- 833 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Uzun Saçlı Adam -2-
...
Akrep dokuza, yelkovan altıya kavuştuğunda bedeni uykuyla vedalaşıp, gözleri on yıldan sonra çok İstanbul bir İstanbul sabahına açılıyor uzun saçlı küpeli adamın. Akrep ve yelkovanın, yan yana geldiklerinde simetrik tersliklerinden ötürü kolundaki ying yang dövmesine benzer bir şekil oluşturarak birbirlerini tamamlayan bu iki rakamı işaret etmek için girdikleri 90 derecelik münasebeti görünce, bir öğrencinin uykudan gözünü açtığında saatin sınavın başlangıç saati olduğunu görmesi benzeri arabesk bir huzursuzluk yaşıyor bünyesi. İstanbul’da İstanbul’a göz açmak için oldukça geç bir saat olduğunu düşünüyor 9u buçuk geçe ya da 10’a buçuk kalanın.
Hijyen merasimi için bavulundan havlularını ve defne sabununu çıkarıyor uzun saçlı adam. Güneş ışıkları süzülüyor defne sabununun üstüne. Sanki güneşten kaçarcasına birden elinden kayıveriyor defne sabunu. Güneş defneyi takibinde ısrar ediyor. Banyonun kıyısına kadar geliyor sabun defne. Banyo eşiğine çarpınca donup kalıyor. Sabun defnenin güneşten kaçışı eşik kuvvet tarafından engelleniyor.
Çok ürkek defneyi himayesine alıp giriyor uzun saçlarını her zaman bu sabunla yıkayan, uzun saçlı, küpelerini banyodan önceki uyku sebebiyle çıkarmış adam. Duşsal bir hızla bitiyor hijyen merasimi. Saç su ve sabun vedalaşıyorlar yarın görüşmek üzere.
Varlığı aldığı zamandan ötürü id’ine yokluğu ise yarattığı görsel eksiklik sebebiyle hem egosuna hem süperegosuna ters hazırlanma merasimi başlıyor duş süsü verilmiş banyodan sonra. En uzun süren saçlarının hazırlanması oluyor. Çünkü en çok özeni yirmi üç yıllık dostuna gösteriyor.
Kıyafet seçimi o kadar vaktini gasp etmiyor. Siyah yeleğin ve kot pantolonun sabit, altına giyeceği şeyin ve kotun renginin değişken olduğu geleneksel kıyafetinin değişken kısımları için kartal desenli beyaz t-shirti ve İstanbul mavisini tercih ediyor. Kıyafetler ve renkler bu tercih edilişten memnun oluyor.
Tüm bu hazırlanış merasimi sırasında da on yıllık hasretten sonra kavuştuğu İstanbul’da neler yapacağını gönlüyle müzakere ediyor uzun saçlı adam, on yıldır eyleme dönüşmeyi şeytanın bir günahı beklemesi gibi bekleyen binlerce İstanbulca şey izdiham halinde kıvranırken.
Hatıralarına uyarak güne Gülhane’de bir kahvaltıyla başlamaya karar veriyor uzun saçlı ve küpelerini biraz önce takmış adam. Gülhane’de kahvaltı fikrinin eylemliğini kıskanıyor eyleme dönüştürülmede birinci olamayan diğer İstanbul’ca şeyler.
Otelden çıkıp ilk gördüğü simitçiye el ediyor uzun saçlı adam. Uzun saçlı adamın on yıldır el ettiği ilk simitçi olduğundan bihaber üçtanebirliracı simitçi “kaç tane ağbi?” diye soruyor oldukça simitçice. “Üç tane kardeşim” diye cevap veriyor uzun saçlı müşterisi onun simitçiliği kadar müşterice. “Hemen ağbi” diye simitleri seçmeye koyuluyor simitçiceye çok hakim simitçi.
Simitlerin kokusu burnuna ulaşınca “beş yap kardeşim” diyor simitsemesi artan uzun saçlı adam. Simitçi “hemen ağbim” diye hem müşterisini hem simitleri sahipleniyor. “Altı tane yapayım iki lira düz olsun mu ağbim?” diye hesaplamada düzlüğe çok düşkün bir esnaf şuuruyla soruyor simitçiceye olduğu kadar esnafcaya da hakim simitçi. Uzun saçlı adam çok esnaf simitçinin talebini “Olsun” diye yanıtlayınca simitler altı, fiyat düz, simitçi mutlu oluyor.
Simitler poşetlenip, poşetler simitlendikten sonra, ücret olarak beş dolar uzatıyor, henüz dolar bozdurmaya vakit bulamamış uzun saçlı adam, kendisine uzatılan beş dolara şaşkın şaşkın bakan simitçiye. Onun “ben bunu nasıl bozacağım şimdi” telaşını da “Haydi eyvallah kardeşim” diye “Allah razı olsun” mutluluğuna dönüştürüyor. Yeni halinden çok memnun oluyor telaştan emekli, burnu çiçekli mutluluk.
Ortabahçe caddesinden Dolmabahçe caddesine doğru yürüyor uzun saçlı küpeli ve altı simitli adam, simitlerine eşlik etmek üzere beyaz peynir ve siyah zeytin alabileceği bir bakkal arayarak. Bakkal yerine bir market çarpıyor gözüne. Bakkal beklerken market tarafından çarpılan gözü marketten pek hoşlanmasa da, Şehit Asım Caddesindeki bakkalımtrak marketçiğe doğru yöneliyor uzun saçlı küpeli, altı simitli ve siyah zeytinle beyaz peyniri bir hayli özlemiş adam. Markette, marketçiliğin felsefesinin amaçladığı şekilde gördüğü ana kadar aklında olmayan fakat onları gördüğünde canını hortumlayan bir çok şeyden güç bela sıyrılarak sadece siyah zeytin ve beyaz peynir eşliğinde geliyor kasaya. Yıllardır özlemini çektiği bu iki kahvaltılığın renkleri de yan yana gelince ayrı bir hoş görünüyor siyah-beyaz a çok düşkün gözlerine.
Kasada, yaptığı işten keyif almadığını çok sıkılmış of puflarıyla ve o of pufların görselleşmiş hali olan yüz ifadesiyle dışa vuran kasiyer kız yapmacık bir gülümsemeyle hoş geldiniz diyor bu çok suni hoşgeldinizi aromasındaki yapmacıklığına rağmen on yıldır yabancı kasiyerlerden duyduğu “heyy hav yu doğon” a tercih eden uzun saçlı adama. Of pufçu kasiyer kız of puflamaya devam ederek dıt dıtlıyor uzun saçlı adamın aldıklarını. “10 lira 25 kuruş” diye fiyat beyan ediyor of pufluğu tavana vurmuş çok kasiyer kız çok kasiyer bir üslupla. Elini cebine atıyor uzun saçlı adam. Uzun saçlı adam tarafından cebe atılan el cepte 10 dolara rastlıyor, ve onunla beraber kasiyer kıza doğru kalkışa geçiriliyor kol tarafından. Of pufçu kasiyer kız uzun saçlı adamın elinin çok yabancı bir parayla ilişkisini görünce inceden telaşlanıyor. “Yalnız bunu alabiliyor muyuz sormam lazım” diyor bir ekip olduklarını bildiren birinci çoğul şahıslı cümlesiyle. “Osman beeeey” diye e’si bol sesleniyor marketçiğin müdürcüğüne. Hemen geliyor müdürcük Osman bey. “Beyefendi dolar vermek istiyor da, alabiliyor muyuz?” diye soruyor kasiyer kız kendisi gibi, daha önce böyle bir durumla karşılaşmamış Osman Bey’e. Kasiyer kızın bu durumdaki tecrübesizlikdaşı Osman bey müdürlük inisiyatifini kullanarak “tamam alın, ama dolar ne kadar onu sor” diye müdürvari bir emir kipi kipliyor on doların kabul edildiğini beyan eden onay cümlesine. Müdüründen aldığı onay sayesinde sorunu çözülmüş of pufçu kasiyer kız telefonla doların ne kadar olduğunu sormak için “bir saniye” diye müsaade istiyor, bu işlemin bir saniyeden uzun süreceğine hiç şüphesi olmayan uzun saçlı adamdan. Kendisinden istenen müsaade süresi istenme cümlesinden bir saniye sonra dolan fakat hala beklemesi devam eden uzun saçlı adam üstü kalsın diyebileceği bir bakkalda bu zaman kaybının asla yaşamayacağını düşünerek bakkalsıyor bu bakkalsamasından bihaber, üst sevmeyen üstü kalsınsız marketin zaman hortumcusu çok dıt-dıtlı kasasında.
Artık doların kaç liraya tekabül ettiğini bilen kasiyer kız, telefonda duyduğu şeyi hesap makinesiyle çarpıyor, çıkan sonuçtan 10 lira 25 kuruşu çıkarıp 5 lira 45 kuruş uzatıyor 6 sıfırsız Türk parasını ilk kez gören uzun saçlı adama. Uzun saçlı adam bu altı sıfırsız parayı, yeni çıkan para ilk kez eline geçen bir çocuk gülümsemesiyle inceledikten sonra cebine koyuyor.
Markette yaşadığı zaman gaspından elde ettiği tecrübe ile biraz dolar bozdurmaya karar veriyor. Ortabahçe Caddesinin Beşiktaş Caddesine kavuştuğu noktadaki döviz bürosunda yüz dolar bozduruyor. Bozulan dolar bu bozuluşa da bozulup bozulmadığı bilinmeden bozucu tarafından kasaya yerleştiriliyor.
Uzun saçlı adam, Beşiktaş Caddesinden Dolmabahçe’ye doğru yürürken “Dedeee simit istiyooom!” diye son hecelerindeki sesli harfleri bol, simitsel feryat tonlamalı bir kız sesi duyuyor hemen arkasında. Bu sesin hemen akabinde arkasını dönüp poşetindeki simitlerden iki tanesini dedesinin elinden tutmuş, az önceki simitsel feryadın sahibi saçları çift örgülü minik bayana uzatarak dedesinin etraftaki simitçi eksikliğinden ötürü yaşayacağı muhtemel bir “eyvah nereden bulacağım şimdi simidi” kaygını başlamadan sona erdiriyor. Tereddüt ediyor önce çift örgülü küçük kız. Zihninde, yabancılardan bir şey almama evrensel öğüdünün ama canım istiyoruyla girdiği çatışma bir simitlere bir dedesine kayan bakışlar halinde yüzüne yansıyor. Dedesi ilk başta yaşadığı şaşkınlıkla, torunu gibi kısa bir tereddüt yaşasa da uzun saçlı adamın gülümsemesindeki sıcaklığın yarattığı güven onun tereddüdüne, o da gözleriyle küçük kızın tereddüdüne son veriyor. Küçük kız simitlere dedesi rahatlığa uzun saçlı adam ise mutluluğa kavuşuyor.
Daha sonra Kabataş istikametli yürüyüşüne devam ediyor uzun saçlı adam. Her bir adımında İstanbul doluyor, İstanbul oluyor yüreği. Gerçek diye tasavvur edilen dünyada Beşiktaş’tan Kabataş’a hayalinde ise şimdiki zamanlı tasvirlerini –di’li geçmiş zamana kaptıran gençliğine çocukluğuna yürüyor. Adımları zahirde geleceğe tahayyülde maziye atılıyor. Hayal gerçek,gerçek hayal oluyor. Aradaki fark git gide kayboluyor.
Bir yandan da düşünüyor, düşündeki zaman karmaşasının eşliğinde. Silinir mi geçmiş hatırlayan kimse kalmayınca? Hatırlanmaya mı mahkumdur geçmiş sahi varolmak için? Yoksa o, zamanın bir köşesinde devam eder varlığına da biz, görme kudreti zahirle maddeyle sınırlı aciz varlıklar mı göremeyiz onu? Peki gelecek nedir neresindedir zamanın? Gelecek ve silecek midir geçmişi, geçmişin torunu gelecek? Gelecekte geçmişteki şeylerin hangileri olacak? Zaman sahiden de hem geçmişe hem geleceğe yuva olacak kadar büyük müdür? Peki ya hayal neyden ibarettir? Geçmişini bilmeyen birinin hayali olabilir mi? Veyahut geleceği düşünmeyen biri hayal kurabilir mi? Zaman kipi nedir hayalin, geçmiş mi gelecek mi? Yoksa hayal bu ikisi arasında bir orta yol bulabilir mi?
İşte bu sefer de uzun saçlı adamla beraber bunları düşünmeni istiyorum sevgili okuyucu. Fakat merak etme bu sefer düşündüğünü yazmanı istemeyeceğim. Hayal kadar özgür ol düşünürken herhangi bir görünme kaygısı hissetmeden. Yazma ki kimse görmesin hayallerini. Görünenin maddiyatı değil görünmeyenin maneviyatıdır değerli!
Zaman gibi…
Hayal gibi…
...