Nerede?
Günlük yaşamımızın telaşı ve koşuşturması içinde bazen bir sohbette ortaya atılan bazense öyle nedensizce aklımıza geliveren ve bize yaşamın kısalığını, dünyanın faniliğini, zamanın acımasızlığını ve değişimin kaçınılmazlığını hatırlatan sorular vardır. “Nerede” sözcüğüyle başlayıp konunun niteliğine göre sevgiyle, hüzünle, mutlulukla ya da sitemle sona eren nostaljik sorulardır bunlar. Ramazan ayı yaklaşmışsa “Nerede o eski Ramazanlar?” deriz örneğin. Ramazan ayı bitip de bayramla buluştuğumuzda ise “Nerede o eski bayramlar?”a dönüşüverir sorumuz. Bir cevap almaktan ziyade geçmiş güzel günleri yadederek biraz olsun huzur bulabilmek, toplumun ayak uydurmakta zorluk çektiğimiz değişen yargı ve değerlerini eleştirebilmek ve bazen de kendi mutsuzluğumuzdan ötürü başkalarını suçlayabilmek için sorarız bu tür soruları. Ve işin tuhafı aynı anda garip bir haz ve hüzün duygusunun kaplamasıdır içimizi böyle bir soruyla karşılaştığımızda. Genç olmamız bile hiçbir şeyi değiştirmez: Yaşlandığımız hissine kapılırız. Yaşam hem çok kısa-çok uzun, hem çok saçma-çok anlamlı ve hem de çok çirkin ve çok güzel gözükmeye başlar gözümüze. Onca çalışmanın, çabanın, hırsın ve koşuşturmanın hangi yüce amaç uğruna olduğunu düşünerek kendimizi ve yaşamımızı sorgularız: “Neydik?”, “Ne olduk?” ve “Ne olacağız?”. Yeterince gün görmüş ve dürüst olanlarımız “Bir hiç!” cevabını verir tüm bu sorulara. Nispeten daha genç ve halen gerçekleştirebileceğine inandığı hayallere ve umutlara sahip olanlarımız ise cevap vermekten kaçınarak ya da kaçamak cevaplar vererek itinayla üstünü örter soruların. Bu, yaşlılarla gençler arasındaki farkın su yüzüne çıktığı noktalardan biridir aynı zamanda: Yaşlı bir insan ne yaşamış, ne başarmış, ne elde etmiş olursa olsun yaşamın çarpıklığını ve eksikliğini görebilmiş, geçiciliğini özümseyebilmiştir çünkü. Kimilerimiz buna tecrübe de der. Genç birey ise karmakarışık bir akılla halen dünyayı çözümleyebilmek için uğraşmakta ve ‘yaşamadan bilinmez’ misali ‘öğrenebilmek için yaşamaya’ çalışmaktadır. Gene de bu, eşsiz olduğuna inandığı ama hayalkırıklığıyla sona eren bir aşkın ardından konu aşktan açılınca efsanelerden ve öykülerden aşina olduğu âşıkları kasıtla “Nerede o eski aşklar?” diye sormasına engel değildir tabii. İşte bu yüzden bu kadar sıradan ve bu kadar sıradan olmasına rağmen -sıradanlığın özüne aykırı olarak- bu kadar değerli ve özeldir bu sorular. Genç ya da yaşlı, zengin ya da fakir, güzel ya da çirkin olmamız hiçbir anlam ifade etmez çünkü. Hepimiz sorarız:
Nerede o eski bayramlar?
Nerede o eski aşklar?
Nerede o eski âşıklar?
Nerede o eski gençler?
Nerede o eski çocuklar?
Nerede o eski insanlar?
Nerede o eski dostlar?
Nerede o eski dostluklar?
Nerede o eski dünya?
Nerede o eski sevgi?
Nerede o eski saygı?
Nerede o eski huzur?
Nerede o eski mutluluk?
Nerede o eski günler?
Nerede o eski zamanlar?
Ve sorular, sorular, sorular…
Sahi, nerede tüm bunlar? Bu kadar mı boşalttık yaşamın ve dünyanın içini? Bu kadar mı kötü, boş ve sıradanız? Bu kadar mı yitirdik anlamı?...
Belki de hiçbir zaman sahip olamamışızdır hiçbirine. Her şey bir yanılsamadan ibarettir sadece. Ya da yaşamın ve zamanın tam içinde saklıdır tüm cevaplar. Şarkıda da dediği gibi: ‘Nasıl oluyor vakit bir türlü geçmezken, yıllar, hayatlar geçiyor’ ki?
Bilinmez…