- 761 Okunma
- 9 Yorum
- 0 Beğeni
Çoğaltıyorum Rollerimi
Soru: Hayatınız boyunca hiç boyu belinize gelen bir adamdan eşek sudan gelinceye kadar dayak yediniz mi?
Çoğunuzun verdiği yanıt "Hayır", bunu duyabiliyorum. Ama bugüne kadar başınıza gelmemiş olması bundan sonrası için garanti teşkil eder mi? Neyse yola bir hikaye anlatmak için çıkmış sayılmasak bile biz yinede hikayemize dönelim.
Tam dokuz dakika. Markette öylesine bakındıktan sonra raflara suç bulmayıp, hiçbir şey almamış olmamak adına iki adet gazete tutuşturmuştuk ellerimize. Ne komik! Saat neredeyse 16, günün ortasını gelip geçmişiz ama hane halkı tarafından gazete almak için markete gönderilmiş çocuklar gibiyiz. Sabah koşuşturmasını atlatalı hayli zaman olmasına rağmen vakit tüketecek hiçbir şey bulamamanın anlamsızlığında kocaman bir çığır açmıştık. Başı boş zamanlarımın yegane ortağı Tiradi Kemal ve ben adı batasıca Ender. Onun lakabını izaha lüzum yok sanırsam, cümle başları öyle uzundur yokuş aşağıya yuvarlandığınız hissiyle uyanırsınız sustuğunda. Ses tonuna hiç değinmiyorum bile, bir şekilde ona tesadüf eden kulaklarınızı ondan kaçırmak için değil adres, şehir bile değiştirmeyi göze alabilirisiniz. Bana gelince... Israr yok, kötü yanlarımı bırakıyorum kapının dışında.
Yıldırım Anı: "Pardon, sırada mısınız?"
Sadece birkaç tesadüfü saniye gözlerinin içindeki yuvarlak yeşili bandırmıştı içime. O an, oracıkta kalmıştım sözlerimi unutarak. Kasaya iki karış mesafedeyken sağa sola gevşek gevşek bakınıyorduk ve güzel kız emin olamamıştı önümüze geçip geçmeme hususunda. Tiradi›ye bakmaya lüzum bile yoktu, okyanusun yeşilini andıran gözleri bütün hayatı özetler nitelikte çevrelemişti gerçekliğimi. "Gel, ölüme gidelim" deseydi, yanıtım koşulsuz "Evet" olurdu, işte o derece zayıf bir anımda, yumuşak karnımdan vurmuştu beni bu sarışın. Saçları omzundan dökülüyordu, dibi gelmemiş, kesintisiz bir sarıydı tutkuma kement bağlayan. Sonra beş litrelik bidonu güçlükle havada tutan ellerine iliştirdim gözlerimi. İnce, uzun parmaklarında yüzük yoktu, bakımlı tırnaklarını mat bir ojeyle örtmüştü üstelik. Ne deseydim?
Bay Evet Oluyorum: "Rica ederim, buyrun."
Esasında bazı kadınlarda hiç işe yaramıyordu centilmenlik. Doğallığı bozan seviyede davranıp, kendi varlığınızı önemsiz kılacak seviyede aşağıya çektiğiniz zaman onlar için sadece «Kadınsız» bir adam olabiliyordunuz. Bu kez abartısız davranmıştım ve gözlerimi de hızla üzerinden kaçırmayı başarıp etrafla ilgileniyormuş gibi yapmıştım ama her nedense zerre kadar dikkatini çekememişti insanüstü varlığım. "Ben var ya... Enderim" diye içimi dolaşan sokak çığlıkları bir türlü çıkamıyordu dışarı. Bir kerecik baksın ama ben o esnada başka bir şeyle meşgulmüş gibi yapıp havada asılı durayım olmaz mı?
Olur: "Teşekkür ederim."
Söz bitiminde arkasını hızla dönüp dışarı çıkması bir olmuştu.
Soru: Bu teşekkür kimin için? Kasiyere mi? Sıramızı verdik diye bize mi?
Ben üstüme alınıp yanıtı veremeden sokağın karşısına geçmişti bile kız. Ve biz de göz ucuyla takip etmeye başlamıştık. Markette işimizi çabucak halleder halletmez karşı kaldırımlara geçtik tıpkı onun gibi. Gerisini anlatmaya gerek var mı? Hayali zor değil, o önde biz arkada, tempo ondan biraz yavaş. Yalan olmasın, sadece üç dakika kadar sürebilmişti bu takip. Kız aniden apartmanın birine girdi ve bizde bakakaldık tabi ki. Ama yok, bir hezimet değildi bu çünkü zaten ilerleyen günlerde yaşanması muhtemel karşılaşmaların olasılığını arttırmak gayesiyle başlatılmış ufak bir harekat hüviyetinde olduğu için kendimizi başarılı sayabiliyorduk. En azından ben neticeden mutluydum. Ta ki...
Kapı önünde eski model bir arabaya biniyordu minyatür bir adam. Bunda ilgi çekici bir şey yoktu muhakkak ama ikimizinde gözleri aynı anda arabanın bagaj kapağına bulaşmış kırmızılığa ilişmişti. Büsbütün kandı bu.
Alelade: İlk akla geldiği gibi "Arabayı yeni almış. Adetti kurban kesilir" diyerek bolca gülümsemiştim Tiradiye bakarak.
Hayalperest: "Saçmalama. Arabayı görmüyor musun? Külüstür. Ne kan dökmesi? Adam besbelli katil ya da psikopat. Birini öldürmüş bagaja sıkıştırmış ya da birinin kafasını plakaya sürtmüş" diyordu Tiradi.
Sözün noktaya kavuştuğu yerde başlıyordu atışmalarımız. Birimiz kalbiyle hareket ettiği vakit diğeri mantığıyla karşılık veriyordu ve bu önümüzde duran iki güncel konu için sürekli eş değiştiren bir durum halindeydi. Çarpıldığım kız ve arabası kırmızıya bulaşmış adam. Kız muhtemelen şu an evinde keyif çatıyordur ve sorsanız beni hatırlamayacak seviyede işine gücüne bakıyordur. Adam ise arabasına bindiği gibi uzaklaşmıştı gözlerden. Peki ya biz? Tasalarını tutuyorduk. Ta ki...
Görürsen bile inanma: Bir hayat felsefesiydi benim için şüphesiz. Görsem bile bir güzel es geçmeyi becerebilen, bencil ve kendi dünyası dışında bir varlık tanımayan, adını tersi biriydim. Demiştim ya "Alelade" fikirlerim askerlikte öğretildiği gibi hiç el değmeden bugüne kadar muhafaza edebilmişti kendini. O yüzden kötü bir tesadüf eseri tekara önümüze çıkan o, bagajı kırmızı lekeli arabayı fark etmemiş gibi yapma derdi kuşatmıştı zihnimi. Ama yok, Tiradi öyle esrarengiz tutkuludur ki... Ona boyun eğmemek için genlerinizde keçilikten eserler bulunmaya mecburdur. Ne yapalım? Arabanın durduğu yerde bir çay bahçesi vardı ve içeri bakar bakmaz o minyatür adamcağızı görmemiz bir olmuştu, istese de saklanamıyordu kerata. Israr kıyamet adamın bitişiğindeki masaya oturmuştuk. "Kıramıyorum işte can yoldaşımı. Yok bu kadar erken tesirini göstermiş olamaz. Aşk duygusallaştırdı mı beni ne?"
Bana kalsa: Birer çay içtikten sonra çoktan kalkıp gitmeliydik. Adam ikide bir saatine bakıyor olsa bile benim ilgimi çekmeye yetersizdi, hele ki gönlüm o peri kızının sesi ile dalgalandıktan sonra...
Hafiye: Tiradi adama nefes aldırmadan bakıyordu. Her saniye masasındaydı gözleri. Ondaki telaş büsbütün kabartmıştı şüpheci yanlarını ve içinde sonlandırılamayan bir olasılık üretme merkezi açmıştı hizmete. Ben "Gidelim" dedikçe ellerime sarılıyor ve «Biraz daha» diye ittiriyordu. Israr etmeyi sevmediğimden ve aklım fikrim tümüyle yakın geçmiş zamanda olduğundan oralı olmamıştım.
Olan oldu: Bir çeyreklik saat dilimi ve ikinci çayın akabinde şık bir bayan gelmişti adamın masasına. Göz hapsimizi fark etmemiş olmalılar ki kadın yanında getirdiği çantayı adama uzattı. Adam içine şöyle üstün körü bir bakış attıktan sonra "Tamam" manasını taşıyan bir kafa sallamayla gülümsedi. Ok yaydan çıkmıştı işte bu on beş saniyelik görüntünün ertesinde.
Durduramamıştım onu. Tam ikna edecek gibiyken o beni al aşağı ediyordu şeytani sözleriyle. "Ya o kızın ailesinden birini öldürdüyse. Düşün... Kahramanı olabilirsin bu kızın. İşte fırsat." Bir yanım ona inanmıyor, bu aptal cinayet masalına şiddetle karşı çıkıyordu ve eline aldığı telefonu kapatması için yalvarıyordu. Ama o diğer yanım ise tam aksine katılıyordu bu düşük ihtimale. Belki "Evet." Pekala kahramanı olabilirdim ya da en azından bir tanışma vesilesi olabilirdi bu. Çektim ellerimi, telefon etmesine müsaade ettim.
Sonuç: İnanın o kısmı pek anlayamadım. Kırmızılık bir boyaymış herhalde. Bulaşmış bir yerden mi ne? Öyle bir şey.
Beklenen An: Çıkışta tenha bir köşede ikimize karşı tek bir araya gelmiştik. Zerre korkmuyorduk tabi ki. Hatta alaycı gülümsemelerimiz sıradanlanmıştı. Ufacık bir özür bile gereksiz geliyordu dudaklarımıza. Oysa o boynunu iki yana kütletti tıpkı dövüş filmlerinde olduğu gibi. Sanki kısacık bir ısınma hareketiymiş gibi bileklerine daireler çizdirip yaklaştı bize ve "Madem ki polislik olduk. Yok yere geçen zamana acırım. Bir manası olsun buluşmamızın" dedi. Ve biz birbirimize bakıp tekrar gülümsedik.
Gözyaşı: Bir yakınım vefat ettikten beri hiç ağlamıyorum, yani nerden baksanız tam on yıl diyerek böbürlenirdim. Lakin bu minyatür adam o dakika, lafı fazla uzatmadan gözümüzden yaş gelene kadar ikimizide dövmüştü. Bir süre sonra sadece bir o yana bir bu yana savrulduğumuzu algılayabiliyorduk. Ve biz çok inlediğimiz için mi yoksa kendi yeterli görüp merhamete geldiği için mi durdu bilemiyorum. Ama şükürler olsun ki durmuştu nihayet. Son olarak biz kayıt dışı durumdayken kulaklarımıza eğildi ve "Polise gidecekseniz fazla uzaklaşmayayım. Şurada iki çay içer beklerim sizi olur mu?" demişti. Biz "Aman" bile diyemeden yığıldık.
İyi tarafı: Her ne kadar bu hikayeyi ilk ağızdan anlatıyormuş gibi görünüyor olsam da, burdaki minyatür adam benim, şükürler olsun. Gerçi boyum o kadar kısa sayılmaz ama selvi boylu da sayılmam. Yani hile yaptım bu kez. Her iki taraftan da kahraman olmayı tercih edip başrolü de kimseye kaptırmadım. Bağışlayın, bencil ve türüne ender rastlanan bir adamım işte.
YORUMLAR
Yazınız yine güzeldi Hemşerim; hem de değişik... az evvel yazınızı okumuş ve uzunca bir yorum yapmıştım ama yangın telaşesiyle yorumu kaydetmeyi unutmuşum:(
Polisiye hikayeler yazma yeteneğiniz de var, kaleminiz her yöne rahatlıkla akıyor.
Tebrik ederim..........saygımla
Umut Kaygısız
Sahiden de roller çoğalmaya başlamış, kutlarım.Bu demektir ki, kaleme her tür konu yakışıyor.
Bana göre herşey tadındaydı.
Kimi insan çayını şekerli içmek ister, şekerli olduğu halde yanında şekerli kurabiyeyi de eksik etmez.oysa diğeri şekersiz çayla mutludur.en doğrusu sadece çayı ikram etmek, şekeri ortaya bırakmak.
Konuyu gayet güzel yerde ve olması gereken şekilde bitirmişsiniz.Çocuk hikayeleri gibi, masal da buracıkta bitti demek gerekmiyor.
Tekrar kutlarım kaleminizi.
Umut Kaygısız
Umut Kaygısız
Başlık ipucu vermiş zaten..:)
Okuduğum İlk yazınızdan itibaren tüm algılarımı açmam gerektiğini anlamıştım..
Muhakkak okuyanı şaşırtan ilgiyi canlı tutmak için gerekli herşey bulabiliyoruz.
Bu arada
Tiyatro yaptığımdan söyliyebilirim ki
birden çok role girmek öyle yazıldığı kadar kolay değil..:)
Ama yazarken anlatanın da mimyatür adamında mimiklerini dahi değiştirebilmişsiniz.
Bravo diyorum
Umut Kaygısız
Umut Kaygısız
Yalnız yazıda değil fiziksel olarakta güçlü olduğunuzu öğrendik :)) Güzel ve akıcı bir hikayeydi...Size eleştiri yaparken daha dikkatli olacağım bundan sonra ;)
Yüreğinize sağlık minyatür adam...
Tebriklerimle...
Umut Kaygısız
:)
kandırıkçı sizii :)))
yalın ve sürükleyici bir anlatımdı ...
aralarda minik nüanslarla okuyucunun ilgisini canlı tutmayı gayet güzel başarmışsınız ...
tebriklerimle ...