorsa mutlaka haklıydı ve haklılar hep kazanırdı. Gerçekten de öyle apar topar kaçar gibi, bir sabah kahvesini babası ve annesiyle içmeden -kahvaltı bile değil- sarılıp vedalaşmadan gitmenin ne alemi vardı; izin mi vermeyeceklerdi, daha ayrı eve çıkmadan bile evde herhangi bir izin konusu söz konusu olmuş muydu -lisede öğrenciyken bile- bağlayacaklar mıydı onu? Evet, annesi haklıydı ama yenilgiyi kabul etmişti, daha doğrusu iki damla gözyaşına oğlunu tav edebileceğini ve geri döndürebileceğini bile bile o oyuna başvurmamış ve soğuk bir ses tonuyla ‘’Telefonla olsun babanla da vedalaş, bahçede şimdi Haydut’la oynuyor’’ demişti. ‘’Telefonla olsun…’’ lafı Burak’ın kafasına balyoz gibi inmiş ve sersemlemişti, ‘’Tamam’’ diyebildi sadece, eğer söylenmesi gereken başka cümleler olsaydı kesik kesik çıkacaktı sesi ama neyse ki bir ‘’tamam’’ yetmişti. ‘’Dikkatli sür arabayı’’ dediğinde sesinde her zamanki anne şefkati vardı; ne de olsa o yenilmeyi kabul etmiş bir muzafferdi.
Burak babasını aradı, biraz önce annenin arandığı bilgisi verildiğinden fazlaca soru sormadı Haluk Bey. ‘’Çok özletme kendini’’ tek temennisiydi babanın zira bu cümlenin içinde ‘’Kendine dikkat et, tatili fazla uzatma ve sağ salim git ve gel’’ barınıyordu, hepsini anladı Burak. ‘’Merak etme babacığım’’ dedi ve telefonu kapattı.
Buz gibi olan kahveyi bir dikişte midesine indirdi, elli ton ağırlığına ulaşan bedenini sandalyeden güçlükle kaldırarak arabasına doğru yürüdü. Araba öyle güzel temizlenmişti ki galeriye götürse o an elinden çıkarabileceğini düşündü ama şimdilik böyle bir şeyi hiç düşünmüyordu, arabasını seviyordu ve sevdiği şeylerden vazgeçmesi hiç kolay değildi ama bir kere nefret etti mi de çok kolay fırlatıp atabiliyordu. Herhangi bir sebeple bu arabadan nefret ederse kolaylıkla satabileceğini garantileyen otopark görevlisine yüklü sayılabilecek bir bahşiş bırakarak arabasına bindi ve yoluna devam etti.
Ufuk Bayraktar
____________________________________________________________________________
Resim : Yılan Kale (Ceyhan / Adana)