- 758 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
İtiraf
Deniz kıyısında bir çok insanın arasında , dizilmiş banklardan birine oturmuş belli belirsiz biri. Kafasını bir yukarı kaldırıyor bir aşağı indiriyor; eliyle yeni bitmiş çene sakalını okşuyor; sürekli etli dudakları kıpırdıyor :
’Martıların gözleri sağır denize’...Cık! ’İnsanlar hasretle üşüşüyorlardı ölümlerine’... Hayır bu da olmadı. Off. Nasıl başlamalıyım bu öyküye. Bir çağrışım lütfen. Titre duygularım titre. Sözcükler kıyıda biriken kum taneleri gibi içimde ama toparlanamıyorlar kapımın önünde. Ne kötü.. ’Bir süre yatağında kıvrandı ancak çalar saatinin kurulmuş sesine direnemeyip ofladı’ Olmuyor, bu da bayağı bir başlangıç. Daha on yedi öykü yazabildim. Yoksa bırakmalı mıyım bu işi. Daha bir başlangıç bile bulmaktan acizim. Karnım da aç. Param da yok iyi mi. Martı taklidi yapıp simit mi dilensem aşıklardan...
Ensesine yediği patavatsız bir şaplağın ardından :
’N’aber oğlum! Ne yapıyorsun burada baykuş gibi?’
’Ya bir git işine! Görmüyorsun tünemişim kendi halimde işte.’
’Ne olacak bu senin halin! İşsiz güçsüz çapulcu kılığında ne kadar tüneyeceksin daha? Bu yazma hevesinden vazgeçmedin mi? Cepte para olmayınca boş bunlar oğlum boş!’
’Ya ne uğraşıyorsun benimle. Ben iyiyim böyle.’
’Bak ne diyeceğim. Amcamın bir tanıdığının marangoz atölyesi var, yanına işçi arıyormuş. Ne dersin?’
Kafasını ani bir hareketle çevirdi. Bir süre boş boş bakıyormuş gibi yüzüne baktı arkadaşının. Sonra duyarsızmışçasına :
’Ben ne anlarım marangozluktan. Sağ ol yine de.’
’Bir düşün bak, içi boş mideyle bir şey yazamazsın oğlum...’
’Öyle mi dersin ?’
’Tamam oğlum tamam nazlanma. Amcama hemen bahsedeyim. Oldu bu iş.’
Bir gün sonrasının sabahı erkenden verilen adrese çözümleyemediği duygularla gitti. Fazlasıyla köhne, içi kesif talaş kokulu biraz karanlık bir yerdi. Heyecanlanacak bir durum olmamasına rağmen hızla çarpan kalp artışlarına hiçbir anlam veremiyordu. İçeride sırtı dönük, arkasından bembeyaz ve gür saçları görünen bir adam tüm dikkatiyle işini yapıyordu. Ürkek bir gayretle :
’Kolay gelsin usta!’
Usta yüzünü döner dönmez az ışıkta yüzünü seçmeye çalıştı. Masallardaki iyi yürekli, saçı sakalı bembeyaz yaşlı adamlara benziyordu. Bu durum kaskatı kesilen vücudunun bir nebze de olsa yumuşamasına neden oldu. Biraz cesaretle :
’Ben şey. Arkadaşımın amcası sizinle...’
’Tamam tamam , otur sen geliyorum şimdi’
İtaatkar bir tavırla; köşede, kırık aynanın hemen altındaki sandalyeye oturuverdi hemen. Meraklıca süzmeye başladı etrafı. Gözüne ilk çarpan şey ise duvardaki çerçevede yazılı olan sözcükler oldu :
’Bu işyerinde sadece Pinokyo heykelciği yapılır’
Şaşırmıştı tabii. Biraz da salaklaşmıştı hani. Zaten hemen o esnada :
’Ne yapacağını biliyor musun burada?’
’Şey... Ben aslında...’
’Biliyorum biliyorum. Bak yanıma hiç yaklaşmayacaksın anlaşıldı mı? Sadece ben ne istersem onları getireceksin tezgahıma. Haftada Yüz elli lira veririm.’
’Olur... Olur tabii...’
’Şimdi git. Sabah Yedide kapının önünde ol’
’Ne gizemli bir yer; nasıl da garip bir yer’ diye diye gitti evine. Geceden sabaha dek de doğru dürüst uyumayıp yaşlı marangozu ve çerçevede yazılı sözcüklerin anlamını düşündü.
Sabah denilen saatte kapının önünde hazırdı. Dünkü tedirginliği pek yoktu. Ayazda titrerken bir yandan da öykü işini aksattığı aklına geldi ve suratı asıldı. Marangoz da gelmişti. Kapıyı açarken yüzüne bakmadan, ’günaydın evlat’ dedi. Hemen sonra da :
’Çayı demle. Bugün çok iş var.’
Marangozun dediği gibi, hiç yaklaşmıyor sadece söylediklerini yapıyordu. Marangoz yaklaşık 40-45 cm boylarında, tahtadan yapılmış pinokyo heykelciklerini bitirdikçe kendisinden raflara istiflemesini istiyordu. Marangoz, her heykelciği bitirdiğinde bir kağıda bir şeyler yazıyor, gülümsüyor; sonra diğer heykele başlıyordu heyecanla. Tam saymamıştı ama gün içinde belki 10-15 kez aynı şeyi sil baştan yaşamıştı adam.
’Neden? Tüm bunlar neden?’ diye soracak oluyor, boğazında düğümleniveriyordu sorular. Belki çok daha masum ve yaşlı marangozun daha rahatlıkla cevap verebileceğine inandığı bir soru sormalıydı ilkin :
’Çok satılıyor mu bunlar?’
’Hayır satılmıyor! Çok konuşma da işine bak!’
Belki de bekliyordu bu sertliği. O yüzden hiçbir şey olmamış gibi davranıp :
’Şimdi Ceviz ağacı değil mi usta?’ dedi.
Yaşlı marangoza bu durum muzip gelmiş olacak ki, gülümseyerek:
’Ceviz evlat, ceviz’
Günler geçiyor, aynı sahne tekrar tekrar yaşanıyordu. Adam öyle çok merak ediyordu ki bu tuhaf durumu ve marangozun her heykelciği bitirdiğinde gülümseyerek kağıda neler yazdığını. Bir öğrense içinde birikmiş sır yığını bir anda kaybolacaktı sanki. Ancak bir an bile fırsatını yakalayamamıştı; marangozla aynı anda atölyeye giriyor, aynı anda da çıkıyorlardı. Ancak yaşlı adam zaman ilerledikçe daha da sevmiş, ısınmıştı adama. Ara ara gençliğinden bahsediyor, dertleşiyor, bu mesleğin kendisine dedesinden miras kaldığını söylüyordu. Zaten ne zaman dertleşse, lafı bir şekilde dedesine getiriyor; onu ne kadar çok sevdiğini söylüyor; hatta dedesinin kendisine anlattığı hikayeleri anlatıyordu yorulmadan.
Aradan Üç ay geçmişti. Adam bu arada İki öykü daha yazabildi. Aklı sürekli olan bitendeydi. Ancak o sabah beklemediği bir şey oldu. Sabah yediden öğlen on ikiye dek marangozun dükkanı açmasını bekledi kapının önünde. Tam vazgeçip gidecekken yaşlıca bir kadın yanaştı :
’ Ben eşiyim evladım. Sen sürekli bahsettiği delikanlı olmalısın. ’
’Evet...’
’Yarın defnedeceğiz evladım.’
Sanki öz babası ölmüş gibi aldı haberi :
’Nasıl?’
’Sana bir zarf ve bir çanta vermemi istedi evladım. Al bunları’
Elleri titreyerek açtı zarfları aceleyle. Zarfta fazlasıyla yevmiyesi vardı. Çantada ise koca bir tomar kağıt. Öyle heyecanlıydı ki; nihayet rüyalarına bile giren sır perdesini sonuna kadar çekebilecekti. Dayanamayıp yolda başladı okumaya, sabaha kadar da devam etti. Ancak her kağıtta aynı cümle vardı. Bütün kağıtları tek tek taradı farklı bir şey var mı yazılan diye. Nafile. Hep aynı cümle. Onu da gülümseten hep aynı cümle. Yaşamı boyunca aklından asla silinmeyecek o cümle :
’Ben yalancı değilim dedeciğim...’
’Ben yalancı değilim dedeciğim...’
Oktay Coşar
YORUMLAR
Oktay Coşar
Sana söz devamını yazacağım....
Hayat ve akşında... Geminin güvertesini yastık yapıp uyuyoruz, ey dalgın!! Düşüncelerin mahrem sokakların bekçisi, öyleyse yaramaz kalsın içimiz bırak, bir yudum daha... Yakınız hiç olmadığımız kadar emin olabilirsin işte!
Çok güzel yazıyorsun değerli dostum. Alkışlamak kalıyor bize.Tebrikler
Oktay Coşar
Ben de senin gibi deniyorum ellerimde sözcükler.
Kimi pişiyor kimi ham kalıyor. : )
Neticede deniyoruz...
Kimi acı kimi lezzetli olsa da : )