- 1133 Okunma
- 14 Yorum
- 0 Beğeni
HİÇ BULUT YOK
Siz hiç, kanatlarını kara birer ceket gibi omuzlarına asmış, mutsuz böcekler gördünüz mü?
Ben gördüm onları.
Saat sekiz. Uzun kuleleri olan, kirli beyaz bir binanın girişinde, içeriye girebilmek için bekliyorlar. Kuyruğun önünde esneyen görevli böcek, kimliği olmayanları koridorun sağ tarafına diziyor. Yetkili böcek gelince onların icabına bakacak.
Vızırtıları E-5’e kadar geliyor. Arabayı sağa çekip yanlarına gidiyorum. Benim gibi bir şeyi ilk defa görüyor olmalılar. Bir süre susuyorlar. Beni inceliyorlar. Hatta bir kaçı yanıma yaklaşıp ayakkabıma dokunuyor. Ürküp, geri çekiliyorum. Onlar da çekiliyorlar. Ortada küçük bir alan boş kalıyor. Serbest bölge. İki tarafın da endişelerden yığınak yaptığı, varlıklar arası saha.
Kapıdan girenler, öbür taraftan beyaz önlüklerle çıkıyorlar. Kanatları yeterince gizlenememiş arkalarında. Ne giyerlerse giysinler, böceklikleri görünecek. Hepsini gizlediler diyelim. Kanatlarını, tırtıklı ayaklarını, iri gözlerini…Antenlerini ne yapacaklar? Antenler…Katlayıp küçük kasklarının altına gizleyemezler onları. Kesip atamazlar. Şeffaf bir renge boyayamazlar.
Tek sıra, bazen de sıranın nizamını bozup, ikişerli gruplar halinde geçiyorlar önümden. Bana bakıyorlar arada. Gözlerinde kaynak gözlükleri. Ellerinde görevlerine göre aletler. Bazısında kaynak makinaları var. Ellerinden büyük makineler. Tırtıklı parmaklarını görüyorum önlüklerin uzun kollarından. Birkaçında taşlama makinesi. Ardından kazma kürek süpürge…Bunlar, topal yahut kanatları zedeli böceklerin ellerinde. En son iki elini arkasında kavuşturmuş aletsiz böcekler. Onlar bir başka bakıyor. Kaskları da yok, gözlükleri de. Hep birlikte daha uzun kuleleri ve garip kubbeleri olan bir binaya giriyorlar. Çok geçmeden makine sesleri geliyor kulağıma. Taşlama makineleri, kaynakçılarla yarış yapıyor. Süpürgeciler, aksak uzuvlarına rağmen, onların artlarında bıraktıkları demir tozlarını ve metal parçalarını süpürüyorlar.
Eğilip daha yakından bakıyorum çatıya. Tam ortasında yuvarlak bir topuz var. Tutuyorum ve bir çaydanlık kapağı gibi kaldırıyorum çatıyı. Birkaç böcek artan ışıktan işkilleniyor. Belki de içeri dolan çiçek kokusundan. Ama çok iş var. Hemen işlerinin başına dönüyorlar.
Saatler geçiyor…Hiç biri elindeki makineyi bırakmıyor. Korkuyorlar belki de. Eğer onları ellerinden bırakırsalar, makineler çıldırabilir. Kendi kendilerine çalışıp kanatlarını ve ayaklarını kesip, yakabilirler. Hepsinden berbatı da, yağlı çalı süpürgelerinin önünde giden kopmuş uzuvlarını seyretmek olur. Belki de bunları düşünüp, can-ı gönülden sarılıyorlar boylarından büyük aletlere…
Bir bölümü daha var binanın. Kanatları, iyi kumaştan yapılmış ceketlerle pek ala gizlenmiş böcekler, masa başında sabah kahvesi içiyor. Başlarında silindir şeklinde uzun şapkalar var. Bıyıkları da var onların. Arada bıyıklarına yapışan kahve köpüklerini ceketlerinin altından uzattıkları kanatlarına siliyorlar. Bir sürü elleri var. Hepsini kullanıyorlar. Oysa diğer böcekler sadece iki el kullanabiliyor. Diğer elleri yürümek için, düşmemek ve dik durabilmek için. Masanın en başında oturan silindir şapkasını çıkarıyor bir ara. Anteninin tekini iki kere kıpırdatıyor. Anında bayan uğur böceği giriyor kapıdan. İki salyangoz bırakıyor masaya. Salyangozlar dengede duruncaya kadar bekliyorlar. Geri geri çekiliyor uğur böceği. Ceketlilerden biri bıyığını buruyor. Sonra iki gruba ayrılıp kıyır kıyır kemiriyorlar salyangozların kabuklarını. Çok geçmeden kabuklar simetrik bir şekilde çatlayıp açılıyorlar. İşte leziz et tabakası. Bütün çileye değer mükafatın güzelliği. Salyangozlar, utanç içinde. Etraflarında, testere gibi dişleri gördükçe büzülüyorlar. İlk dişi, baş koltukta oturan böcek atıyor. Sonra kopardığı parçayı havaya kaldırıp, diğer böceklere “yiyin” komutu veriyor. Gayri nizami bir şekilde, parça parça ediyorlar salyangozları.
Her şey bittiğinde salyangozlardan geriye iki çift göz kalıyor. Onları neden yemediler bilmiyorum. Dini bir inanıştan belki. Belki uğursuzluktur.
Her yan saydam ve yapışkan bir sıvıya bulanıyor. Bayan uğur böceği tekrar içeri giriyor ve ortalığı temizliyor. Çıkacağı sırada, baş köşede oturan böcek masanın üzerindeki salyangoz gözlerini alıp evine götürmesini söylüyor. Uğur böceği kızarıyor. Gözleri cebine atarken, nefes almıyor belki de. Sessizce çıkıp gidiyor odadan.
Diğer böceklere bakıyorum. Makinelerden yorgun mırıltılar yükseliyor. Onlara yemek molası şimdi. Uğur böceği bir tepsi dolusu pireyi fabrikanın ortasına bırakıyor. “Yakalayın, yiyin” deyip dışarı çıkıyor. Biraz önceki gibi mahcup değil. Sanki daha hükümran. Ceketli böceklerden alttaydı belki. Ama önlüklü böceklerden üstte olduğu kesin.
Makineler garip tıkırtılarla susuyor. Aynı anda değil ama. Peş peşe. Aynı anda sussalar içerideki ceketlilerin ödü patlayabilir. Onları alıştırmak lazım. Yoksa bu ani sessizliği başkaldırıya yorabilirler. Onların üzülmesini hiçbir önlüklü böcek istemez.
Saydım. Adam başı iki pire düşüyor. Onu da yakalayabilirlerse. Yemek bile iş, önlüklü böcekler için. Ceketliler istese pireleri ölmüş de servis ettirebilir. Ama bu önlüklüleri hazıra alıştırmak ve onları saniyelik de olsa hantallaştırmak demektir.
Pireler bitiyor. Zavallı zayıf böcekler. Kaçan kurtuluyor. Öteye beriye; makinelerin arasına değil ama. Orası tehlikeli.
Herkes işinin başına döndüğünde bayan uğur böceği tepsiyi almak için içeri giriyor. O da ne? Tepsinin altında birkaç pire. Onları da kendi yiyor. Kimse görmüyor onu ama. Çıkıp gidiyor sonra.
Makineler bu kez aynı anda çalışmaya başlıyor. Hemen yan taraftaki ceketlilere bakıyorum. Hepsinin şapkası çıkık. Antenlerini duvara dayamış makine sesi bekliyorlar. Duyuyorlar. Derin bir oh çekip, şapkalarını tekrar başlarına geçiriyorlar. Hayat güzel…İşler tıkırında. Siyasetten konuşuyorlar. Arslan kraldan, icraatlarından. Vergilerden. Sonra birbirlerine yaptıkları hayır işlerini anlatıyorlar. Kahkaha o biçim.
Önlüklü böceklerden biri dışarı çıkıp, binanın beyaz kulesine bakıyor. Temizlenmesi lazım. Pis iş. Ama bunu yapana, bir dahaki yemekte üç pire verecekler belki de. Emniyet kemeri yok. Ceketliler “kemer iş yavaşlatıyor” dedi geçen hafta. “Acele etmemiz lazım.”
Kuleye tırmanıyor. Bir adım iki adım…on beş adım. Şimdi tepede. Böcek işte. Yükseği görünce kanatları açılıyor doğal olarak. Kabuk kanatların altında, bir çiftte ince tülden kanat var. Siyah, damarlı. Önlük, kanatların tam manasıyla açılmasına engel oluyor. Aşağı bakıyor böcek. İki karış var yok. Çok yüksek. O bakarken benim başım dönüyor. Hafızam bulanıyor. Bir şey hatırlıyorum. Sonra “tıp” diye bir ses çınlıyor kulaklarımda. Neydi bu hatırladığım bilmiyorum. Böcek kulenin tepesine oturup cebindeki fırçayı çıkartıyor. Bir eli sıkıca duvardaki tutma yerine yapışmış. Tanrım, elleri çok korkunç! Çok uzaklardan ağustos böceğinin sesi geliyor. Önlüklü böcek fırçayı kulenin duvarındaki çiviye takıp, ağustos böceğinin şarkısını dinliyor. “Ağustos Baba, Allah’ına kurban senin! Hadi bir de Zahidem’i söyle” diye nağra atıyor. Kır Gazinosu dolup taşmıştır şimdi. Orada eğlenenler farklı bir tür böcek takımı. Asiller. Allı güllü elbiseler giyer, birinci sınıf uçarlar.
Bir böcek daha çıkıyor binadan. Yukarıdakine sesleniyor. “Asalak seni! Ne oturup kaldın, bitir şu işi gel. Daha öbür kule temizlenecek. Teftiş var, teftiş.” Sonra bana bakıyor. Sinirli adımlarla tekrar içeri giriyor.
Kuledeki böcek, telaşla bacayı fırçalamaya çalışıyor. Gri bir toz bulutu çıkıyor göğe. Birkaç serçe böceği fark ediyor. İşte şimdi yandık! Kendimi binanın arkasına gizliyorum. Böcek gittikçe yaklaşmakta olan serçelere bakıyor. Onun için yapılacak hiçbir şey yok artık. Ama yine de son anda kaçmaya karar veriyor. Bunun imkansızlığını biliyor olmalı. Metal basamaklardan gelen tırtıklı ayak seslerini duyuyorum. Gözlerimi sımsıkı kapatıyorum. Sonra bir vızıltı. Ardından “çıt” diye bir ses.
Makineler dehşetli bir gürültüyle susuyor. Herkes kulenin önünde toplanıyor. En son ceketliler geliyor. Bayan uğur böceği yemekhanenin penceresinden bakıyor. Ceketlilerin lideri yaklaşınca, ahali kenara çekiliyor. İşte böcek orada. Ters dönmüş yatıyor. O ses, kabuğundan gelmiş olmalı. Bacakları yukarı doğru. Yalvarıyor. Bulut var mı gökyüzünde? Yok. Sade bir mavi. Sonsuz ve sorunsuz. Kanatları olanlara tahsis edilmiş gibi. Ama hepsine yok bu özgürlük. Böcekler için bir melek var mı?
“Kaldırın şunu” diyor ceketli böcek. Çok kızgın. Sinirden titrerken yana devrilen şapkasını düzeltip binaya dönüyor. Tam kapıdan gireceği sırada ağlaşan önlüklülere dönüp “Tedbirsizlik raporu tutulsun” diyor. “Sonra da götürüp serçelere satın. Parasıyla, teftiş için gelecek olanları Kır Gazinosuna götürün.” İçeri giriyor. Arkasında arkadaşları.
Saklandığım yerden çıkıp, böceğin düştüğü yere gidiyorum. Herkes ağlıyor. Adet olduğu üzere, güzel anılar anlatılıyor. “Garipti” diyor yaşlı bir önlüklü. “Öldü de kurtuldu.” Büyük annem geliyor aklıma. “Ölüm temizliktir” derdi hep. Ölürken çok bağırdı ama.
Arkadaşları önlüğünü çıkartıyor böceğin. Ceset soğumuş. Bacakları kaskatı kesilmiş. Bütün bütün döndürüyorlar onu. Kabukları saydam bir sıvıya bulanmış. Sırtında derin bir çatlak var. Giysilerini katlıyorlar. Leke tutmamalı. Başkası giyecek yarın. Hemen uğur böceğine veriliyor önlük. Yıkanacak.
Antenlerini titretiyor gözü yaşlı bir önlüklü. Sonra yanındakilere dönüyor. “Karısına haber verdim” diyor.
Kır Gazinosunda Ağustos Böceği. Kısa bir bağlama peşrevi. Sonra Zahidem. Sanki hala sırt üstü yatan böceğin bir ayağı kıpırdıyor. Bir kerecik.
Ceketliler, kara arabalarına binip gidiyorlar. Bir yerde sakatlar yararına balo varmış. Aralarında konuşurlarken duydum. Bayan uğur böceği, ölmüş böceğin önlüğünü avludaki el arabasının koluna asıyor.
Herkes işinin başına dönüyor. Zira ceketlilerden biri hala ofis camından onlara bakıyor. Elindeki, kurutulmuş küçük tropikal sinekleri atıştırırken.
Sürünerek gidiyorum yerde yatan böceğin yanına. Ayakları hiç korkunç değil. Kanatları da güzel. Ağzının üzerindeki kıskaç aralık kalmış. Ne düşündü en son? Kimi gördü? Belki küçük bir çocuğu vardır. Ağlıyorum. Ben nasıl bir tırtılım böyle. Durup durup ağlayasım geliyor.
Ne düşündüğünü ve en son ne gördüğünü bilmek istiyorum. Yanına uzanıp küçük bacaklarımı yukarı doğru kaldırıyorum. Onun gibi. Yalvarırcasına…
Alın teri kokuyor ortalık. Ederi bir “çıt” sesi.
Bir de; gök mavi. Hiç bulut yok.
...ENGİNDENİZ...
YORUMLAR
Aynur Engindeniz
Teşekkürler değerli hocam.
Diğer sitelerde öyküler pek okunmazdı.
Aranıza katıldığımdan beri öykülerle daha bir iç içe oldum.Ve bundan çok memnunum..
Böcekler ve insanlar ne kadar benzer değil mi:(
Alın teri kokuyor ortalık. Ederi bir “çıt” ses
Zekaya ve kurguya hayranlığımla
Tebrikler saygılar
Aynur Engindeniz
Güzel sözleriniz için çok teşekkür ediyorum. Var olun.
Sevgiler.
hiyerarşinin en acıklı ama gerçek yüzü...
bu ne büyük birhayal gücü... bu ne güzel bir kurgudur böyle ...
bir an kendimi oralarda dolaşan bir karınca gibi hissettim ...
neme lazım ... epey korktum bir an için ezilmekten !
Aynur Engindeniz
Teşekkür ederim varlığın için. Sevgiler.
Epey zamandır uğrayamadığım için yazılarını sevdiğim arkadaşlarımıın sayfalarına giriyorum bir bir. Az önce de Aynur'dan neler kaçırdım bakayım diye açtım sayfanı ve en üste duran bu yazıyı okudum. Nasıl bir beyindir sendeki arkadaş, bu nasıl bir kurgu böyle? Ne desem yeterli olmayacak. Ben seni yanaklarından kocaman öpeyim olmaz mı ?
Aynur Engindeniz
Öpebilirsin, olur tabi:)
Teşekkürler ve çoook sevgiler.
Billur T. Phelps
Okumaya devamdayım şu anda, şiiiiişşşt... Rahatsız etmeyelim.
toplum nasılda sınıflara ayrılmış
alta kalanın canı çıksın
.
sevgiler
Aynur Engindeniz
Teşekkürler.
Şimdi kapınıza iki yumuşak el dokunsa, kısa sesli bir melodi ile uzansa kendine uzaklaşan bakışlarınıza. Ve sonra dese ki ben bir bulutum. Mevsimleri sana bıraktım. Dilediğin vakit sırılsıklam yaparım saçlarını ama istersen kuruturum yüreğinin uçurumlarını. Sen seslen... şiir mutlaka gelir:)
Elinizden çıkan her yazı ayrı güzel. Yürekten tebrik ediyorum, harikasınız.
Aynur Engindeniz
Çok kuvvetli bir hayal gücü, nasıl güzel anlatmışsınız okumaya doyamadım...
Yürekten tebriklermi yolluyorum, sevgiyle kal...
Aynur Engindeniz
Fabl tadında bir harika yazı... Bu sitede keyifli yazılar yazdıkları için, ya da başlıklarından keyifli olabileceklerini sandığım için okuduklarım dışında, üç yazar var (Aynur Engindeniz, Hakkınsesi,Aykut Kaygısız) ki, onları belki bir şey öğrenebilirim amacıyla, birer öğretmen olarak, sıkı sıkıya takip ediyorum... Size, profesyonel bir yazı ekibiniz mi, var, diye sorduğum zaman, kırmak değil, bir profesyonel ekibin çıkartabileceği kadar iyi yazılar çıkarttığınızı ima etmekti amacım. Aynı imamı tekrar ediyorum ve o kalemi tutan elinizden öpüyorum. Saygılarımla...
NOT:27 yıl evrak inceleyip, imzalayan bir memur ve yazmayı 58 yaşından sonra deneyen bir emekli memur olduğum gerçeğiyle hep hoş görünüze sığınıyorum...
kemnur tarafından 7/23/2011 12:07:30 PM zamanında düzenlenmiştir.
Aynur Engindeniz
Siz yamaya devam edin sayın yazarım. Takipteyim. Saygılar.
Aynur Engindeniz
Ufkumu açıyorsun Davidoff.
Sevgiler.
Davidoff
ufkunu, okyanuslara doğru açmak zorunda :)
Serbest bölge. İki tarafın da endişelerden yığınak yaptığı, varlıklar arası saha. (en felsefi cümle)
Hepsinden berbatı da, yağlı çalı süpürgelerinin önünde giden kopmuş uzuvlarını seyretmek olur. (en dehşetli cümle)
Orada eğlenenler farklı bir tür böcek takımı. Asiller. Allı güllü elbiseler giyer, birinci sınıf uçarlar. (en esprili cümle)
Sadece anlatıcının başta arabası ve ayakkabısı varken sonda tırtıl oluşunu tam anlayamadım. Belki orada da bir mesaj vermek istediniz ve ben ıskaladım.
Yine müthiş bir anlatım olmuş, elinize zihninize sağlık.
Aynur Engindeniz
Anlatıcı da diğerleri gibi mutasyona uğramış olabiliriz. Kısaca anlatmak istediğim "Hiç kimse hiç bir şey değil, yaratılmış olmak dışında. İşte budur ortak payda."
Teşekkür ediyorum varlığınız için. Selamlar.
Müthiş bir hayâl gücü ve müthiş bir anlatım.
Köle-efendi, Maraba-ağa ve günümüzde İşçi-patron ilişkileri ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi endirekt olarak.
Kutlarım yazarım.
Selam ve sevgimle.
Aynur Engindeniz
Teşekkür ederim değerli şairim.
Var olun.
Aynur Engindeniz
Sevgiler.
Sizin başarıyla kaleme alamayacağınız hiç bir konu yoktur. En basit gibi görünen olayı bile, esere çevirebileceğinize adım kadar eminim.
Bu sözleri hatırlıyor musunuz? Size onlar için ikinci teşekkürümü burada etmem lazım. Size yorum yazarken lafı ağzımdan aldınız.
Öykü bana otuz yıl kadar önce okuduğum bir başka öyküyü anımsattı: İki kardeşin yakaladığı bir peygamber devesi ve onu karınca yuvasının üzerine koyması. İmrendiğim, Keşke o öykü hiç yazılmamış olsaydı da bugün ben yazıyor olsaydım dediğim bir hikayeydi. Sizin öykülerinizden de böcekler eksik olmuyor; özellikle de karıncalar. Genelde öykünün bir parçasını koparıp kaçıyorlardı, bu sefer tamamını ele geçirmişler. İyi de olmuş. Saygılarımla.
İlhan Kemal tarafından 7/23/2011 5:20:10 PM zamanında düzenlenmiştir.
Aynur Engindeniz
Yorumlarınız bende "redbull" etkisi yapıyor.
Benim de bunu keşke ben yazsaydım dediğim oluyor. Hem de çoook. Özellikle Ahmet BÜKE' nin öykülerini okuyunca....
Teşekkür ediyorum.
Saygılar.
çok güzeldi aynur kardeşim
abin yürekten kutluyor bu enfes hikayeni
başarılarının daim olması için dualarımdasın...
saygın ve sevgin yüreklere kazınıyor her geöen gün biliyon muuu? :)))
katmerli kutlamalarımı bırakıyorum 10 yaldızlı yıldızımla...
selam ve saygıları susamlı simit özlemlerinde garibanca yolluyorum martılarla... yok yok martılarla yollamıyorum,
garibanları zalim avcılar furur falan da... jet hızla karatrenle yolluyoruuummmm ... :)))
direnis tarafından 7/23/2011 1:52:37 AM zamanında düzenlenmiştir.
Aynur Engindeniz
Ben de sana aynı ulakla gönderiyorum selamları saygıları...dert görme emi?