- 1007 Okunma
- 17 Yorum
- 0 Beğeni
Drogi Vaziyette Kal
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Dört, beş, altı... Tam yerinde aralamıştım gözlerimi ve yedi demesine mahal vermeden doğrulup iplere ellerimi uzattım. Hakem gözümün içine konuşlanıyordu o an ve ufacık bir işaretimi bekler gibi aralıksız bakıyordu yüzüme. Sonra dudaklarının hareket ettiğini fark etmiştim ama duyamıyordum söylediklerinin tamamını. Hiç bir ses yakın değildi ter döken benliğim kadar bana. Sadece tecrübeyle sabitti yürütmüş olduğum fikirler ve kafamı aceleyle sallayıp "İyiyim" dedim. "İyiyim. İyi miyim?" bir saniye bile soluklanmadan yanıtsız bırakıyordum içime abanan soruların kuyruğuna takılmış işaretleri. "Hayır, yanlış zaman." Mutlaka peşi sıra nefesini hissedecektim ensemde ve gözlerimi çekiştirirken yeniden sinyali bozuk bir ses erişecekti bayılmak üzere: "Gerçekten mi?" Bilincini yitirmeden defolmamak benim için kendi ruhumdan çalınmış büyük bir sözdü, bir sipariş değil. Çalıntı hatta zorlamayla el sürülmüş, en ücra köşelerinde artık besinlerle karnını doyurmuş yoksul bir öyküydü bakışlarımın arkasına sakladıklarım ve ben ölsem ihanet edemezdim o yaralı çocuğa. Hiç kimse musallat olmasın "İyiyim."
"Lütfen bakma öyle. Eksik kalır bir yanım üşüşürken gözlerin üzerime. Adını sahipsiz bırakamam okyanusların, ismin haritaya düşmeye mecbur. Bakma kısa bir aralıkta dev solukla, kalkanım havaya kaldırılamayacak kadar ağırlaştı. Mesken tutarım ayaz gecelerde göz çukurlarını. Kaldırımlara düşer şavkı kesik kesik ama gece kondularım biter yanı başında. Tut kaşlarını, çatma bir kez olsun. Düşer yokuş aşağıya tıka basa birikmiş "sen"’ler. Bırak ellerinin yerini alsın ellerim, çıkart eldivenleri hava soğuk değil. İzin ver geceden evvel sürme çekmeme. Ve son sözün yemin gibi kazınsın dudaklarına. Tekrar et olmadığım zamanlarda. Seviyorum de... Sadece seni diye özne eklemeden sev..." Retinasına bir kaç damla "Geri geleceğim" damlattıktan sonra tiz sesli bir dilencinin hayır duasına emanet edebiliyordum sevgilimi. Ancak bir hususta müsterihtim o da hayatta tutamayacağım bir sözü vermediğim tek insan olmasıydı. Seviyordum onu, bağışlanabilecek kadar. Ne eksik ne de bir gram fazla. Bir gün gidersem "Neden?" diye sormasına müsaade etmeyecek ve geri gelirsem "İkinici bir neden" aramasını anlamsız kılabilecek kadar seviyordum onu.
Bir, iki, üç, dört... Kaçta kaldığını parmaklarını işaretleyerek çözebiliyordum. Çocuklukta öğretilen kibrit çöpü oyunu faydasını şimdi gösteriyordu işte. Kalktım, bir an zihni muaccel olmuş bir çocuğun yürek tıkırtısına dönüyor gibi olduysam da bu sadece savunmasız kalmanın verdiği anımsatmadan ibaret olmalıydı. Göz ucuyla kenara baktım. İki elini yana sert biçimde açarak "Yeter mi?" diyordu. Ağızlığımın dudaklarıma batan kısmında ince bir sızıntı dökülüyordu. Gülümsedim, kafamı her iki yana sallayarak ısrarla "Hayır" biçiminde korktuğum duvarlara geri döndüm. Ve tabi kömürsüz evin en ılık odasında yarım kalan düşlerime de.
Ağabeyim yüksek sesle okurdu, her defasında zihnine girmeyen ayrıntıları belki yüzlerce defa. O öğrenmedikçe ben de kulak aşinalığı olurdu dersleri, bu sayede iki yıl önceden yetişirdim konulara. Öyle isterdi annem, babam. Yoklukta bir varlık bulmuştuk, o da biraz daha okumak. Kitapların kör masallarında ne kadar hayal edebilirseniz oraya kadar göç etmeniz mümkündü. O yüzden bayılırdım tarih derslerine, surat asmadan dinlerdim anlatırken ağabeyim ve çayın içinde unuturdum bisküviyi bazı zamanlarda, dağılıp düşene kadar melül melül dinlerdim işte. Hayır, kabahatli bayat bisküviler değildi. Bakkalın son kullanma tarihi geçmiş veya fazlaca kırıklanmış olduğu için bir kenara fırlattığı paketlerden daha gerçek olan bir şey varsa o da kitaplara sığınmış dokuz numara bedenlerimizdi. Bir yanımda ağabeyimin sil baştan badana ettiği duvarlar, içine hayal gücümle sığdırdığım yüzlerce kahraman gölge ve diğer yandan da annemin eski usül dikiş makinasının tıkırtıları. Sırf bu yüzden uykularıma giren, en sık tekrarladığım rüya olurdu kahvrengi terlikleriyle ittirdiği dikiş makinesi. Sonra uzun bir müddet kapatırdım gözlerimi. Hatırlamak için hevesle koşardım siniye ve yine kapatırdım gözlerimi, çünkü fark etmek daha çok acıtırdı kalbimi. Annemin tabağına tesadüf eden et parçacıklarını benim tabağıma ittirmesini görmezden gelirdim ama boğazımdan inen her bir lokma daha çok yakardı içimi. Babama gelince, bazen gündüz bazense gece... Evde varken yokluğunu o kadar kanıksamıştık ki hiç mi hiç acıtmıyordu artık onunla paylaşamadıklarımız. Hatta sadece var olduğuna şükretmek bile büyük bir teselliydi bizler için kimi zaman.
Tekrar üç, dört... Kulağımda çınlayan seslerin bütünlüğü kaybolmuştu adeta. Kaşıma hafifçe dokunmuştum. Feci bir açılma olduğuna bahse girerim. Sadece bir dakikam vardı dinlenebilmek için ve tek hissettiği süratle yellenen havlunun serin fırça darbeleriydi, göğsümü yerinden çıkartırcasına keskin, dirhemlere ayrılmış. Bu esnada hoca önce susardı, bilirdi ki ilk otuz saniye konuşsa bile işitme imkanım olmayacaktı. Sonra elleriyle gözlerimi açarak "Evlat. Bırakalım istersen. Puan olarak yakalaman imkansız. Nakavt etmen de mucize. Boşuna dayak yeme" diye upuzun bir konuşma yapmıştı ve benim bu cümleleri bir araya getirip düşünmem bile en az beş dakikamı alırdı. Oysa beklemeye zamanımız yoktu. "Hayır. Onu ikiye bölebilirim pekala." Bazen kendi söylediğin bir yalana inanmak hiçbir şeye inanmamış olmaktan daha iyidir. O yüzden sımsıkı sarılıyordum uydurduğum olasılıklara. "Bugün çıkartma eldivenleri. Yarın için anlatabilecek bir şeyin olsun." Ağızlığımı tekrar yerleştirdim ve cesareti diz kapaklarımda bir uzuv olarak hissederken çevremde çığlıklarıyla enseme yetişen insanlar bunu aptallık olarak görüyordu. "Sorun yok, zekam kısa süreli bir saygı kazanma dışında ne işime yaramıştı ki? Aptal bir adam her zaman alkışlanır, geliyorum."
"Hayır. Söz ver bana. Bir daha asla kavga etmeyeceksin." Annemin elimi yüzümü silerken öfkeyle söylediği sözdü bu. Ağabeyimi döven üç çocuğu çok fena biçimde patakladıktan sonra kocaman bir "aferin" almayı beklerken bulduğum sert karşılıktı. "O doğuştan yetenekli anne. Görecektin. Neler yaptı neler? Benim canım kardeşim" Sonrasında dönemsel olarak tekrar eden iç çekişmeler... Bazen akıllı, çalışkan bazen ise huysuz, öfkeli ve hayat yerine başkalarını döven. Bu dengesizlik ruhuma sirayet edene dek hoşnut bile sayılırdım ikiye ayrılmış ruhumdan ama bir gün bu ellerin hiçbir şeye çare olamadığını ve dahası çareye uzanamayacak kadar aciz olduğunu öğrenince ilk yumruğu sevdiğim kıza atmıştım. Sonrası mecburdu sanki gerisi gelmeye. Babamla anımsadığım ilk göz temasımızdı: "Ne yapabilirim? Hiç bir yerde iş yok." İki elimi sıkıca tutup birleştirdiğini anımsıyorum rahmetlinin. "En iyi bildiğin şeyi yap evlat. Ve durma. Arkanda durmaz yarın."
Şuursuz bir saldırıydı hepsi. Kim olduğumu ispatlamaya çalışırcasına ve bu defa ayaklarıma tutunmadan öne doğru sıçrayarak. Sadece vurmak için gidiyordum tüm defans bağlarımı arkada bırakarak. Küçük, kısa bir şerit olmuştu hepsi. Zihnimi çok yormadan, devşirme bir karar neticesinde vücudumda hapsettiğim bütün öfkeyi kusmak için savurdum yumruğumu. Bir ve iki... Kapandı gözlerim. Yedi... O karanlık içerisinde yüzümün orta yerine sarılan beyaz bir örtü ve sekiz... Gerisini duymama imkan vermeden gong sesi bitti başucumda ama kalkamadım. Çünkü kalkmak için önce düşmek lazımdı ve gerçek, o an hayatım aktı terli omuzlarımdan aşağı: Ben hiç yere düşmemiştim ki!
YORUMLAR
tebriklerim günün yazısına hayata kattığınız düşün dolu ışıltılara iyi ki varsınız Umut dost..:)
sevgim saygım selamlarımla..
Umut Kaygısız
Umut Bey, yazılarınızda değişik bir tat var; okuyanı sayfaya hapsedebiliyorsunuz.
Bu bir yetenek ve Allah bu yeteneği size bolca vermiş.
Tebrik ederim.
saygımla.
Umut Kaygısız
Emine UYSAL (EMİNE45)
Gerçekten çok hoş ve farklı.
Yer yer güldüm ve duygulandım.
Ders de veriyordu duğrucu tarafından.
Usta işi bir çalışma olmuştu.
Tebrikler ve selamlar.
Umut Kaygısız
umut kardeşim en başından beri aynı fikirdeyim sen yaz dostum
o kadar yakışıyor ki kalem ve ana sayfa... sayende yazı okumaya başladım
tebriklerimi bırakmak yetmeyecek kadar güzeldi...saygımla
Umut Kaygısız
Ben hiç yere düşmemiştim ki....
Yine sevdiğim bir yazınızı günde görmek mutlu etti beni....
Haklı başarınızı kutluyorum Umut Bey....
Sayılarımla...
Umut Kaygısız
Güne gelen bu harika yazıyı ve yazarını tebrik ediyorum. Sevgilerimi yolluyorum...
Umut Kaygısız
Umut Kaygısız
Yok hayır hayır kesinlikle düşündüğüm gibi siz herkesi müptelanız etmekte kararlısınız emin hem de çok emin adımlarla ilerliyorsunuz. Ya da siz çok ünlü bir yazarsınız ama kimliğinizi gizliyorsunuz olabilir mi.İnanın ciddi ciddi şüpheye düşmeye başladım.
Ne zamandır takip ediyorum olağanüstü bir anlatım.Cümle yapılarıyla, duygunun ifadelenişiyle bu kadar da olmaz ki ama...
Şaka bir yana Olağanüstü bir güzellik.Tek kelime ile mükemmel.
Gönülden tebrik ederim hocam.Haklı başarınızı ve yön veren yüreğinizi.Saygılarımla.
Umut Kaygısız
Ziyaretiniz ve güzel sözleriniz için ayrıca teşekkürler.
Defterin nesir bölümü kendini yeniledikçe zenginleşiyor zenginleştiriyor...
Yeni isimler ve daim isimlerin mozaiğinde oluşan bir kalite var....
Ne güzel...
Kutladım çokca...
Umut Kaygısız
Drogi vaziyette kalmak budur işte Umut.:)
Hakettiği yerde bir eserdi..(her eserin gibi)
Tekrar kutlarım
Umut Kaygısız
Umut Kaygısız
asran
Sitemizde Azerbaycan Türkü bir müellifimiz var bir müddettir son derecede güzel çalışmalar çıkartıyor. Bu gece seçki kuruluyla inisiyatif kullanarak kısa bir süreliğine onu nesir sayfası arkadaşlarımıza tanıtmak istedik. Uzun süreli olarak ana sayfada tutma imkanımız yoktu zira Türkiye Türkçesiyle yazmıyor Sayın Coculu.
Sizin içinde güzel bir şaşırtmaca ve sürpriz olmuştur umarım ve ümit ederim ki Sayın Coculu nun çalışmaları okumayı seven arkadaşlarımız tarafından farkedilmiştir bu vesileyle.
Güzel bir çalışmaydı, devamını merakla bekliyor olacağız. Selamla...
Umut Kaygısız
Umut Kaygısız
Umut Kaygısız
Umut Kaygısız
Kemnur
Umut Kaygısız
Kemnur
İYİ YOLCULUKLAR DİLERİM...
drogi vaziyetinde kalarak okudum yazıyı.
ve en çok babaya esas durdum.
"düşmek için kalkmak gerek" dediğini duyar gibi oldum...
yazılarınız da hep yedi'nin yedisi var, bir ailenin huzuru ile büyümüşlüğün kalemi yontulmuş.ne kadar geri dönseniz de, yedi sizi tekrar yakalıyor.
öykü bile olsa, sonunda kalem kendi yazmış...Ben hiç yere düşmemiştim ki!
babanız mutlaka demiştir; oğlum sakın düşme ama bir gözün de her zaman düşmüş insanlarda olsun.
iyi dileklerimle.
Umut Kaygısız
Davidoff
zaten belli ki, kendisini hep drogi vaziyetinde okutacağa benziyor.
iyi çalışmalar.
Umut Kaygısız
Kahraman yere düşmeden yediye kadar gelebilmiş..
Sahi, düşmek bizim yanılsamamızmış..
Başımın ağrısı gerçek ama o ağrı orada mı gerçekten.:)
Senaryo yazmayı düşündün mü hiç arkadaşım.
Tebriklerim ve selamlarımla
Umut Kaygısız
Çok teşekkür ederim, günümde güneş oldunuz yine..
Çok farklı bir çalışma. Üzerine başka bir şey okumayı düşünmediğim kadar...
İmgeler çok farklı, düşünülmüş ve çalışılmış vuruşlar.
Saygılar.